Mağdura teşhir, faile koruma: Medyanın dili erkek şiddetini nasıl meşrulaştırıyor?

Abone Ol

Kadına yönelik şiddet sarmalları, tüm dünyanın verdiği bir savaş. Ülkemiz de, her geçen gün artan erkek şiddetine karşı, kadınların haklarını koruyamayan bir pencerede eylemsizliğini sürdürüyor. Bir cani ve sapığın kravat takıp iyi hal indirimi alabildiği bu mide bulandırıcı adaletsiz sistemin çarkında, adaleti savunanlar olarak, kadına yönelik gerçekleştirilen her türlü erkek şiddetinin karşısında olduğumuzu göstermemiz, farkındalık yaratmamız gereken bir gün bugün. Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Farkındalık dilde başlar diyerek, bugün medyanın şiddet haberlerini nasıl “eril bir bakış açısıyla” verdiği görecek, şiddeti nasıl normalize ettiğini ve meşrulaştırarak önemsizleştirdiğine birlikte şahit olacağız.

Bugün yerel değil tam anlamıyla küresel bir sorundan bahsediyoruz. Kadına yönelik şiddet sosyal, kültürel, dini farklılık göstermeksizin tüm toplumların kalıplaşmış, bir türlü çözülemeyen bir sorunu. Tam anlamıyla eril zihniyetin tahakküm altına alamadığını yok etme girişimi. Bakın Pekin Deklarasyonu kadınlara yönelik şiddeti şöyle tanımlıyor: "Kadınlara yönelik şiddet terimi, kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her tür şiddet anlamına gelir." Yani basit görülse de tehdit, taciz, tecavüz, görüntü alma, sözle, bakışla psikolojik olarak yıldırma, örtülü, açık, psikolojik şiddetin her türlüsü bu; ölüm ise gelinen son nokta.

Peki söylemlerimiz şiddeti nasıl meşrulaştırır? Neden değişim önce dilde başlar? Şiddet gerçeğine “kadına şiddet” diyerek mağdur odaklı bakmamız bile failin gerekçelerini onadığımız bir algıya zemin hazırlıyor. Doğrusu “Erkek şiddeti” “Erkeğin uyguladığı şiddet” yani failin gerçekleştirdiği hak ihlalinin altını çizer bir algıda söylemlerimi değiştirerek yola çıkmamız gerekiyor. Peki medyada durum ne? Şiddetin anlatılış biçimi, görsel materyal kullanımı, başlık seçim gibi özelliklerin görsel bilim, söylem ve içerik analizi ile irdelendiği bazı araştırma makaleleri medyanın geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Öyle ki bu araştırmalarda, yazılı medyada kadına yönelik şiddetin temsil şeklinin ataerkil bakış açısının etkisinde kaldığı bazı araştırma sonuçlarında cinsiyetçi söylemlerin kullanıldığı ve bazı araştırma sonuçlarında da kimlik gizliliği ilkesinin ihlal edildiği görülüyor. Şimdi bazı örneklerle bu ifadeleri somutlaştıralım….

Hürriyet Gazetesi’nin 2017 yılının ilk 6 ayındaki haberler incelendiğinde kadın cinayetlerinin veriliş biçimlerinde şu saptamalar gerçekleştirildi: “Tişörtünün iki düğmesi açıktı çılgına döndüm iki el ateş ettim” “Arkadaşlık teklifini kabul etmedi diye öldürüldü” “Bilecik’te dehşet! 8 aylık hamile eşini 29 kez bıçaklayıp öldürdü” “Din görevlisinden hayvansever yaşlı kadına şiddet” Cinsiyetçi söylemin altını çizen, “Öldürme nedeni odaklı” bu başlıklar, öldürme eylemini de bir nedene bağlayarak meşrulaştırmış oluyor. “Cinsiyet Temelli Bir Savaş: Kadın Cinayetlerinin Medyada Temsili Üzerine Bir Değerlendirme” (Gamze Güneş Buğra Yıldırım) başlıklı makale kapsamında 2018 Yılı kadın cinayet haberlerinin tümünün incelenmesiyle oluşturulan sonuçlarda da benzer durum söz konusu. İfadeler, “cinayet” ve “öldürdü” başlıkları “trans kadın cinayeti” “korkunç vahşet dehşet.” kelimeleriyle tekrarlanıyor. “Edilgen ve genelleyici başlıklar, “erkek failin açıkça korunması medyanın cinsiyetçi tutumunu gösteriyor.

“Haberlerin önemli bir kısmında failin, kadının duygusal birliktelik yaşadığı partneri veya tanıdığı bir erkek olduğu görülüyor. Medyanın çoğunlukla haber içeriğinde fiziksel şiddete yer verdiği ve şiddetin diğer türlerinin tanımlanmadığı görülüyor. İncelenen cinayetlerin neredeyse yarısında ateşli silah kullanımı mevcut ve ülkemizde silahlara kolay erişim kadın cinayetlerinde önemli bir risk faktörü olarak rol oynuyor. Diğer yandan kadına yönelik şiddet ve cinayet konulu haber içerikleri, sorunu tek boyutlu ele alma eğiliminde. Erkek faillerin suçları, motivasyonel kalıp yargılarla gerekçelendirilerek psikolojik ve bireysel tasvirlerle sunuluyor. Ölen kadınların kimlik bilgileri ve fotoğraflarıyla açıkça teşhir edilmesi de kadın hakları ihlaliyken, pek çok erkek failin buzlanma yöntemiyle ya da isminin gizlenmesiyle korunmaya çalışıldığı tespit edildi.

