'Dijital Mecralar Düzenlemesi' adı altında yeni sosyal medya kısıtlamaları

Abone Ol

2007 yılında internete dair ilk düzenleme yapıldığından bu yana yaptığım işlerin çoğu 'Dijital Haklar & Hürriyetler' çerçevesinde oldu. Buna özellikle bireysel olarak ifade hürriyeti, bilgiye erişim ve anonimlik hakları ile daha geniş çerçevede basın özgürlüğü dahildi. Son birkaç aydır da "Veri Yerelleştirme" etrafında dolaşan yeni bir gelişme var. Her ne kadar 'hükümet taraftarı' yazarlar müjdelenecek bir haber gibi sunsa da bunu, aslında çok büyük riskler taşıyan kötü bir uygulama kendisi! Son 20 yılda haklar ve hürriyetler alanında yaşanan gelişmeleri bir düşünün. Bir süre hak ve hürriyet alanlarında izleme yapan kurumlara göre, Türkiye yavaş da olsa ilerlese de, bugün çeşitli raporlarda da görüleceği üzere hızla eskisinden de kötü bir duruma geliyor. Bireysel ifade hürriyeti, fişleme, gözetim, sansür, basın özgürlüğü alanlarında bugüne dek fiziksel olarak [2007 sonrasında da giderek artan şekilde dijital halde] yaşanan tüm olumsuzluklar, şimdilerde getirilmesi planlanan Dijital Mecralar Düzenlemesi ile katlanabilir. MHP Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk, Nisan ayının sonunda internet ortamında yalan haberle başa çıkma gerekçesiyle sosyal medyaya TC kimlik numarası ile girilmesi gerektiğini belirterek yeni bir teklif getirdi. Bu teklif büyük riskler barındırıyor! Veri Yerelleştirme ya da Dijital Mecralar Düzenlemesi'ne dair ilk ve belki en büyük sorun, herhangi bir tartışmaya mahal bırakmadan alelacele, neredeyse emrivaki denebilecek bir şekilde hızla kanunlaştırılmak istenmesi. Toplumsal bir tartışma yok, basında ise pek yer bulamıyor... "Türkiye'nin verisi kendi sınırları içinde kalır" diye ortaya çıkan, “milli & manevi değerlerin korunması” söylemine yönelen “dijital güvenlik” meselesi, aslen ne dijital ne de güvenlikle alakalı, fakat oldukça kısıtlayıcı bir baskı yöntemininin izlerini taşıyor. Muhalif herhangi bir paylaşımı "hakaret, iftira, karalama" vs şekilde yaftalayarak hali hazırda dava açanların, sosyal medya mecralarına sunucularını burada tutma zorunluluğu getirip, istedikleri içeriği de kaldırtma yetkisiyle donanınca ne yapacaklarını tahmin ediyoruz. Bahsi geçen tasarıyla, sosyal medya mecraları, Türkiye kaynaklı tüm verisini Türkiye'deki sunucularda tutacak, temsilci bulunduracak, mahkeme kararlarını harfiyen uygulayacak; yapmazsa da yüklü miktarda para cezalarıyla karşı karşıya kalacak. Temsilcilik açmayan da tümden engellenmese de engellenmiş kadar olacak. Zira tasarıya göre öncelikle yüzde 50, ardından da yüzde 90'ı bulan bir oranla erişim için bant genişliğinin daraltılması ve bu sayede yerel temsilcilik açmayan sosyal medya mecrasına erişimin neredeyse tamamen engellenmesi öngörülüyor. Kullanıcılar kimlik bilgileri açık şekilde mecralara kaydolup Avrupa Konseyi'nce güvence altına alınan anonimlik hakkı ihlal edilecek. Kaldırılması istenen bir içeriği paylaşanlar da muhtemelen görmeye alıştığımız "şafak baskını" görüntüleriyle gözaltına alınacaktır. [Bu noktada Pucca'nın, oğlu Batı'ya dair yaptığı paylaşım neticesinde polis baskınında evinde terör örgütü kanıtı aranmasını hatırlamak bir anlamda Veri Yerelleştirme ile ilgili düzenlemeye dair yön gösterici olabilir.] İçerik kaldırma taleplerinin büyük bir kısmı paranoyalara dayalı her taşın altında siyasi muhalif arama adına gözetim mekanizması kurmak olacakken, büyük bir başka kısım da "genel ahlak" bahanesiyle LGBTI+ düşmanlığına dönüşecektir. Memleketin homofobi seviyesi zaten fazlasıyla yüksek; ve homofobiyi memleketin birleştirici unsuru gibi kullanmak isteyebilecek bir "Homofobi İttifakı" kendisine destek arıyor. Hangi yasa tasarısını önerse hemen "çocukların ve gençlerin korunması" diye bahanelerin ardına "ama gökkuşağı..." gibi safsatalarla kısıtlayıcı yasalara kılıf arıyor. Netflix 2015'ten bu yana Yeni Zelanda, Vietnam, Almanya, Singapur, Suudi Arabistan’da toplam 7 içeriğin bölgesel olarak -genellikle dini ya da siyasi nedenlerle- kısıtlandığını