Pandeminin Dijital Gölgesi: İnternet Özgürlükleri Raporu’na göre Türkiye’de internet halen özgür değil

Abone Ol

Freedom House tarafından yayınlanan Pandeminin Dijital Gölgesi: İnternet Özgürlükleri Raporu, dijital haklar ve hürriyetler alanında küresel anlamda bir daralma yaşandığını ortaya koydu. Önceki yıla göre bu yıl Türkiye 2 puan düşüş kaydetti ve ‘özgür olmayan ülkeler’ kategorisindeki yerini korudu.

MLSA Eş-Direktörü Barış Altıntaş, Ankara Barosu Bilişim, Teknoloji ve Hukuk Kurulu Başkan Yardımcısı Avukat Gülşah Deniz Atalar, Ekonomist ve daktilo1984 Genel Yayın Yönetmeni Enes Özkan, dokuz8GÜNDEM Özel'de -aynı zamanda Pandeminin Dijital Gölgesi: İnternet Özgürlükleri Raporu’nun Türkiye kısmının bu yılki yazarı olan- Gürkan Özturan'ın sorularını yanıtladı. Programın sunucusu Gürkan Özturan rapora ilişkin yaptığı açılış konuşmasında şu açıklamalara yer verdi: Küresel internet özgürlükleri raporunun onuncusu yayınlandı ve dünya çapında haklar ve hürriyetler alanında kesintisiz daralma devam ediyor. 26 ülke bu yıl düşüş kaydetti. Bununla birlikte 22 ülkede de bir önceki yıla göre daha geniş özgürlükler yer buldu. Bu düşüşün yaşandığı ülkelerin en başında Myanmar ve Kırgızistan bulunuyor, onların hemen arkasında Hindistan, Ekvador ve Nijerya takip ediyor özgürlükleri kısıtlayan ülkeler sıralamasında. Bununla birlikte Sudan ve Ukrayna gibi ülkelerde internet özgürlükleri alanında genişleme gözlemlendi. İnternet özgürlükleri konusunda son altı yıldır üst üste en kötü uygulayıcı listesinin başında Çin yer alıyor. İzlanda ise geçen yıl olduğu gibi bu yıl da internetin en özgür olduğu ülke olarak tepede yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri önceki yıllarda birinci görünürken, internet özgürlüklerinin öncüsü konumundayken şu anki Başkan Trump’ın seçilmesinden bu yana internet özgürlükleri ülkede git gide daralıyor ve gerilemeye devam ediyor. Şu an hali hazırda 6. sıraya gerilemiş durumda. Geçtiğimiz yıl ABD’de geçirilen dijital mecraların yapılan yayınlardan sorumlu tutulmasına dair KHK ve Amerikan Başkanı Trump’ın sosyal medya mecralarını hedef göstermesinin büyük bir etkisi oldu bu yılki düşüşte. https://www.youtube.com/watch?v=MkwZeL5IPbA&t=4342s Türkiye de önceki yıla kıyasla 2 puan düşüş kaydetti bu yıl. 100 üzerinden aldığı 35 puanla özgür olmayan ülkeler kategorisindeki yerini korudu. Özetle 2 puanın kesildiği yerlere bakacak olursak Türkiye’de geçtiğimiz yıl eylül ayında ve ocak ayında yaşanan depremler sonrasında telekomünikasyon alanında yaşanan kesintilerin bir etkisi oldu. Ve aynı zamanda Suriye’ye düzenlenen sınır ötesi operasyon esnasında sosyal medya üzerine getirilen engellemeler yine etkili oldu puan kesilmesi anlamında. Bu yılki raporun adı: Pandeminin Dijital gölgesi. Koronavirüs salgınının yine aynı şekilde dijitalleşme, hususi veri toplama, kişilerin özel yaşamına dair bilgilerinin toplanması, devletlerin gözetim faaliyetlerini salgın bahanesiyle arttırılması gibi konularının da sıklıkla değinildiği bir koronavirüs özel raporuna dönüştü. Buna rağmen şunu da belirtmekte fayda var. Raporlama tarihi olarak yalnızca 1 Haziran’dan önce gerçekleşmiş faaliyetler aslında bu rapora dahil edildi. Yani Türkiye’de son aylarda sıklıkla tartıştığımız sosyal medya yasası ya da 1 Haziran’dan sonra gerçekleşen gelişmeler bu rapora yansımadı. Raporda bahsi geçti fakat puanlamasına etki etmedi.