Çalışmalarda, infial yaratan ve haber diliyle oldukça eleştirilen “Yatakta Biten Beyoğlu gecesi” adlı Habertürk’ün bir haberi de analiz edildi. Haberde, Ş. E’nin sırtından bıçaklanmış haldeki bedeninin alenen ve ilk sayfadan verilmesi, Kocasının “ihanete uğradığı” gerekçesiyle kadını bıçakladığına ilişkin bilgi verildi. “M. K’un ölümüne ilişkin kanlı detayları sayfasına taşıyan gazete, cinayette kullanılan testereyi paylaştı. Haber fotoğraflarında mağdurun yüzü açıkça gösterilirken failin yüzüne buzlama yapıldığı görüldü. “ A. P.” cinayetinde de, uğradığı şiddet sonucu gözü morarmış çaresizce bakan kadının fotoğrafı paylaşılmış, hiçbir buzlanma yapılmamış, fail ve mağdur yine aynı karede yer almıştı. F. N. Ç.’in tecavüze uğradıktan sonra öldürülmesine ilişin haberde de aynı etik ihlali yapıldı. Genç kızın yarı çıplak haldeki cansız bedeni gazetenin web sayfasına hiçbir buzlama yapılmadan ye aldı. Cinsiyetçi yaklaşımının yanı sıra kimlik gizliliği ihlali yapılan haber içeriklerinde erkeğin hep haklı çıktığı ya da haklı gerekçelerle örtülü olarak savunulduğu görülüyor. Tecavüze ilişkin haberlerde de meşrulaştırıcı söylemler sıkça kullanılıyor. Mağdurların özel bilgilerinin açıkça verildiği, resimlerinin ise buzlanmadan sunulduğu da bir etik ihlali olarak karşımıza çıkıyor.

Yine Habertürk’ün “Kadına Şiddette Son Nokta” başlığıyla verdiği haberini hatırlarsınız, “Birinci sayfadan ve 31,3x11,8 cm ebadında sürmanşetten verilen fotoğrafta kocası tarafından öldürülen kadının bedeni yakın planda belden yukarısı çıplak, yüzü açık, sırtındaki bıçak ve vücudundaki kan izleri buzlanmadan verilmişti. Fotoğraftaki kadın imgesi, kadını güçsüz erkeği ise güçlü bir pozisyonda konumlandırıyor. Fotoğraftaki kadının kendi iradesi dışında yarı çıplak bir şekilde görüntülenmesi ve bu görüntünün tüm açıklığı ile kullanılması da bir diğer etik ihlâli. Kadın imgesindeki şiddet dozunun oldukça fazla olması toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanında gazetecilik meslek etiğinin de ihlâl edildiğinin bir göstergesi.” Bu haber de “kadına yönelik şiddet” olarak adlandırılmıştı. Haberin ‘erkek şiddeti’ olarak adlandırılmaması şiddet uygulayan tarafın geri planda kalması sonucunu doğuruyor, en başta da söylediğim gibi. Olayın dilsel ve görsel göstergeleri şiddet olgusunu toplum merkezli olmaktan uzaklaştırmış ve kişiselleştirerek bireye indirgemiş. Analiz sonucunda elde edilen bulgular, haberlerdeki cinsiyetçi bakış açısını net olarak ortaya koyuyor. Fotoğraf erkeğin yani olayın failinin bulunmaması da faili korumanın bir başka göstergesi. Bu anlamda görünür olan kadın. Fakat fotoğraftaki kadın imgesi, zayıflığın bir temsili olmaktan öteye geçmiyor.” Bu örnekler maalesef ki fazlasıyla artırılabilir.

KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR!

Burada görmemiz gereken asıl nokta eril medya dilinin realitede nasıl yansımaları olduğu ve temel olarak kadın cinayetlerinin politik oluşu. Kadın cinayetleri politiktir çünkü, medya, kadına yönelik -erkek şiddetine- karşı herhangi bir çalışma başlatmayan devleti sorgulamak yerine şiddeti ve cinayetin haklı sebeplerini arıyor.

Kadın cinayetleri politiktir çünkü yargı önünde bile meşrulaştırılmaya çalışılıyor. İyi hal ve tahrik indirimleriyle erkek terörü normalize ediliyor. Kadın cinayetleri politiktir çünkü eğitim sistemimizin temeli dahi cinsiyetçiliğe dayanıyor. Erkek şiddetine maruz aklan hiçbir kadının can güvenliği devletin kurumları vasıtasıyla bile sağlanamıyor. Devletin, “hamile hamile sokakta ne işi var” “mini etekli kızlar” “kadın mı kız mı belli değil” gibi cinsiyetçi ve aşağılayıcı, hedef gösterici tutumu ve dili varken farklı bir eylemde bulunması da beklenemez doğrusu.

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, boş laflar yerini kararlı bir eyleme bırakana kadar durmayacağız ve mücadelemizi sürdüreceğiz, İstanbul sözleşmesi bizi yaşatıncaya dek, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” demeye devam edeceğiz. Yaşamdan koparılan, her gün korkuyla yaşayan, şiddetin her türlüsüne maruz bırakılan tüm kız kardeşlerimiz için, “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!”

* Haber örneklemlerinde; Özen İnam ve Nevin Hotun Şahin’in, View Of Women's Violence In Turkish Media (Kadına Yönelik Şiddetin Türk Medyasındaki Temsil Şekli Sistematik Derleme Araştırması’ndan yararlanılmıştır.