Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) deprem bölgesindeki incelemelerini rapor haline getirdi. KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ile bağlı sendikaların yöneticilerinden oluşan heyet 27 Şubat – 2 Mart  arasında Malatya, Adıyaman, Besni, Gölbaşı, Narlı, Pazarcık, Nurdağı, İslâhiye, Samandağ, Antakya, İskenderun ve Osmaniye’de inceleme yaptı. KESK bugün Sendika Genel Merkezi’nde incelemelerle ilgili hazırladığı 4. raporunu açıklamak için basın toplantısı yaptı.

KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik kamuoyuyla paylaştı. Raporda şu tespitlere yer verildi:

“Deprem devlet kurumlarının, organlarının nasıl da işlevsizleştirildiğini, içinin boşaltıldığını, nitelikten uzaklaştırıldığını, güvenlikçi devlet anlayışının sosyal devleti nasıl da ortadan kaldırdığını en net haliyle gözler önüne sermiştir. Tek adam rejiminin adeta mottosu haline gelen "işler hızlı yürüsün" gerekçesinin de ne kadar da içi boş olduğunu, hantallaşmanın ve bürokrasinin rejimin temel karakteri haline geldiğini deprem sonrası yaşananlar üzerinden herkes daha net gördü.

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER OHAL ELİYLE İKTİDARIN KUŞATMASI ALTINA ALINMIŞTIR: Net olan diğer bir husus ise OHAL’in niçin ilan edildiğidir! Depremin sonuçlarının bu denli ağır olmasına yol açan politikaların teşhirini önleme amacıyla temel hak ve özgürlükler OHAL eliyle iktidarın kuşatması altına alınmıştır. İstanbul’da, aralarında çok sayıda sendika şube yöneticilerimiz ve üyelerimizin de olduğu Kızılay’ın ne insanlığa ne ahlaka ne de hukuka sığan çadır satışını, iktidarın depremin sonuçlarının ağırlaşmasına yol açan politikalarını protesto etmek isteyenlere yönelik polis saldırısı iktidarın faşizan yüzünü, OHAL’in amacını bir kez daha göstermiştir. Depremden sonra ortada olmayan devlet şimdi kalkanıyla, copuyla, gazıyla, cezaevi ile ortada dolaşmaktadır. Tribünlerden hükümeti istifaya çağıran sloganlar sonrası İçişleri Bakanı’nın ‘burada bizim bu deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler’ tehdidi ve hodri meydan çağrısı da kaynakların depreme, kamu hizmetlerine değil polis devletine ayrıldığının itirafı niteliğindedir.

TEK BİR KİŞİNİN DAHİ İSTİFA ETMEMESİNİN DÜNYADA BİR BENZERİ YOKTUR: Basında her gün gözaltına alınan ya da tutuklanan müteahhitlerle ilgili haberleri okuyoruz. Marmara depreminden sonra yaşananları göz önüne aldığımızda bunun bir gaz alma, tepkileri dindirme, müteahhitlerle sınırlayarak kendine koruma çemberi oluşturma politikası olduğu çok açıktır. Binlerce konut depreme dayanıksız ve yönetmeliğe aykırı yapılırken buna sessiz kalan, denetlemeyen, imar aflarıyla teşvik eden iktidardan bugüne kadar tek bir kişinin dahi istifa etmemesinin dünyada bir benzeri yoktur. Bu kadar kibirli, bu kadar tahammülsüz, koltuklarını korumak için bu kadar hukuksuzluğa bulaşmış bir iktidar örneğine rastlamak mümkün değildir.