‘’TÜRKİYE’DE GAZETECİLERE BASKI ARTTI’’

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Eş-Direktörü Barış Altıntaş, Freedoom House’un yayınladığı rapora yönelik şu açıklamlarda bulundu: Freedom House’un raporu gerçekten çok önemli. Türkiye’de yaşadığımız gelişmeler gördüğümüz gibi sadece Türkiye’de olmuyor. Raporla ilgili bazı noktalara değinmeden önce şunu belirtmek gerekir, Türkiye özelinde raporda sosyal medya yasası yok, rapor kapsam tarihleri nedeniyle. Ama Covid’in Türkiye’ de de çok etkili olduğunu görüyoruz. Ben önce çok kısa beni tanımayanlar için ne yaptığımdan bahsetmek istiyorum. Bizim MLSA olarak ana faaliyet alanımız yasal sıkıkntılar sorunlar yaşayan, baskı yaşayan gazetecilere hukuki destek vermek. Ve aynı zamanda kampanyacılık savunuculuk faaliyetlerinde destekler veriyoruz. Karşı karşıya olduğumuz davalar genellikle siyasi davalar. Bunu neden söylüyorum? Çünkü genel olarak hem sosyal medya yasasında hem de daha önce çıkan yasalarda 5651 dışında, RTÜK yasasına dair kısa bir hatırlatma yapmak gerekebilir. Burada RTÜK yasasına eklenen bir yönetmelikle ‘Streaming’ yayın yapan platformların hepsinin bir lisans alması istenmişti. Ve bu ücretli bir lisans. Biz bunu gazetecilik için büyük bir sorun olarak görüyoruz. Çünkü bir çok gazeteci 2000’lerden bu yana medyanın AKP’ye geçmesi üzerine medyanın kendi daha bağımsız veya herhangi bir kuruma bağlı olmayan, kendi koşullarında ve genellikle online olarak sundukları içerikleri paylaşıyorlar. Streaming yayınlar buna girmeyecek mi burada da muğlak bir kelimelendirme vardı. Ayrıca lisan için sadece para değil bir de istihbarat teşkilatı olduğunu da anladığımız bazı kurumlardan bir onay almanız gerekecekti. Yani habercilik yapmak için izin alınması gibi bir durum olacaktı. Daha sonra da Türkiye’de uzun süredir yine bu yurtdışı ve sizin Freedom House raporunda da bahsedilen içerik sorumluluğunu da biraz platformlara yıkma. Platform derken sosyal medya şirketlerini kastediyorum. Bunlar Twitter, Facebook gibi çok kullanıcılı platformlara yıkmaya yönelik bazı düzenlemeler bütün ülkelerde oldu. Bu Türkiye’de de konuşuluyordu. Türkiye de uzun süredir bunun peşindeydi ama hatırlayacak olursanız pandemi döneminde nisan ayı sonunda 24 Nisan olabilir, tam tarihini hatırlamıyorum. Bir torba yasa konuşulurken bu torba yasanın ana amacı , ana içeriği ekonomik önlemlerdi. Covid’e ne yapılabilir? Zor durumda kalan kişilere yardım da orada bunun geçirilmesi konuşulmuştu. Belki bu ihtiyaç arttı. Bilmiyorum bu Covid döneminde baskı ve kontrol, denetim ihtiyacının artmasını her yerde gördük. Türkiye’de de öyle olmuş olabilir. Daha sonra eylül ayına bırakılması kararlaştırılmışken daha önce geçirildi bu yasa. O torba yasada geçmemiş bile olsa 1 Ekim’de de yürürlüğe girdi. Bu sosyal medya yasasında yine içerik sorumluluğu sosyal medya platformlarına bırakılıyor. Ayrıca burada temsilci bulundurmaları gerekiyor. Ve eğer bulundurmazlarsa