Röportaj: Derya Divrikli
Mardin doğumlu sanatçı Eylem Erdem Uğurlu, müzikal yolculuğuna duygusal bir dokunuşla devam ediyor. Uğurlu'nun uzun bir aradan sonra dinleyicileriyle buluşturduğu ikinci albümü "Boşluk", Yolcu Sanat etiketiyle dijital platformlarda yerini aldı.
2019 yılında çıkardığı "Suçum Yok" isimli şarkısı ve etkileyici TedX konuşmasıyla çocuk istismarına dikkat çeken sanatçının ilk albümü "Yola Çıkmak", 2021 yılında Yolcu Sanat etiketiyle piyasaya sürülmüştü. Aynı isimli resimli çocuk kitabı ise Eylül 2020'de Nesin Yayınevi'nden çıkmıştı.
- Birçok insan "acıdan sanat doğar" der ama senin üretimlerin sadece acıyı değil; umudu, direnci ve sezgiyi de taşıyor. Bir yaratımın doğduğunu ilk ne zaman fark edersin? Kalbine mi düşer, kafana mı çarpar önce?
Acı sanatın çok önemli bir yakıtı, bu doğru. Umut ve direnç de sanki acılar ile sanat çarpışınca çıkıyorlar ortaya bende. Belki de direnen ve umuda tutunan yanım yapıyor bunu.
En çok melodiler geliyor bana, zamansız diyeceğim kadar her ana yayılmış şekilde. Bazen yolda giderken, bazen bir şeyler izlerken, bazen okurken, bazen de sadece sessizce otururken. Hoş o sessizlik sadece dışarıya, içimde genellikle hep bir ses oluyor benim. Bir kitabın kapağına bakarak da şarkı üretmişliğim var, balkondan dışarıya bakarak da… Gecenin bir yarısı uyanıp aklıma gelenleri kaydetmek için yataktan fırlamışlığım da var.
Sözler geldiğinde ise kendi ezgileriyle birlikte geliyorlar, ikisi aynı anda kalbime düşüyor. Sanki her kelimenin, her cümlenin bir melodisi varmış da ben onları duyup yüksek sesle söylüyormuşum gibi hissediyorum. Bazen de daha önce kaydettiğim melodileri dinleyip onların bana fısıldadığı sözleri duymaya çalışıyorum.
- Bilmeyenler için; "Suçum Yok" şarkısı birçok kişinin içindeki yıllanmış suçluluk duygusunu yerinden oynattı. Bu şarkıyı ilk yazdığında kendin için mi yazmıştın yoksa başkaları için mi?
O gece, suçumun olmadığını kalpten hissettiğim geceydi. Bilinç seviyesinde hep bildiğim bu gerçeği o gece iliklerime kadar hissettim. Bir kız çocuğunun istismara uğramasının haberini duymuştum o gece. 5 yaşındaydı o da, haberlerde ismi geçmiyordu. İsmini bilmediğim o kız çocuğunun acısını çok derinlerde hissettim, bir de ilk kıtayı yazdıktan iki gün sonra Emre Yıldır intihar etti. İkinci kıtada onun da izi var. Nisan ayında ilk kıtayı yazdım, temmuz ayında ikinci kıtayı. Aradaki 3 aylık süreçte, yaşadığım olayın “nitelikli cinsel istismar” olduğunu anladım daha doğrusu hatırladım, o nedenle ikinci kıta büyük acı içeriyor…
Bu şarkımın bu yaraya sahip olanlara dokunması ise bana çok iyi geldi. Birlikte iyileştik sanki, iyileşmeye de devam ediyoruz…
- Toplumsal meseleleri eserlerine taşıyorsun ama bunu ne sloganik ne didaktik yapıyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun? Sanatın dozunu nasıl ayarlıyorsun ki hem kalbe hem bilince dokunuyor?
