Temel Karamollaoğlu, bugün Saadet Partisi Genel Merkezi’nde basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. “Seçimler için önümüzde 6 aylık bir süre var. Saadet Partisi olarak, çalışmalarımıza hız verdik. Son hazırlıklarımızı da gözden geçiriyoruz. Artık aynı zamanda hem masa başında hem sahada aktif bir şekilde çalışmaya başladık. Sözlerimin hemen başında şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Saadet Partisi kadroları olarak biz, ruhen ve fiziken seçimlere hazırız. İktidara da elbette” diyen Karamollaoğlu, şunları söyledi:

“Bildiğiniz gibi, bu çalışmaların yanı sıra özellikle parlamenter sisteme geçiş çalışmaları kapsamında bir araya gelerek yaklaşık bir yıldır birlikte çalıştığımız partilerle de bugüne kadar epeyce yol katetmiş bulunuyoruz. Hepinizin malum olduğu üzere, pazartesi günü ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş’ ile ilgili anayasa değişikliği teklifimizi kamuoyu ile paylaştık. Ardından da Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Gültekin Uysal’ın ev sahipliğinde, ikinci turun üçüncü toplantısını gerçekleştirdik. Öncelikle bu sürece katkı sunan, emeği geçen herkesi, bütün çalışanları yürekten tebrik ediyorum. Özellikle komisyon üyelerimizi, farklı sahalarda çalışan komisyon üyelerimizi burada dikkate alarak bunları söylüyorum. Hemen şunu ifade etmek isterim ki yeni anayasa teklifimiz, sadece altı siyasi partinin değil, 85 milyonun hassasiyet ve beklentileri dikkate alınarak hazırlanmıştır. Gerçekten bu konuda titiz bir çalışma ortaya konulmuş. Alanında uzman hukukçuların, akademisyenlerin, sivil toplum temsilcilerinin, kanaat önderlerinin ve araştırma kuruluşlarının görüş, değerlendirme ve tekliflerine başvurulmuştur. Aslında biz, bu teklifle anayasayı bütün olarak ele alıp değiştirme iddiasında değiliz. Sadece Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçerken ele alınması icap eden bazı konuları elbette ele aldık.

Yeni sistemin daha verimli, daha vatandaşa hizmet verecek bir anlayışla yürütülmesini temin için, buna rağmen işte milletimizin ihtiyaç ve beklentilerine uygun bir sistemin ortaya konulması da bir ihtiyaç olarak ele alındı. Şunu ifade etmek isterim ki 1876 yılında yürürlüğe giren Kanun-i Esasi’den bugüne süregelen 150 yıllık anayasa geleneğimizde, bu girişimimizle yeni bir sayfa açılıyor ve çok partili siyasete geçiş tecrübesinden bugüne dek üç çeyrek asırlık hiç şahit olmadığımız bir mutabakatla bu geçişi sağlamaya çalışıyoruz. Unutmayalım ki birbirinden çok farklı geleneklere ve programlara sahip altı siyasi parti, ittifak ediyor. Teklif ettiğimiz konularda bu çok önemli bir adım. Özellikle uzlaşma kültürünü kazanma babında önemli bir adım. Birbirinden çok farklı geleneklere ve politikalara sahip olan altı siyasi partiden bahsediyorum. İş bu; istişare, çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda hazırladığımız bu toplumsal sözleşme taslağında şu konuları özellikle gündeme getirme ihtiyacını duyduk: Etkin ve katılımcı bir yasama organı, istikrarlı şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme organı, bağımsız ve tarafsız bir yargı, kurumsal kültürün hakim olduğu bir kamu yönetimi anlayışı, kuvvetler ayrılığının tesis edildiği güçlü, özgürlükçü, demokratik ve adil bir sistemi inşa etme anlayışı. Bizler, bu teklifle en temelde hukuk devletini ortadan kaldıran, millet egemenliğini tek bir kişinin iradesine hapseden bugünkü kural tanımaz ve keyfi yönetim anlayışını değiştirmekte kararlı olduğumuzu ortaya koymuş oluyoruz.