neredeyse kapatılmaya kadar giden cezalarla karşılaşıyorlar. Kapatılmayı tırnak içinde söylüyorum. Çünkü yasa erişim kesmekten bahsetmiyor ama bant genişliğini daraltmaktan bahsediyor kademeli cezalar sonunda. Ben bütün bunları her zaman söylediğim gibi biz genel olarak Türkiye’deki durumun penceresinden görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tekrar tekrar aynı şeyleri söyleyerek canınızı sıkmak istemiyorum ama çok küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum. Türkiye’de şu an 100 gazeteci cezaevinde. Bunların büyük bir kısmı belki bu darbe girişiminden sonra girdiyse zaten her zaman bir baskı vardı ama 2016’dan sonra çok çok büyük bir artış görüyoruz. Tweetler , haberler, açıklamalar nedeniyle gazetecilerin genellikle terörle ilgili suçlarla yargılanmasına dair. Ve hükümetin internet alanını, kamusal alanı denetime alma ihtiyacı bence eş zamanlı olarak arttı gazetecilerin cezaevlerine girmesiyle. Tabi ki bu tartışılan darbe girişimi sonrası çok özel bir zaman diye ben sosyal medya yasasının detaylarından çok bahsetmeyeceğim. https://www.youtube.com/watch?v=MkwZeL5IPbA&t=4342s Gürkan Özturan’ın Türkiye’ de hem haklar & hürriyeleri kısıtlayalım hem de ekonomik olarak büyüyelim. Böyle bir şey mümkün mü? sorusunu yanıtlayan ekonomist ve daktilo1984 Genel Yayın Yönetmeni Enes Özkan, değerlendirmelerine şu şekilde devam etti: Böyle bir şey bazı durumlarda mümkün ama Türkiye için mümkün değil. Sayın Bakan Berat Albayrak’ın daha önceki açıklamalarına baktığımızda Enerji Bakanı iken hatta daha da önce yazdığı yazılar vardı onlara baktığımızda, onun kafasında Çin Modeli ile kalkınma gibi bir şey var. Çin modeli ile kalkınma sürekli yerel üretimi öne çıkarma vs. yoluyla kalkınma gibi gözüküyor fakat bu durum bu kadar masum bir şey değil. Yani Türkiye ekonomik büyüklük olarak Çin gibi bir ülke değil. İç talebi o kadar canlı bir ülke olmadığı için de bizim kendi Facebook,Twitter ve Youtube’umuzu yaratmamız mümkün değil. Aynı zamanda şöyle bir şey de var Çin modelinde. Evet orada belli bir ekonomik kalkınma seviyesi yakalanmış oluyor. Mesela Facebook yok, Youtube, Instagram, Twitter yok Çin’de. Ama onların muadilleri var. Hatta daha fonksiyonel uygulamalar bile var fakat buralar çok ciddi sansürün uygulandığı alanlar. Yani hiçbir şekilde herhangi bir muhalif mecra dijital anlamda varlığını sürdüremiyor. Çin de çok ciddi gözetim teknolojileri yatırımları yapıyor. Yani o nedenle aradan sıyrılması ve alternatif sosyal mecraların oluşması çok zor Çin’de. Bu tabi ki ekonomik durumdan bağımsız değil. Bu bir anlayış. Totaliter bir kalkınma anlayışı. Çin ile Türkiye arasında ne ekonomik olarak ne de sosyo-kültürel yapı olarak herhangi bir benzerlik yok. Bu sadece sayın bakanın yine bir küçük grup insanın biz yerel üretimle kalkınırız gibi pembe söylemlerle halka dayattığı aslında devlet aygıtının her şeyi kontrol altına almaya çalıştığı bir düzenin adı.

