2004 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun olan, 2018 yılında Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı-İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamlayan, Türkiye’nin önemli filozoflarından biri ve Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında felsefe doktorasına devam eden, disiplinlerarası çalışmalarla kendini geliştirmeye ve gerçekleştirmeye çalışan Elif Şahin Hamidi ile 10 Aralık İnsan Hakları Günü kapsamında, “insan hakları”nı gazetecilik ve felsefî bilgi bağlamında değerlendirdiğimiz bir söyleşi gerçekleştirdik. Hamidi, insan haklarının felsefe ve gazetecilik bağlamındaki ilişkisiyle ilgili olarak “Gazeteciler için felsefeyle, etik bilgisiyle el ele yürüyen bir insan hakları eğitimi yol gösterici olabilir” diyor.

SÖYLEŞİ: Beyza Gök

“İnsan hakları” deyince ne anlamalıyız, nedir insan hakları, niçin ve kim için vardır?

Her şeyden önce bir fikirdir insan hakları: adalet, özgürlük, barış fikri gibi insan aklının ürettiği bir fikir, bir düşünce. Sırf insan oldukları için, insanların görmeleri ve birbirlerine göstermeleri gereken muameleyi dile getiren etik ilkelerdir. “Sırf insan oldukları için” derken de, insanı diğer canlılardan ayıran bazı yapısal olanaklarını (değerini) ve bilim, teknik, edebiyat, müzik, resim, felsefe, hukuk gibi insan başarılarını (değerlerini), etik olanaklarını, yani insanı insan yapan olanakları kastediyorum. Dolayısıyla insan hakları, insanın değerinin (onuru) bilgisiyle çok yakından ilgili. Sevgili hocam Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, “insan onuru” kavramının, insanın bu değerinin farkındalığına işaret ettiğini söyler ve her insanı, insanın bu yapısal olanaklarını gerçekleştirebilecek şekilde muamele görmeye lâyık kılanın da bu değer olduğunu vurgular. Kişinin ten rengi, etnik kökeni, konuştuğu dil, inandığı din, yurttaşı olduğu ülke hiç fark etmez: sadece ve sadece insan olması, insan haklarının o kişi için de korunmasını zorunlu kılar. Kuçuradi’nin deyişiyle “kim olduğuna bakmaksızın her bir kişinin sahip olduğu haklardır” insan hakları.

Gazetecilik bağlamında insan haklarının yeri ve önemi nedir?

Öncelikle şunun altını kalınca çizmek gerek: İnsan hakları bütün mesleklerle ilgilidir, ilgili olmadığı tek bir meslek dahi yoktur. Dolayısıyla felsefî etik temellere dayalı insan hakları bilgisi/eğitimi, her bir meslek ve tek tek her birimiz için gerekli, hatta şart diyebilirim. Bugün gazeteci/gazetecilik dediğinizde, geçmişte kalmış, artık varolmayan bir meslekten bahsediyormuş gibi karşılanıyorsunuz: “Nerede o eski gazeteciler?”, “ Gerçek gazeteci mi kaldı?”, “Gazetecilik bitti artık” gibi pek çok olumsuz cümlenin art arda sıralandığını işitiyor kulaklarınız. Gazeteciliğin eski itibarını yitirdiğini dillendiriyor hemen herkes. Ancak içinde debelendiği pek çok soruna rağmen gazetecilik hâlâ itibarlı bir meslektir, basın hâlâ büyük bir güçtür. Pek çok zorluğa, baskıya, sansüre ve ne yazık ki otosansüre rağmen, tarafını “insan”dan yana belirleyen, insandan yana saf tutan ve insana yakışır şekilde mesleğini icra eden gazeteciler hâlâ var elbette ve bu hepimiz için, mesleğe yeni adım atan gençler için bir umut; yılmadan yola devam etme cesareti aşılayan, Platon’un mağarasının dışına çıkmaya çağıran bir ışık.

Gazetecinin, insan haklarını koruyabilmesi için, her şeyden önce insan hakları bilgisine sahip olması gerekir. Bu bilgiye sahip olmak ise, gazetecinin, insan haklarının nerede ve nasıl ihlal edildiğini gören bir göz kazanmasını, değer yargılarının, değer atfetmelerin, önyargıların, ezberlerin farkına varmasını sağlar. Felsefî etik temellere dayalı insan hakları bilgisi bize öğretilmiş, dayatılmış, hazır verilmiş olanlarla bir hesaplaşma, onlara bir meydan okuma, bir başkaldırma imkânıdır. -İzm’lerin sıkışmışlığından, sığlığından, köşelerinden, gölgelerinden, tekinsizliğinden, tehlikelerinden, çitlerinden kurtulma ve kendi gözlerimizle bakabilme şansıdır. Dolayısıyla felsefî etik temelli insan hakları bilgisi gazetecinin insanı, insanın değerini, insan onurunun nerede tehlikede olduğunu, insan haklarının ihlal edildiği durumları görebilecek bir göz kazanmasını sağlar.