Görüleceği gibi, bu çalışma sadece yeni bir hükümet sistemi değişikliğinden de ibaret değildir. Biz, yeni bir anlayışla her koşulda hürriyeti esas alan ve 85 milyonun insan onuruna yaraşır bir şekilde hayat süreceği yeni bir Türkiye’yi inşa edeceğimizin altını çiziyoruz. Vatandaşın devlete karşı ödevlerini merkeze alan bir bakış açısı yerine vatandaşlarımızın hak ve hürriyetlerini önceleyen yeni bir paradigma ortaya koyuyoruz. Bu, çok önemli bir değişiklik. Devleti kutsayan ve herkesin devlete sanki çok büyük bir borcu varmış, sanki devlet vatandaşların üstünde bir yapıymış anlayışı yerine, devletin vatandaşa hizmet etmesini önceleyen bir anlayışı biz ortaya koyduk. Bu, çok önemli bir yaklaşımdır. Esas olan, maalesef şu anda çokça söylenen devlet değil ülkedir, vatandaştır, millettir. Milletin oluşturduğu devlet, vatandaşa hizmeti esas hedef olarak görmelidir, vatandaştan kendisinin beklentilerini değil. Bundan dolayıdır ki bu anayasada tahakküm değil eşitlik, çifte standart değil adalet, baskı değil insan hakları esas olmaktadır. Bu anayasada milletin özgürlüğü, refahı ve huzuru esas alınmıştır. Bilinmelidir ki bu anayasa taslağı, tek bir adamın iki dudağı arasından çıkmış değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu taslak, ortak aklın, istişarenin ve uzlaşının ürünüdür. Saadet Partisi olarak, bu çalışmalarımızın özgür, adil ve müreffeh bir Türkiye’nin kuruluşuna vesile olacağına inanıyor ve bu inanç ve kararlılıkla çalışmalarımızı yoğun bir şekilde sürdüreceğimizi ifade etmek istiyorum buradan."

“TEPEDEN TIRNAĞA BİR İSRAF, RÜŞVET VE YOLSUZLUK DÜZENİ VAR ÜLKEMİZDE”

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Türkiye’yi hem toplumsal hem de yapısal anlamda çıkmaza soktuğunu belirten Karamollaoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ne yazık ki karşımızda şöyle özetleyebileceğimiz vahim bir tablo bulunmaktadır: Vatandaşı belki derinden en çok etkileyen yüksek enflasyon, işsizlik, borçluluk ve giderek artan cari açık. Bunun tersi iddia ediliyor. Biz bunu biliyoruz. Peki ya bu sıkıntı niye? Halkın büyük çoğunluğunu esir almış bir yoksullukla karşı karşıyayız. Tepeden tırnağa bir israf, rüşvet ve yolsuzluk düzeni var ülkemizde. Hasara uğramış bir devlet anlayışı ve ne yazık ki devlet kurumlarıyla karşı karşıyayız. Geçmişin birikimi ve geleneğiyle bağı kopmuş bir devlet mekanizması işliyor şu anda. Keyfi işleyen bir hukuk ve yargı sistemimiz var. Çifte standartlı. Bir tenkitle, bir iftirayla hükümet ve muhalefet karşı karşıya geldiğinde çok farklı yorumlayan bir adalet anlayışı. Sadece tenkiti hakaret kabul edip cezalandıran; ama hakareti, bir devlet tarafından, devlet yöneticileri tarafından yapılmışsa da masum bir ifadeymiş gibi kabul edilen bir maalesef adalet anlayışı var memleketimizin. İstişare ve ortak aklı bir kenara bırakmış bir yürütme erki var karşımızda. Zayıflatılmış ve âtıl bırakılmış, çelişkilerle dolu kararlara imza atılmış bir yasama organı var. Türkiye, sadece son birkaç yılda bu denli kötü bir tablo ortaya çıkaran bir sistemle ileriye doğru adım atamaz, gelişemez. Bu sebepledir ki mevcut sistem değişmeden ekonominin düze çıkması da mümkün değildir. Bu sisteme geçerken -dikkatlerinizi çekmek istiyorum- dolar 4 lira 80 kuruş idi. Bugün 19 lirayı yakaladı, 20’ye dayandı. Resmi enflasyon, her ne kadar farklı gösterilmeye çalışılırsa da yüzde 15’lerde iken bugün üç haneli rakamlara dayandı. Yoksulluk ve işsizlik artarken halkın alım gücü her geçen gün azaldı, dibe vurdu. Bırakın ev alma hayallerini, artık büyük bir çoğunluk için düzgün bir evde oturabilmek, kirasını ödeyebilmek bile hayal oldu. Bir milyon civarında yeni inşaat yapılacak, kuyruğa girenler var ama kuyruğa girenlerle giremeyenler arasındaki farkı görmeye de ihtiyaç var. Birkaç yıl önce dar gelirli aileler için et almak zordu, ama şimdi ekmek, süt, yumurta, patates gibi eskiden çok ucuz olan en temel gıda maddelerini bile alamaz hale gelen yüz binler, milyonlarca insan var. Özel okula göndermenin zorluğundan değil, artık devlet okullarında çocuğunun kantin ve kırtasiye masraflarını yetiştiremeyen, kaldıramayan, bulamayan aileler var. Artık özel hastanelere gidemeyenleri değil, devlet hastanelerindeki muayene ücretini ve ilaç parasını dahi denkleştiremeyen yine binlerce, yüz binlerce aileden bahsediyoruz.

