Özel Haber: Gökhan Korkmaz

Türk siyasi tarihinde “post - modern darbe” olarak anılan 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik krizi sürecinin yıldönümünde dönemin mağdurlarından Sibel Açıkgöz’ün “Bir gün deselerdi ki başörtüsü kurumlarda serbest olacak hayal derdim inanmazdım” açıklamasına dönemin mağdurlarından Fatma Bostan Ünsal, “Ben de bir  gün Bank Asya’da hesabınızın olması KHK ile ihraç olmanıza sebep olabilir denseydi  inanmazdım ama gördüm” mesajıyla sosyal medyada tepki gösterdi.

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladığı için KHK’yla görevinden uzaklaştırılıp mahkeme kararıyla geri dönen akademisyen Fatma Bostan Ünsal Bölge İdare Mahkemesi (İstinaf) tarafından kararın bozulması nedeniyle ikinci kez görevinden uzaklaştırılmıştı.

İhraç edilmesine ilişkin gazeteci Gökhan Korkmaz’a konuşan Fatma Bostan Ünsal,  “Barış Akademisyeni olmamın yanı sıra Bank Asya’da hesabım vardı ve köprü geçişlerinde kullanılan AsyaCard DIT’ı kullanıyordum. Mahkeme bunu da ‘kokteyl’ gibi yeniden ihraç edileme gerekçe göstermiş.” sözlerini söylemişti.

Fatma Bostan Ünsal  28 Şubat sürecinin 27. yıldönümünde Serbest Gazeteci Gökhan Korkmaz’ın sorularını yanıtladı.

“Neredeyse 20 yıl sonra Türkiye’de doktora eğitimine başlayabilmiştim”

 

Yeni bir siyasi dönemin kapısını aralayan ve yoğun tartışmalara neden olan 28 Şubat sürecinde neler yaşadınız?

 

28 Şubat benim için ODTÜ’nün doktora sınavına alınmadığım için akademik hayata başlamak için uygun bir zaman olan otuzlu yaşlarında başlayamama yol açtı. Akademik hayata, bu olaydan ancak 7-8 yıl sonra ve yurt dışında başlayabilmiştim ve   ailevi sorumluluklar nedeniyle yurt dışında doktoramı bitirememiştim. Neredeyse 20 yıl sonra Türkiye’de doktora eğitimine başlayabilmiştim.

28 Şubat’a kadar olan dönemde de başörtülü kadınlar ancak öğretmen ve doktor olarak çalışabiliyorlardı. Benim gibi üst düzey kamu yöneticisi olarak yetiştirilen Siyasal Bilimler Fakültesi mezunları için bu alan tümüyle kapalıydı. Yani 28 Şubat, başörtülü kadınların öğrenim görmeleri ve çok sınırlı alanda çalışabilme imkanını da tümüyle yok etmiş oluyordu.

Bu itibarla benim yaşadığım mağduriyetin o dönemde hali hazırda okuyan veya öğretmen olarak çalışan diğer arkadaşlarımla kıyaslandığında daha sınırlı olduğunu söyleyebilirim.

Bu süreçte görevlerinden ihraç edilen veya bu nedenle istifa eden arkadaşların ağırlıklı olarak bulunduğu Başkent Kadın Platformu’nda yer aldığım için arkadaşlarımın hissettiklerini birinci elden duyma ve bu yasakla mücadele etmek için beraber mücadele etme imkanı bulmuştum.

Başlangıçta odak noktası böyle olmasa da hem başörtülü öğrencilerin karşılaştığı yasaklar ve bizzat kendi üyelerinin görevden alınması ile sonuçlandığı süreçte önümüzdeki en önemli engel artık başörtüsü yasağı olduğu için Başkent Kadın Platformu’nun odak noktası doğal olarak artık başörtüsü yasakları olmuştu. Özellikle platform içindeki Kamu Personeli Kadın Dayanışma Grubu olarak belki de Türkiye’de en etkin çalışma ve dayanışma kuruluşu olmuştu.