Şarkılarımın insanlara dokunduğunu bilmek çok iyi hissettiriyor bana. Sanırım bunun kaynağı samimiyet. Yaşadığım tüm duygular geçiyor şarkılarıma, oradan da dinleyenlere. Bir köprü gibi yani. Dinleyenlerin tepkileri de bana dönüyor aynı köprüden. Yorumların hepsini okumaya çalışıyorum, vaktim yettiğince de cevaplamaya… Bu bağ gerçek, çok gerçek…
Aramızda kalsın, bazen didaktik mi yazıyorum diye de düşünüyorum aslında. Ama fark ediyorum ki öyle hissettiğim şarkılar kendimle konuştuklarım, iç sesimin bana söyledikleri. Kendimle yüzleşme sürecim boyunca olan iç diyaloglar biraz böyle. Yani öğretme derdim sadece kendime sanırım.
Ben kimseye “şunu yapmalısın” demem, diyemem; ama kendi gerçeğimi samimiyetle anlattığımda, insanlar kendi payına düşeni zaten alıyor. Dozu da burada dengeleniyor herhalde.
- Müzik, söz ve kitap... Hepsi ayrı bir anlatım yolu ama sen üçünü de bir ruh halinde taşıyorsun. Sence senin ruhun ne anlatmaya geldi bu hayata?
Benim ruhum “yola çıkmayı” anlatmaya geldi bence. Kendi içine, özüne... İnsanlara fısıldamak, “Yalnız değilsin, kalk ve devam et” demek için buradayım sanırım. Bunu da becerebildiğim her yolla deniyorum. Müzik yaparken de şarkı sözleri daha bir önde geliyor hep bana. Yani söyleyecek sözlerim var yaşama, insanlara; bu sözler melodi ile de ulaşabiliyor sizlere, kitap şeklinde de…
- TEDx konuşmandan sonra bir kadının ağlayarak sana sarıldığını anlattılar. Bu kadar çok insanın yarasına temas etmek bazen ağır gelmiyor mu? Ve o yükü nerede hafifletiyorsun?
- Bazen çok ağır geliyor, evet. Çünkü onların gözlerinden kendi acımı da görüyorum. Ama o an aynı zamanda iyileştirici bir bağ da kuruluyor. Yükü hafiflettiğim yerler ise çocuklarım, ailem, yazmak, müzik yapmak ve doğada olmak… Çocuklarımın gülüşünde, denizin kenarında, bir ağacın gölgesinde, odaklanıp yazarken, melodilerimin içinde dolanırken... Oralarda ruhum yeniden nefes alıyor işte.
- Finanstan müziğe, annelikten aktivizme... Yaşadığın acıları yaşamasan yine bu kadar katmanlı olur muydun, yoksa bu dünyaya özellikle ‘çok sesli’ gelmek üzere mi doğdun?
Bence ben bu dünyaya zaten çok sesli gelmek üzere doğdum. Kendimi bildim bileli çok yönlü oldum, yapabileceğim her şekilde yaşamın içinde olmaya çabaladım hep. Acılar sadece sesimi derinleştirdi, tınısını değiştirdi belki. Ama temel melodi hep vardı sanki. Ben nasıl sanatla kendimi iyi hissediyorsam, benim de bu zincirin bir parçası olup üreten bir yerden de var olmam gerekiyordu. İçimde hep bu duygu oldu çocukluğumdan beri. O zaman da müziğe sığınırdım ben, şarkı sözlerindeki derinliğe… Bir gün bunu benim de yapacağımı içsel olarak hep biliyordum.
- Senin müziklerinde "iyileşmeye çalışan bir toplumun sesi" var gibi. Peki sen kendini en çok ne zaman iyileştirdin ve bu iyileşme hangi şarkıya dönüştü?
En çok iyileştiğim an, “Suçum Yok”u söylediğim andı sanırım. Çünkü o şarkıyla kendime ilk kez “senin suçun yok” diyebildim. Ve içimdeki zincirlerden biri orada kırıldı.