Öte yandan bu bilgi, yalnızca cepheden bildiren savaş muhabirlerini ilgilendiren bir konu değil kuşkusuz: savaş muhabirliği yaparken de, ekonomi muhabirliği yaparken de, spor muhabirliği yaparken de insan haklarını ve dolayısıyla insanın değerini korur şekilde gazetecilik yapmak gerekir. Aksi takdirde gazetecilik yoluyla insan hakları ihlal edilmiş olur. Çünkü insan haklarını korumak ya da ihlal etmemek, sadece hak gazeteciliği şemsiyesi altında çalışan gazetecilerden değil, bütün gazetecilerden beklenen etik bir sorumluluk. Hangi alanda haber yaparsa yapsın, gazetecinin işinin, haksızlığa uğrayanların ve insan haklarına uygun muamele görmeyenlerin sesini duyurmak, bu meslek aracılığıyla insan haklarını korumak olması gerektiğini unutmamak gerek.

Felsefî etik temellere dayalı insan hakları eğitimi, kişilerin “insan” kimliklerinin ayırdına varmasını, insan haklarını koruyacak ya da hak ihlallerini önleyecek şekilde eylemesini sağlamak için, deyim yerindeyse biçilmiş kaftandır. Hocam İoanna Kuçuradi’nin hep vurguladığı üzere, etik ve siyasal bir sorun olarak insan haklarının korunmasının, felsefeye ve felsefe eğitimine bağlı olduğunu hatırlatmak isterim. Böyle bir eğitim, gerek gazetecilik mesleğinde, gerekse diğer bütün mesleklerde, meslek etiklerinin neden sorunları çözmeye yetmeyeceğinin görülmesini de sağlayacaktır.

İnsan haklarının gazetecilik ve felsefe ile bağlantısıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Maltepe Üniversitesi’nde, Anabilim Dalı Başkanlığını Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin yürüttüğü İnsan Hakları Yüksek Lisans Programında, çok değerli felsefe hocaları tarafından, felsefî etik temellere dayalı bir insan hakları eğitimi veriliyor. İnsan hakları bütün mesleklerle ilgili olduğu için bu programda gazeteci, öğretmen, polis, hakim, doktor, hemşire, infaz koruma memuru, sosyal hizmet uzmanı gibi farklı meslek grupları insan hakları eğitimi alıyor ve bu eğitim, felsefî etik temellere dayalı bir eğitim. Çünkü insan, ancak felsefe bilgisiyle/felsefî bilgiyle, etik bilgiyle baktığında, öncelikle kendisini, ardından da diğerlerini ve tür olarak insanı daha iyi tanıyabilir, en azından tanıma çabasına girişebilir. Felsefe ile insan olma arasında sımsıkı bir bağ var çünkü. Nermi Uygur da şu sözleriyle bu bağa işaret eder: “Düşündüğünü düşünmediğini, yaptığını yapmadığını apaçık bilerek, kıyıbucağın hesabını vererek gerçekleştirmektir felsefe. Aynı şey yaşamak, eylemek, insan-olmak için de geçerlidir”. Yaşamımız boyunca her an her yerde, insanlarla ilişkilerimizde (kişi-kişi ilişkisi), eylemlerimizde, kurumlarla ilişkilerimizde (kurum-kişi ilişkisi) doğru düşünebilmemizi, doğru bağlantılar kurabilmemizi, doğru değerlendirme yapabilmemizi, etik bilgi edinebilmemizi sağlayan –böyle bir olanak sunan– felsefî bilgidir, felsefî düşünmedir. Descartes’ın dediği gibi her insanın felsefeyle uğraşması gerekir, çünkü ona göre doğru eylemlerde bulunabilmek ve “bu dünyada yaşamımızı yönlendirmek için felsefe öğrenmek, adımlarımıza yol göstermek için gözlerimizi kullanmaktan çok daha gereklidir (…) Açıkçası felsefesiz yaşamak, açmayı denemeden, gözü kapalı yaşamaktır”.