Beni en çok etkileyen bir husus bu başörtüsü yasağından  önce çalışmaları nedeniyle takdir alan, övülen öğretmenlerin birden en ağır suçları işlemişçesine istenmeyen çalışan olarak görülmesi ve cezalandırılmak istenmesiydi. İşten atılan arkadaşların nasıl ev içinde bile konumlarının değiştiğini ve çeşitli ekonomik zorluklara ilave olarak başka ne tür problemler yaşadığını gözlemleme fırsatımda olmuştu.

28 Şubat sürecinde ait olduğumuz sosyal çevre, ailemiz, yakın akrabalarımız tümüyle bu yasağa karşıydı ve dayanışma içinde alternatif siyasi tercihlerde bulunmak da dahil hep beraber bu yasağın üstesinden gelmek için çabaladık. Bu yapılanın yanlış olduğu, düzeltilmesi gerektiği, yönetimin bu açıdan eleştirilmesi, protesto edilmesi gerektiği konusunda farklılaşmıyorduk. Başörtüsü yasaklarını kangrenleştiren siyasilerin desteklenmesi söz konusu bile değildi.

“28 Şubat döneminden pek çok açıdan daha ağır bugünkü mağduriyetim”

 

28 Şubat süreci ile günümüz arasında siyasi atmosfere göz attığınızda nasıl bir değişim gözlemlediniz?

 

28 Şubat döneminden pek çok açıdan daha ağır bugünkü mağduriyetim. O dönem size bir seçenek sunuluyordu. Eğer başörtüsünden vazgeçerseniz eğitim veya çalışma hayatına devam edebiliyordunuz. Yani bir anlamda kendinizin bir seçimi oluyordu.

Ayrıca o dönem  Başkent Kadın Platformu’nda hiçbir üyemizin Merve Kavakçı’ya yönelik tepkisinden sonra sayın Bülent Ecevit’i desteklediğini düşünemezdiniz bile. Ama bugün benim de dahil olduğum yüz binlerce insanın bütün vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması anlamına gelecek KHK ile ihraçlar konusunda siyasilerin sorumluluğu ile ilgili olarak eleştirmek ve protesto etme konusunda aynı çizgide değiliz kesinlikle.

Bir de KHK ile ihraç edildiğinizde sadece çalışma hakkınız kısıtlanmış olmamakta. İlk başta pasaportlarımız da iptal edilmişti. O sene eşimle  yedek olarak hacca gitme hakkımız gündeme gelmiş ve pasaportlarımız iptal edildiği için gidememiştik.  Eğitim ve çalışma hakkı için yurt dışına çıkma imkanı da bulamamıştık. Bu tip nedenlerden dolayı  pek çok KHK’lı aile, yasa dışı yollarla ülkeden çıkarken kendileri veya minnacık çocukları hayatlarını kaybetti.

KHK’lı olmanın yol açacacağı problemlerin herhangi bir sınırı yok.  Belediye Başkanı veya belediye meclisi üyesi olarak seçilen KHK’lıların mazbataları da verilmedi. Hatta İstanbul seçimlerinde seçmen olmaları bile tartışılmıştı. Evlatlık alan KHK’lı ailelerin yıllarca evladı gibi büyüttükleri çocuklarının kendilerinden alınması gibi bir durumda  söz konusu oldu. En son ise deprem sırasında geçici konaklama imkanı verilen sonra iptal edilen KHK’lı vatandaşların pek çok hakkı da son derece keyfi şekilde ihlal edildi.

Kısaca daha yoksul,  cahil ve  hastalıklı  bir toplum olmamıza yol açan KHK ile iyi yetişmiş, okumuş insanlarımızı  sosyal ölüme mahkum etme uygulamasını nasıl hala devam ettiriyoruz diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Başörtüsü yasağı sırasında bu yasakla mücadele ederken de aynı ruh hali içindeydim. Sonunda bu yasak nasıl kalktı ise KHK’lar da hükümsüz kalacak.