En çok o gün belki ama aslında her şarkımda adım adım iyileştim ben. Çok anlık doğdu hepsi, o an ne yaşıyorsam onlar yansıdı sözlere… O nedenle her şarkımın hikasenini anlatmayı da önemsiyorum, arkasında olup bitenleri de bilsin insanlar istiyorum.
- Sence bir kadının en güçlü hali ne zaman ortaya çıkar? Ve sen kendini ne zaman en güçlü, ne zaman en kırılgan hissediyorsun?
Bir kadının en güçlü hali, kırılganlığını kabul ettiği ve kendine inandığı an bence. Ben ne kadar güçlü olduğumu da, ne kadar kırılgan olduğumu da çocuklarıma sarılırken hissediyorum mesela. Ya da sahnede şarkı söylerken. Kırılganlık ve güç çok birlikte kavramlar bana göre. Olduğun gibi ortada olabilmek, hem çok kırılgan hem de çok güçlü bir şey. Sevgi, bağ kurma, yaratıcılık, dönüşüm gibi kavramlar kırılganlığın kabulü ile geliyor hayatımıza bence. İşte güç de orada başlıyor.
- "Yola Çıkmak" albümü ve kitabı... Yola çıkmadan önce sence insanın neyle vedalaşması gerekir?
Katı bakış açılarıyla, yargılarıyla ve saklanma arzusu ile vedalaşmak gerekiyor bence. Daha esnek, kırılgan, sevgi dolu bir benlik için… Bir önceki kendisiyle aslında, çünkü yola çıkan ve geri gelen insanlar farklı insanlar. Aynı ama farklı… Yola çıkan dönüşür.
- Sanatınla istismar mağdurlarına yalnız olmadıklarını fısıldıyorsun. Peki sen hayatında bir dönemde yalnız hissettiğinde, sana kim/ne umut oldu?
- Ailemin bana inanması, yanımda olması hep iyi geldi bana. Okul hayatımda bazı öğretmenlerim çok derinden etkilediler beni. Çocukluğumda da yetişkinliğimde de şarkılar bana umut oldu. Müzik hep sığındığım liman oldu. Sonra da Maya Angelou gibi kadınların hikayeleri tuttu elimden. Hikayemi anlatmaya karar verme sürecimde ise şahane kadınlar durdu yanımda. Yalnız olmadığımı öyle öyle anladım. Şimdi de anlatmam gerekiyor gibi hissediyorum o yüzden…
- İki çocuk annesisin. Çocuklarınla birlikte dünya sana nasıl görünüyor? Onlar senin aynan mı, pusulan mı, yoksa bambaşka bir yol mu açıyorlar sana?
Onlar bana dünyayı iki farklı pencereden gösteriyor. Bazen aynam oluyorlar, bazen pusulam. Ama en çok yeni yollar açıyorlar. Kendi içimde belki de hiç gitmeyeceğim yerlere onların sayesinde gittim/ gidiyorum. Bir şarkımda da dediğim gibi onlar benim “Dünyamın Işığı”, canımın yongaları…
- Sahneye çıkmadan önce yaptığın bir ritüel var mı? Seni odaklayan ya da içini yumuşatan küçük bir sır mesela...
Elim ayağım titrer sahne öncesi. Her seferinde aynı karın ağrısını yaşarım. Ayakta dolanıp, bazen de gözümü kapatıp derin nefesler alırım. Sahneye çıkınca da rahatlarım, yuvamda hissederim…
- Eylem, kendine not yazsaydın bugünkü halinle, 17 yaşındaki haline ne yazardın? “Aklında tut” diye ne fısıldardın kulağına?
“Hayalindeki her şey gerçek olacak ve bunu sen yapacaksın. Kendi melodini bulacaksın, şarkılarını söyleyeceksin, şahane hissedeceksin.” derdim. Bir de “yeterince iyi bir anne olacaksın endişe etme” derdim sanırım.
- Bugün biri çıkıp dese ki "bir daha asla sahneye çıkamayacaksın ama bir kez daha bir şeye ses olabilirsin", hangi konuyu seçerdin ve ne yapardın?