Ayrıca kavramların açık bilgisine ulaşmak da felsefeyle mümkündür. Örneğin “insan nedir?”, “hak nedir?”, “adalet nedir?”, “özgürlük nedir?” vs. Dolayısıyla insan hakları eğitimi, felsefeyle, etikle, değer bilgisiyle, doğru değerlendirme bilgisiyle el ele yürürse amacına ulaşabilir diyebilirim. Çünkü hocam Kuçuradi’nin de her zaman vurguladığı üzere “insan hakları hukuk değildir”. Yani sadece birtakım ulusal ve uluslararası belgelerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının okutulmasıyla insan hakları eğitimi olmaz. Gazeteciler için de felsefeyle, etik bilgisiyle el ele yürüyen bir insan hakları eğitimi yol gösterici olabilir. Çünkü felsefî etik bilgi, tutunduğumuz dalları bırakma, sığındığımız limanları terk etme çağrısıdır. Güvendiğimiz dağlara karlar yağdıran (ezberler, önyargılar, ahlâkî değer yargıları, -izm’ler vs.) derin uykulardan uyandıran, “kral çıplak!” diye bağırma cesareti aşılayan bir bilgidir. “Sivrilik yapmadan” da söz söyleyebilmenin imkânıdır, -izm’lerin çitlerini aşma şansıdır.

Bir gazetecinin, mesleğini insana yakışır bir şekilde yapabilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir?

Gazetecinin, işini insana yakışır bir şekilde yapabilmesinin yolu, her şeyden önce “insan” olması, “insanlaşması” gerektiğinin farkında olmasından, işini sadece akla değil, aynı zamanda erdeme de uygun bir şekilde yapmasından geçer. Çünkü erdemden yoksun, “kötü” bir insandan iyi bir gazeteci çıkmaz. Polonyalı gazeteci Ryszard Kapuściński’nin çokça dile getirdiğim şu sözleri de buna vurgu yapar: “Her şeyden önce, gazetecilik yapabilmek için iyi bir insan olmak gerektiğine inanıyorum. Kötü insanlar iyi gazeteci olamaz”. İnsanlaşma yolunda çaba sarf eden, haber değeri uğruna insanın değeri harcamayan, haberin öznesi olan insanları birer rakama dönüştürmeyen, onları yüzleri olan kişiler olarak görebilen, yok sayılan, görmezden gelinen ve hakları ihlal edilenleri göze görünür kılan, onların sesini duyan/duyuran, meslek etik ilkelerinin sorunları çözmede yeterli olmadığını/olamayacağını bilen, her şeye rağmen her zaman gerçekleri dillendirip hakikati ortaya koymaya gayret eden, insandan yana taraf olan, doğru ve dürüst bir şekilde gazetecilik yapmaya çalışan gazeteci, mesleğini insana yakışır bir şekilde yapıyor demektir.

Gazetecilikte, üzerinde en çok durulan “ifade özgürlüğü” kavramı sonsuz mudur?

Bilgi edinme hakkı, kanaat özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüyle birlikte yol alan ifade özgürlüğü elbette sonsuz, sınırsız değildir. Çünkü ifade özgürlüğü, birine ya da birilerine iftira atmak, kin kusmak, küfretmek, hakaret etmek, birilerini hedef göstermek ya da ayırımcılığı ve nefreti körüklemek demek değildir. Ama ne var ki böyle bir amaca hizmet ediyor gibi görünüyor. İfade özgürlüğüne işte tam da bu noktada sınır çizmek gerektiği söylenebilir. 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesi, ifade özgürlüğüyle ilgilidir ve şöyle der: “Herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak müdahale olmaksızın belli görüşlere sahip olma ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırma, elde etme ve yaygınlaştırma özgürlüklerini içerir.” Bilgi edinme hakkı (haber, belge ve belgelere ulaşabilme), kanaat oluşturma ve düşünme olanağı sağlar ve bu nedenle de düşünce özgürlüğünün ön koşuludur. İbrahim Kaboğlu’nun dediği gibi “kanaat ise düşünce özgürlüğünün bağrında yatar. Kimse, kanaatleri nedeniyle rahatsız edilemez.” Ancak geçmişten bugüne pek çok insanın kanaatleri nedeniyle hayli rahatsız edildiğini, demir parmaklıkların arkasına konulduğunu, hatta yaşama hakkının elinden alındığını biliyoruz. İşte düşünce özgürlüğünü böyle şeyler yaşanmasın, düşüncesini ifade ettiği için insana dokunulmasın diye istiyoruz.

Maltepe Üniv İnsan Hakları