‘’TÜRKİYE İÇİN YATIRIM KARARI VERMEK ZOR’’

Tüm reklam pastası büyüyor Türkiye’de. Baktığımızda 2019 verileriyle ilgili konuşursak Türkiye’de reklam ve medya sektörü yüzde 6.8 civarında bir büyüme kaydetti. Fakat dijital mecraların büyüme oranına bakarsak yüzde 42 muazzam bir şekilde büyüyerek arayı kapatmaya başladı dijital mecralar. Şimdi sadece sosyal haklar ve özgürlükler açısından baktığımızda zaten durum fecaat. Freeedom House’un raporlarında bunlar var. Bir de ekonomik yönden baktığınızda en nihayetinde ekonomik özgürlükler de bizi biz yapan, hayatın içerisine farklı şekilde karışmamızı sağlayan özgürlüklerden bir tanesi. Orada da çok ciddi etkileri var. Mesela el emeğini piyasaya sunmak isteyen girişimci kadınlar, bunların çoğu aslında İnstagram’dan kendisine müşteri buluyor. Bu böyle önemsiz ve küçük görülebilir. Çok büyük bir pasta var. Dijjital reklam mecraları, diğer reklam mecraları vs. o büyük pastanın içerisinde küçük gözükebilir. Fakat şöyle bir durum var. Koronavirüs sürecinde biz onun daktilo1984’te bir dosyasını da hazırlamıştık. O kadar çok kişi işini kaybetti ve evde artık hayatını geçirmeye zorlandı ki, bu insanlar çoğunlukla günübirlik iş yapan insanlar. Bizim sokakta her zaman gördüğümüz garsonlardan tutun, geri dönüşüm emekçilerine kadar bir çok grup var. Bu insanların sosyal medya ya da dijital mecraları kullanım oranları da arttı. El emeğini ve o evin diğer üyeleri evin emeğini bir şekilde sosyal medyaya sunarak sosyal mecralar aracılığıyla bir şekilde yaşamlarını idame ettiriyorlar. Bu çok önemli. Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi bile bu sosyal mecralar belirleyebiliyor. Artık satın alma alışkanlıklarını da çok ciddi etkiliyor sosyal medya mecraları. Burada da şunun ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Burada ürününü, emeğini, hizmetini sunan insanların sosyal medya mecralarının bu şekilde yasaklanmasından ne kadar çok zarar edeceklerini aslında görebiliyoruz. İnsanlar artık evlerden de çalışıyor. Hepimiz bu yayına evlerimizden bağlandık. Bu yasanın hangi mecraları vurabileceği belli değil. Ankara Barosu Teknoloji ve Hukuk Kurulu Başkan Yardımcısı Avukat Gülşah Deniz Atalar ise Freedom House’un yayınladığı raporu hukuki açıdan ele alırken şu değerlendirmelerde bulundu:

‘’İÇERİKLERİN NASIL DENETLENECEĞİ SORU İŞARETİ’’

Freedom House’un raporunda açıkçası Türkiye’de çok fazlaca özellikle de mobil olarak, internet bağlantısı olan ama bu kadar çok bağlantıya karşı sansürü yaşayan bir ülke olduğumuz ortaya çıkıyor. Yine çok iyi bir puanlama olmuş. Çünkü içerik kaldırmayla ilgili kanun işin içine girmediği için henüz o kısımda yüksekte kalmışız bence. Ben biraz aslında bu Spotify mevzusundan başlamak istiyorum. Ben ilk Spotify ‘ı gördüm, ‘Podcast’ler nereden dinlenecek?’ kısmını düşündüm tabi ki ama asıl Spotify eğer Türkiye’den giderse zaten çok az para kazanan sanatçılar telif gelirlerini nasıl elde edecekler diye de bir endişem doğdu. Çünkü Türkiye’de müzik yorumcuları, bestekarlar, söz yazarları zaten telif geliri olarak çok az para kazanıyorlar. Spotify sayesinde aslına bakarsanız biraz daha Youtube gibi ya da Apple’ın diğer uygulamalarından para kazanıyorlar. O kısmı açıkçası beni ürküttü. Ama Spotify da yani madem RTÜK seni uyarınca başvuracaktın. Neden zamanında başvurmadın? Mesela o da kafamı karıştırdı. Yani illa RTÜK’ün uyarması mı gerekiyordu ‘bak sen lisans başvurunu yapmadın, yap bir an önce’ diye? O içeriğin nasıl denetleneceğiyle ilgili benim kafamda soru işaretleri var. Çünkü Netflix’teki gibi RTÜK de o konuyla ilgili gerekçeli kararını açıkladı. Sadece fragmanını izleyerek çıkarmışlar Netfilix’in izlenme listesinde o ilgili filmi (Minnoşlar). Gerçi onunla ilgili başka yorumlar da vardı. Yani çıkarılması da iyi oldu gibi yorumlar vardı. Spotify’ın nasıl denetleneceği ile ilgili kafamda soru işaretleri var. Sadece podcastlerin reklam marjına bakıp podcastleri engellemeye başlarlarsa gerçekten orada yayıncılık yapan insanlar için çok büyük bir sıkıntı olacaktır.