“BÜTÇE BİR HÜKÜMETİN ADETA KİMLİĞİDİR”

Gündemin önemli başlıklarından birisi de yine ekonomiyi elbette derinden ilgilendiren bütçe görüşmelerinde karşılaştığımız manzaradır ve bütçenin bizatihi kendisidir. Çünkü bütçe, bir hükümetin adeta kimliğidir. Onu gösterir. Ekonomi anlayışının aynasıdır. Ne yazık ki bu iktidarın ve bu sistemin bütçe karnesi hiç de iç açıcı değildir. Sadece birkaç örnekle bunu dile getirmeyi doğru buluyorum. 2023 bütçesinde faize ayrılan pay, tam 550 milyar lira. Aynı bütçede tarıma ayrılan pay ne kadar derseniz? Sadece 64 milyar lira. Tarım Bakanı öyle bir mantıkla ortaya çıkıyor ki Tarım Bakanlığı’nın bütün bütçesini sanki çiftçiye verilecek miktarmış gibi aktarmaya kalkıyor. Kendi çıkardıkları kanunda bir kere bile dikkat edip bir kere bile uygulamadıkları, tarıma destek konusunda çıkardıkları kanundaki -bunu yaklaşık 18 sene önce çıkarmışlardı- ‘Milli gelirin yüzde 1’inden daha azı tarıma destek için ayrılamaz’ diyor. Mutlaka yüzde 1’in üstünde olacak, en az yüzde 1 olacak. Peki tarıma ayrılan pay ne kadar? 64 milyar lira. Bugünkü milli geliri dikkate aldığımız zaman ayrılması icap eden pay ne kadar? Çok yuvarlak söylüyorum; 160 milyar liranın üstünde. Yarısını bile vermiyorlar. Bu nasıl bir mantık? Onun için Sayın Erdoğan’a burada sorma ihtiyacını duyuyorum. Çünkü bütçenin sahibi devlet, hükümet. Hükümet kim? Sayın Cumhurbaşkanı’ndan başka kimse yok. Burada çiftçi nerede, tarım nerede, üretici nerede? Tabii en son olarak da ister istemez ‘nas’ nerede? Bunu sorma ihtiyacımız var. Biz, bu bütçeyle görüyoruz ki Cumhuriyet tarihinin en büyük faiz rekoru bu bütçeyle kırıldı. 550 milyar lira. Ulaştırma, eğitim, tarım, sağlık, neredeyse bütün alanlardaki yatırımları toplasanız faize ödenen paraya ulaşamıyor. Ki bu da bugünkü şartlarda minimumda tutulan faiz gideri. Gelecek nasıl olacak? Geçmişe baktığımız zaman bunun çok daha üstünde olacağını tahmin etmek zor değil. Sonra siz kalkacaksınız, bütün bunlara rağmen kürsülerde ‘Nas var, nas’ diye nutuk atacaksınız. Bununla da güya kendinizi savunmuş olacaksınız. Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz ödemesini siz yapıyorsunuz. En fazla faiz lobisinden şikayet eden de sizsiniz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Bu hükümetin hazırladığı her bütçede olduğu gibi bu bütçede de çiftçi yoktur, emekli yoktur, asgari ücretli yoktur; memur, işçi, emekçi yoktur maalesef. Yani vatandaşlar yoktur. Kıt kanaat ayakta durmaya çalışan esnaf ve sanatkar da yoktur, üretici de yoktur. Aslan payı bu yılda rant, faiz lobiciye, yani bir avuç mutlu azınlığa aktarılacaktır. Yine en çok faiz lobisi ve bankalar kazanacaktır. Ortaya koyulan rakamlar bunun habercisidir açık bir şekilde. Hiç sözü uzatmaya gerek yok. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Denk bütçe yapmadan faiz lobisini engelleyemezsiniz. Havuz sistemini kurmadan, tek hesap sistemine geçmeden harcamaları kontrol edemez, sömürüyü engelleyemezsiniz. Üretim ve ihracat seferberliğini başlatmadan ekonomiyi düzeltmezsiniz. Tabii ‘başlatmadan’ diyorum, lafı ediliyor, ‘başlayacağız’ deniliyor da gerçekte bu istikamette hiçbir adım atılmıyor ve en önemlisi, her işin başına önce ahlak ve maneviyat düsturunu koymadan haksızlığı ve ahlaksızlığı asla önleyemezsiniz.

“TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK İNŞAAT MÜTEAHHİDİ DOĞRUDAN DOĞRUYA DEVLETİN KENDİSİ”

Bütçe demişken bir konuya daha değinmekten geçemiyorum. Bütçe görüşmeleri sırasında bir bakan aynen şöyle diyor; ‘Dünyada devletin fabrika kurduğu zamanlar geride kaldı’. Kapitalist ülkeler için bu doğru ama ‘Yüzde 100 doğrudur’ demek tam da isabetli olmaz diye düşünüyorum. Çünkü tedbirler alınmazsa insanlar yatırım yapmazlar. Yatırım yapmaya cesaret edemezler. Önce özel sektörün yatırım yapması teşvik edilmeli, ortam ona göre hazırlanmalı ki özel müteşebbisler bir konuda yatırım yapmayı göz alsınlar. Çünkü yatırım, hangi şartlar altında olursa olsun bir risktir. Yeri gelir bunu devlet üstlenebilir ama vatandaşlar bunu üstlenmezler. Devletin üstlenmesi, milletin bir bütün olarak bir ihtiyacının karşılanması, ülkenin dışa bağlılıktan kurtulması içindir. Aslında bazı problemlerin çözülmesi içindir. Yoksa keyfi olarak devlet ‘Ben yatırım yapacağım’ diye ortaya çıkmaz. Tabii bunları söylerken şunu da ifade etmeden geçemeyeceğiz; peki devlet yatırım yapmaz da market mi açar? Market açmak devletin görevleri arasında mı sayılıyor? İnşaat yapması ne demek devletin? Şu anda devlet, müteahhit haline geldi. Türkiye’nin en büyük inşaat müteahhidi, doğrudan doğruya devletin kendisi.”

“KENDİ ÜRETİCİSİNİN KARŞISINA RAKİP OLARAK ÇIKAR MI BİR DEVLET”

Yurt dışından tarım arazisi kiralanması ve Türkiye’de hayvancılık sektörünün zayıflatılması konularına da değinen Temel Karamollaoğlu, şunları söyledi:

“Diğer taraftan, ‘Fabrika yapmaz’ dediğimiz devlet hayvancılıkla uğraşır mı? Romanya’dan Ukrayna’ya hatta Uruguay’a kadar elini uzatıp, hayvan ithal edip kendi üreticisinin karşısına rakip olarak çıkar mı bir devlet? Neden süt inekleri kesiliyor? Neden bu memlekette hayvancılık geriliyor? Devletin bu sakat tutumundan dolayı. Kendi vatandaşını destekleyeceğine onun karşısına rakip olarak çıkmayı vatandaşa hizmet gibi görüyor da onun için. Ama verdiği zararı hesap edemiyor. Aklı yok ki hesap edebilsin. İktidar, kendi arazilerinde ekimi başlatacağına yurt dışında arazi kiralama yoluna gider mi Allah aşkına? Memleketimizde ekilmeyen yüzde 10 civarında tarım arazisi var. Bu arazileri ekeceğinize gidip de yurt dışında arazi kiralamanın mantığını emin olun anlamak mümkün değildir. Bu, iş bilmezliğin hakikaten daniskası. Allah yar ve yardımcımız olsun.”