Çocukların güvenliği ve özgürlüğü. Çünkü bir toplumun geleceği onların ne kadar sağlıklı büyüdüğüne bağlı. Çocuklar için ses olmak isterdim yani.
- “Rol Model” gibi unvanlar alıyorsun, güçlü kadın figürü olarak görülüyorsun ama seni sen yapan en narin yanın ne sence?
Çocuklara karşı hassasiyetim en yumuşak yanım. Çocukların örselenmediği adil ve güvenli günlerin hayali ile yaşıyorum.
- Hayatında seni en çok şekillendiren kitap ya da şarkı hangisi oldu? Ve neden?
Martı ve Şeker Portakalı kitapları, Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiiri, Livaneli, Grup Kızılırmak, Grup Gündoğarken, Ezginin Günlüğü ve Sezen Aksu şarkıları. Bana hem yaşamı sevmeyi hem de direnmeyi öğrettiler. Tek bir kitap ya da şarkı seçemedim, hatta bu liste bile eksik geldi gözüme.
- “Sanatçı tarafın” ve “aktivist tarafın” arasında hiç çekişme oluyor mu? Yoksa ikisi de aynı kökten mi büyüyor?
İkisi de aynı kökten büyüyor: Adalet arayışından. Adil bir dünyaya karşı duyduğum büyük bir özlem var. Çocukların güvende büyüyeceği bir yaşam istiyorum. Buna ulaşabilmek için de, bu iki tarafımla elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum.
- Seninle röportaj yaparken şunu çok hissediyorum: Anlatmak değil, anlamak için yaşayan birisin. Bu özelliğin sence seni nasıl biri yaptı bu hayatta?
Ancak anlayabilirsem bir şeyler yapabilirim. Anlatmak değil direkt bir şeyler yapmak istiyorum çünkü, benimle birlikte “bir şeyler yapmak” isteyen insanlarla omuz omuza belki, belki de tek başıma. Elimden gelenin en iyisini yapmaya gönüllüyüm hep. İçindeki sesi duyabilen ve kalbine göre yolunu bulan biri oldum hep sanırım.
- Ve son soru… Yola çıkmaya hep cesaret ettin. Peki, şimdi içindeki ses seni hangi yöne çağırıyor? Önümüzdeki Eylem’in haritasında ne var?
7 albüm olmasını öngördüğüm bir projemi tamamlıyorum aslında yavaş yavaş. Birinci aşama yola çıkmakla ilgiliydi, ikinci aşama yani ikinci albümüm içimdeki boşluklarla yüzleşmem, o acılarla ne yapacağımı bulmamla ilgiliydi. Şimdi sırada üçüncü albümüm var, kendimle yüzleşmelerimi anlatıyor. Hayatımdaki aynaları, baktığım aynaları, tuttuğum aynaları, belki de yere atıp kırdığım aynaları… Öz’e yolculuk, anlattığım şey bu, haritam bu…
“Boşluk” albümünü kendi öykünün ikinci aşaması olarak tanımlıyorsun. Bu ikinci aşamada "boşluk" senin için neyi temsil ediyor?
“Boşluk”, benim öykümde yalnızca sessizlik ya da eksiklik değil; aynı zamanda yeniden doğuşun, nefes almanın ve dönüşümün adı. Yaşam o boşluklardan çiçekleniyor bence. Boşluklarımızı anlamaya niyet edince oluyor bunlar. Onlardan kaçarak değil. Yıllarca kaçtığım o boşluklarla yüzleşmeme bir selam bu albüm. Hayatımın çiçeklenmesine kaynak olan boşluklara minnet…
Neden çocuk kitapları?
Çocuklara temas etme fikri muazzam bir şey çünkü. Hem çocuklarla hem de ailelerle konuşmak, onların sohbetlerinin içinde olabilmek… Çocuklar kitaplara ve şarkılara sığınabilir, kendimden biliyorum. Onlara sığınacak bir alternatif yaratabilmek fikri çok heyecan verici…