‘’NASIL BİR HUKUKİ SÜREÇ İŞLEYECEK BELLİ DEĞİL’’

Hukukun üstünlüğü ilgili her gün değişen kanunlarda bir yatırımcı gelip Türkiye’de neden yatırım yapsın. Yani özgürlükler, haber alma, haber verme hakkı gibi bizim anayasa haklarımızı geçtik. Buraya gelen yatırımcıların hukuki olarak güvenceye alınacağı bir durum bile söz konusu olmuyor. Bırakın kanunları, hakimlerin nasıl karar vereceğini bilmiyoruz. Booking.com gibi işte Uber gibi ya da şu an hatırlamıyorum geçen seferlerde baya bir bu tip yabancı yatırımların Türkiye’de erişimi engellendi.  Hakimler de neye nasıl karar vereceklerini bilmiyorlar. Dijital okur yazarlık seviyesi ne yazık ki Türkiye’de sadece siyasetçiler arasında değil, hakim ve savcılar arasında da çok düşük durumda. O yüzden bizim bazı cumhurbaşkanı ya da o zaman ki başbakana hakaret dosyalarında şu oluyordu. ‘Biz bu Twitter falan anlamıyoruz. Bir akşam çocuklara soracağız’ diyen hakimlerin olduğu bir ülkede şimdi nasıl bekleyebilirsiniz ki oradaki bir yabancı yatırımla ilgili Türkiye’den erişimi engellersek ne olur?  Nasıl ilerlenir gibi bir şeyi ben düşündüklerini sanmıyorum. Her zaman da bununla ilgili Ahmet Yıldırım’ın Türkiye kararına atıf yaparım. Ahmet Yıldırım Türkiye kararında hakimlerin erişim engelleme ile ilgili nasıl karar vermeleri gerektiğine ilişkin herhangi bir bilincinin olmadığı vurgusu yapılmıştır. Bu hala 2012’den beri bu şekilde böyle devam ediyor. Ne yazık ki hakimlerimizi, savcılarımızı Türkiye’de bu kadar çok sosyal medya kullanımının arttığı bir durumda hakimlerin hala kendini ‘’Bilişim Hukuku’’ geliştirmemiş olmaları gelen yabancı yatırımcıyı da zorlayacak durumda oluyor. Gelen yabancı yatırımcıyı herhangi bir bilirkişinin eline düşürüyorsunuz davalarda. O da çok hoş olmayan sonuçlara sebebiyet verebiliyor. 5651 sayılı kanunun değişiklikleri ile ilgili sosyal medyadan takip ettiğimiz kadarıyla hızlı bir şekilde içerik engellemeler devam ediyor. Ben bir tane de Bakırköy Sulh Ceza Hakimliğinin içerik çıkarmasına denk geldim. Onun dışında henüz bir içerik çıkarmayla ilgili bir sansasyonel olacak bir haber görmedim. Ama sosyal medya mecraları bu 5651 sayılı kanunun onlara getirdiği yükümlülükleri yerine getirebilecekler mi? Temsilcilik açsalar bile hala çok tartışmalı. Çünkü o kadar fazla yükümlülükleri var ki özellikle bu 48 saat içerisinde olumsuz verecekleri cevapları gerekçelendirmeleri kısmı bence onlar için çok büyük yükümlülük. Şu anlamda yükümlülük. İstihdam edilecek kişi sayısının artmasına yol açacak. Türkiye’nin ne yazık ki dijitalleşme karnesi sansür eliyle daha da kötüye gidiyor. Biz Çin olamayız. Niye olamayız? Bizim yurtdışı pazarımız onların yurtiçi pazarı kadar. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını belki de Türkiye’ye çok büyük katkılar sağlayacak beyinlerinin yaratıcılığını elinden almak için her zaman en gerekli işlemleri yapan bir devlet haline dönüşmeye başladı. Gerçekten de yaratıcılığımızı en çok kullanmamız gereken mecralarda biz sansürden nasıl kaçarız ya da başımıza nasıl bir şey gelmez de hapse girmeyiz. Bir şekilde hayatımızı idame ettireceğimiz yaratıcılığı kullanamıyoruz. Yaratıcılığını kullanan varsa bir çok beyin göçü haberi duyuyoruz. Onlar da buradan gidiyorlar. Cumhuriyetin kurulup da bu kadar devrimler eşliğinde bir sürü değişikliğin yapıldığı bir ülkeden, yüz yıl içerisinde nasıl bu hale geldiği tabi başka şeylerin tartışması. Ama insanların belki de yaşamlarına bakış açısının burada çok etkisi var.