ÖNÜMÜZDEKİ AYLARDA GIDAYA ERİŞİMİN DAHA DA ZORLAŞACAĞINI YERİNDE GÖZLEMLEDİK: Sendikalarımızın Genel ve Eş Genel başkanlarından oluşan bir heyetle 27 Şubat Pazartesi gününden 2 Mart Perşembe gününe kadar Malatya’dan başlayarak KESK koordinasyon çadırları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve yerel yönetimler ziyaret ederek deprem bölgelerindeki son durumu yerinde gördük, inceledik. Depremzedelerle görüşerek sorunlar ve çözüme dair fikir alışverişinde bulunduk. Kır yaşamının çekiciliğini bitiren politikalarla insanları kente sıkıştırma, beton yığınına dönen kentlerin ekolojik yaşamdan uzak olması, yeşil alanların neredeyse bitirilmiş olması tespitini ve gerçekliğini deprem anında bir kez daha hissettik. Ara sokakların (aslında sokak yok) cadde olmasından kaynaklı kaçacak bir yerin bulunmaması, caddelerdeki araçların panik halinde trafik kazası yaşama ihtimalinin yüksek olması ve bunun yarattığı hareketsiz kalma halini bizler de yaşadık. Aynı şekilde hayvan ve bitkilere bir önem atfetmeyen yönetim anlayışı nedeniyle sokak hayvanları sayısında aşırı artış olduğunu, tarım alanlarına beton dökülerek yeni konteyner ve çadırkentler yaratma çabasının ekolojik yıkımı artırdığını, aynı zamanda tarımla uğraşanların geçiminin daha da zora sokulduğunu, bu nedenle önümüzdeki aylarda gıdaya erişimin daha da zorlaşacağını yerinde gözlemledik.

ADIYAMAN’DA 35-40 BİN ARASINDA İNSANIN YAŞAMINI YİTİRDİĞİ İFADE EDİLMİŞTİR: Yıkılan binaların enkazı kaldırılırken herhangi bir önlem alınmadığını, enkaz kaldırmada çalışan personelin N-95 (FFP2) maske kullanmadığını, sendikamız SES ve TTB’nin yaptığı uyarılar sonrası normal cerrahi maskelerin kullanıldığını yerinde gördük. Bunun ciddi sağlık sorunlarına yol açacağı hususu işkolu sendikamız SES ile TTB başta olmak üzere birçok kesim tarafından ifade edilmektedir. Malatya ve depremin yaşandığı tüm bölgelerde nüfusun yüzde 90’ının kenti boşalttığı tespiti birçok kesim ve geride kalan depremzedeler tarafından dillendirilmektedir. Gölbaşı ilçesinin yüzde 75’inin yıkıma uğradığı, merkezi hükümetten bir destek alınmadığı, yer yer gönüllü grupların çalışmalarının engellendiği bilgisi paylaşılmıştır. Farklı farklı sayılar verilse de genellikle Adıyaman’da 35-40 bin arasında insanın yaşamını yitirdiği, özellikle ilk birkaç gün herkesin kendi imkânları ile cenazesini çıkarmak zorunda kaldığı ifade edilmiştir. Kentte sağlık çalışmalarının ağırlıklı olarak sendikamız SES, TTB ve uluslararası gönüllüler tarafından yapıldığı, müdahale ve ilk yardımda iktidarın panik içinde depremi aratmayacak hatalar yaptığını gözlemledik. Adıyaman’daki kamu emekçilerine depremden kendileri de ağır şekilde etkilenmelerine rağmen işe gitme zorunluluğu getirildiğini, kendileri de depremzede olan yerel idarecilerin durumu anlayışla karşılayarak esnek yaklaşmaya çalıştıklarını ancak OHAL valilerinin baskıcı politikalarla insanların deprem yaralarını sarma, aile, komşu ve akrabaları ile zaman geçirip yaslarını tutmasına bile müsaade etmediğini yaptığımız çalışmalar ve görüşmeler sonucunda tespit ettik. Diğer yerlerde de dile getirilen ve canımızı bir kez daha yakan bir gerçekliğin Narlı’da daha yaygın yaşandığını gördük. Yapılan yardımların bile yandaşa verildiği, muhtarlar eliyle yapılan dağıtımda yandaşlara ve birinci derece yakınlarına öncelik verildiği, halka eşit bir şekilde yardımın gitmediği birçok kişi tarafından dile getirildi.