‘’AİHM TÜRKİYE’NİN KENDİ İÇ KANUNLARI DEYİP DOSYALARI GERİ GÖNDEREBİLİR’’

Türkiye her zaman sosyal medya şirketlerindeki şeffaflık raporlarında her yıl daha da kötüye giden bir halde. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yeni başkanı Robert Spano Türkiye’ye geldi. Değişik, hepimizce farklı algılanan bir takım geziler yaptı. Hatta konsey de açıklama yaptı. Uygun geziler yaptı her yerde bu gezileri yapıyor. Mardin tamam din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili Mardin’e gitsin. Mardin bunun için Türkiye’de seçilebilecek en iyi yerlerden birisi. Birçok farklı dinden kişilerin bir arada yaşadığı bir yer ama yine de onun dışındaki görüşmeler beni bir hukukçu olarak çok üzücü şekilde etkiledi. Ama zaten yeni başkan Spano hem ikincilllik ilkesini çok seven ve çok kullanılması gerektiğini söyleyen söylemleriyle biliniyor. Bu sebeple de AİHM Başkanı seçildi. İkincillik derken şunu kastediyorum. Türkiye’nin iç meselesiyse bu Türkiye’de çözülsün. Bizim önümüze gelmesin. AİHM bu Türkiye’nin iç kanunları ve kendi güvenlik yetkisi ile ilgili bir şeydir deyip geri gönderebileceği bir sürü başvuruyu bunu ikincillik ilkesinin kullanılması yönünde karar verecek bir mahkemeye dönüşecektir. Çünkü onların da en fazla dert ettiği şey, çok fazla dosya var. Biz bunlarla ilgili bir pilot karar vereceğiz bir tane ve geri kalanın hepsini düşüreceğiz. Daha önce Ukrayna’da öyle bir karar verdiler. Başvurucular AİHM’den gelen kararlar uygulanmadığı için bir kez daha AİHM’e başvuruyorlardı. Enis Berberoğlu olayında da muhtemelen böyle bir şey olacak. AİHM kararı yerine getirilmediği için tekrar başvurulacak. Bu sebeple de başvuru sayısı artacağından, 10 bine yakın başvuruyu bir anda düşürüp biz sizinle ilgili pilot karar verdik, bu konu ülkenin kendi iç yetkisinde olan bir şeydir deyip gönderdikleri bazı dosyalar var. O yüzden de Türkiye’de bu kadar çok başvurunun olması AİHM’in çok hoşuna gitmiyor. AİHM’ de zaten Avrupa Konseyi’nin çoğu zaman siyasi kararlarını da uygulayabildiği bir mahkeme. O yüzden orada çok dosya olup olmaması da önemli mi ondan da çok emin değilim. Öyle de bir durum söz konusu. Bu arada resmi olmayan garantilerle ilgili de şunu açmak lazım. Siz 48 saat içerisinde cevap vermezseniz sizi sıkıştırmayacağız. Daha uzun sürede cevap verebilirsiniz ya da tazminat davalarıyla ilgili sizi sıkıştırmayacağız gibi resmi olmayan garantilerden bahsediyorum. Freidrich Naumann Vakfı, Türkiye Şubesi’nin destekleriyle gerçekleştirilen programın kaydını aşağıdan izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=MkwZeL5IPbA&t=4342s