DEMOGRAFİK YAPININ DEĞİŞTİRİLME KAYGISI ÇOK GÜÇLÜ: Yıkımın en yoğun olduğu ilçelerden olan Nurdağı’ndan sonra sırasıyla Gaziantep, İslâhiye, Samandağ, Antakya, İskenderun ve Osmaniye’de KESK Koordinasyon çadırlarını, diğer sivil dayanışma ağlarını ziyaret ettik. Yıkılan yerleri, kaldırılan enkazları da yerinde görme fırsatımız oldu. Samandağ ve Antakya da halkta kentin demografik yapısının değiştirilme kaygısının çok güçlü olduğunun altını çizmek istiyoruz. Aslında bu kaygı İskenderun, Elbistan, Pazarcık, Adıyaman gibi yerlerde de mevcuttur. İktidarın tekçi anlayışı, depremde dahi geçmişi karanlık gerici vakıflarla girilen ilişkiler bu kaygının anlaşılır ve haklı olduğunu göstermektedir.  Bu il ve ilçelerde de ilk müdahalelerin, yardımlaşma ve dayanışmanın KESK, demokratik kitle örgütleri ve belediyeler tarafından yapıldığı, enkaz kaldırmada gerekli önlemlerin alınmadığı, elbise yıkama ve duş sorunundan kaynaklı sağlık sorunları olduğu ifade edilmiştir. Heyetimizin ziyareti sırasında KESK, SES, TTB, Veteriner Hekimler Birliği, Eczacılar Odası ve Demokratik kitle örgütlerinin bulunduğu Sevgi Parkı’nın Valilik talimatıyla boşaltılmak istenmesi durumu yaşanmış, buna karşın Antakya Dayanışma Platformu olarak basın açıklaması yapılarak anti demokratik tutum protesto edilmiştir. Bir gün sonra yapılan görüşmeler sonucu Sevgi Parkı’ndaki çadırlar daha uygun bir alana taşınmıştır.

AYRIMCILIK ELEŞTİRİLERİ YOĞUN: İktidarın deprem bölgelerindeki çalışmalarında çok yönlü bir ayrımcılık olduğuna dair yoğun eleştiriler ve değerlendirmeler mevcuttur. Etnik kimliğe, mezhebe, muhalif kimliğe, cinsiyete dayalı, mülteci karşıtlığı şeklinde gelişen ayrımcılık depremin yarattığı zorluklara toplumsal fay hatlarının derinleşmesi gibi yeni kırılmalar eklenmektedir. Depremin dahi iktidarı ayrımcı politikasını zerre kadar sorgulamaya götürmemiş olmasını ideolojik felsefesine, kapitalist zihniyetine ve tekçi anlayışına bakarak değerlendirmek bizleri daha objektif sonuçlara ulaştıracaktır. Deprem sonrası devletin geç gelmesi, çadırkent ve konteynerkentlerin hala yetersiz oluşu, havaların soğuk oluşu gibi nedenlerden dolayı adeta kavimler göçüne benzer bir göç yaşanmaktadır. İktidarın yerinde tedbir almak ve ihtiyaçları karşılamak yerine adeta göçleri teşvik ettiği ya da en iyimser tahminle seyrettiği görülmektedir. ‘Fırsat bu fırsat’ denilerek seçimlere yönelik bir hesap mı yoksa uzun vadeli daha farklı toplumsal mühendislik mi yapılmaktadır, bilemiyoruz. Tek adam rejimlerinin bellek silme konusundaki pratikleri, deprem sonrası bu tehdidi daha da büyütmektedir. Başta AFAD İl Müdürlükleri olmak üzere iktidara bağlı resmî kurumlar depremzedelere yönelik yapılan çalışmalar konusunda STK’ler ile iş birliğine gitmemekte, STK’lar kimi yerlerde ciddi engellemelerle karşılaşmaktadır. İktidarın muhalif partilerden seçilen yerel yönetimlerle iş birliği yapmama tutumu devam etmektedir. Atanan koordinatör valiler ise daha çok güvenlik meseleleriyle ilgilenmektedirler.

BİRÇOK YERDE SALGIN TEHLİKESİ BAŞ GÖSTERMİŞTİR: Depremin en çok etkilediği yerlerde sağlığa erişimde ciddi sıkıntılar vardır. Çadır sorununun dahi tam olarak çözülmemiş olması, suların kirlenmesi, oluşturulan çadırkent ve konteynerde banyo ve tuvalet sorununun standartların çok uzağında olması, hava durumu gibi nedenlerden dolayı birçok yerde salgın tehlikesi baş göstermiştir. Deprem bölgelerindeki Aile Sağlık Merkezlerinin (ASM) neredeyse tamamı kapalıdır. Çünkü bir kısmı yıkılmış, bir kısmı ağır hasarlı hale gelmiştir. Kısmen koşulları olanlar da daha yeni yeni açılmaktadır. Ancak buralarda çalışan emekçiler de depremzede olduğu için travma durumları devam etmektedir. Havaların soğuk olması nedeniyle özellikle geceleri soba kullanılmakta ve bu sobalarda kalitesiz kömür kullanılmaktadır. Çadırların kalabalık olması da bu duruma eklenince üst solunum yolu enfeksiyonlarında ciddi bir artış gözlenmektedir.

KÖYLERDE BİT VE UYUZ SALGINI BAŞLAMIŞ DURUMDADIR: Genel anlamda tuvalet ve banyo problemi devam etmektedir. Köylerde seyyar tuvalet yoktur. Kalabalık nahiye, ilçe ve illerde yeterince tuvalet bulunmamakta, çoğu yerde ise tuvaletlerin düzenli temizliğinin yapılmamasından kaynaklı sağlığı tehdit eden kirlilik yaşanmaktadır. Banyo sayısının yeterli olmaması da uyuz ve bit salgınlarına zemin hazırlamaktadır. Köylerde deterjan bulunabilirse çamaşırlar taşıma su ile ellerde yıkanmaktadır. Kazanlarda ısıtılan sular ile çadır içinde banyo yapılabilmektedir. Deprem olduğu günden bu yana banyo yapamayan insanlar bulunmaktadır. Kimi köylerde bit ve uyuz salgını başlamış durumdadır.

GELECEĞE DAİR BELİRSİZLİK TOPLUMSAL BİR TRAVMAYA DÖNÜŞMÜŞTÜR: Depremzedeler göç ettikleri illerde de öncelikle dayanışma ilişkileri ile yaşama tutunma gayreti içerisindedirler. Ev ve iş bulma en temel sorun haline gelmiştir. Kira fiyatları korkunç düzeylerde artış göstermiştir. Geleceğe dair belirsizlik toplumsal bir travmaya dönüşmüştür. İstanbul, İzmir gibi illere göç etmek zorunda kalanlar buralarda deprem olabileceği kaygısı ile ciddi psikolojik sorunlar yaşamaktadır. İllere gelen depremzedeleri herhangi bir resmi kurum karşılamamakta, bir kayıt tutulmamaktadır. Resmî kurumlar tarafından depremzedelere yönelik düzenli güncel bilgilendirmeler yapılmamaktadır. Otellere yerleşen depremzedelerin kahvaltı ihtiyaçları oteller tarafından karşılansa da öğlen ve akşam yemeklerini kendileri karşılamak zorunda kalmaktadırlar. Lise ve üniversitelere giriş sınavına girecek gençlerin sınava odaklanma, il dışına çıkanların adaptasyon ve genel olarak gelecekleriyle ilgili kaygılı oldukları sıklıkla dile getirilmektedir."