açıkladı. Türkiye'de ise 2020 yılında şimdiye dek bilinen en az iki müdahale bulunuyor bile. Ve müdahaleye maruz kalan içeriklerden biri 'Aşk 101' adlı dizi. Osman karakterinin eşcinsel olup olmaması hatırlanacağı üzere geçtiğimiz yıl tartışılmış, daha sonra diziye hükümet tarafından bir müdahale olduğu da Mahir Ünal tarafından açıklanmıştı. Tartışma ortamı oluşturulmadan aceleyle kanunlaştırılmaya çalışılan bu tasarıya tepki verilmemesi durumunda, yalnızca bireysel kullanıcıların ifade ya da siyasi söylemi değil, aynı zamanda basın organlarının da dijital faaliyetlerinin tehlikeye girmesi işten bile değil. Bağımsız medya zaten, RTÜK, Basın İlan Kurumu, haberlere getirilen erişim engellemeleri gibi birçok kısıtlayıcı uygulamaya maruz kalıyor. Sosyal medya mecralarının uygulamadığı “habere erişim engeli” zorunlu hale gelince dijital ekran karartma uygulaması standart olacaktır. Hükümet taraftarı yazarların "unutulma hakkı geliyor" diye müjdeledikleri tasarı, Yusuf Yerkel'in Soma'da madenciye attığı tekmenin haber arşivlerinden ve Türkiye'de faaliyet gösteren mecralardan tümüyle silinmesinin önünü açacak bir uygulama örneğin. Unutulabilir mi peki bu? [caption id="attachment_11725" align="aligncenter" width="1000"] Yusuf Yerkel, Prime Ministerial Advisor[/caption] Haberlere getirilen erişim engellemeleri şu an için web sitelerine uygulansa da sosyal medya mecraları bunların "Topluluk Kuralları" ihlali olmadığını söyleyip içeriği kaldırmıyor/engellemiyor. Bu tasarıya göre erişim engeli getirilen haberlerin tweeti bile kalmayacak. Gelelim tasarının dijital ekonomiye etkisine... Türkiye’de e-ticaret başta olmak üzere dijital girişimler ve finans alanındaki dijitalleşme, dünya sıralamasına bakıldığında potansiyelinin yeterli kısmını henüz kullanamıyor ve gelişim için önünde oldukça büyük bir alan bulunuyor. Kod yazarları yetiştirilip, dijital okuryazarlık faaliyetleri düzenlenip, e-ticaret alanında girişimlerde bulunmak üzere gençlere çağrı yapılırken, “dijital korumacılık” olarak algılanabilecek dijital serbest piyasaya koruma duvarları ören bir yasa tasarısı geliyor karşımıza. Sunucuların Türkiye'de olmasını "yatırım" gibi algılayanlar belli ki yatırım ve ekonomik gelişimin ne olduğundan bihaber. Zaten Dijital Hizmet Vergisi gibi bir kısıtlamayla başa çıkan yerli e-girişimler, artan yerli sunucu fiyatlarıyla yine engellenecek bu adımla. Bir girişimi başarılı kılacak olan, var olan yapı içerisindeki konumlanmasıyla katma değeri olan bir ürün ortaya koymak. Yani altyapı gibi getirisi olmayan harcamaları "yatırım" diye nitelemek yersiz. Bu altyapıyı kullanarak e-girişimcilerin bir ürün çıkarmasını beklemek gerek. Ekonominin büyümesini sağlayabilecek olan girişimciler, böylesi bir ortamda kısıtlayıcı vergi ve diğer tedbirlerle çevrelendiklerinde, henüz fikirleri proje aşamasına gelmeden cezalandırılmış olur, ve önceki onyıllarda engellenen yaratıcı zihinlerin yönünü takip ederler... Eğitim ve kendini geliştirme sonucu emeğinin karşılığını alamayanlar, beyin göçünü hızlandırır ve belki bundan on ya da yirmi yıl sonrasında bu kişilerin tekrar anayurduna dönmesi için kampanyalar düzenlenir... O süreçte de uzaktan övünmekle yetiniriz "burada yetişti" diye! Türkiye kaynaklı hizmetlerin dahi küresel deneyimlerden ne kadar faydalandığı göz önünde bulundurmak gerek. Mesela bir bankanın “dünyanın en iyi dijital hizmetlerini” vermekle övündüğü Türkiye’de, sunulan hizmetin yüzde 100 yerli olmadığını tahmin etmek zor değil. Benzer bir vizyona sahip olup da kendi alanında öncü olmak isteyebilecek tüm yatırımların ilk fark edeceği olgulardan biri, dijital duvarlar örüldükten sonra elde kalan teknolojik deneyimsizlikler olacak. Üstesinden gelmek imkansız değil, fakat o süreçte yaşanacak olan zarar? En iyi hizmetleri sunabilmek için dünyanın en iyi ekibini bir araya getirmesi gereken firmalar, en azından birkaç yıl boyunca gelişmeleri takip edecek ve eşdüzeyde bir deneyime erişene kadar geçen sürede kayıplar yaşamayı, belki de belli oranda zarar etmeyi kabul edecek gibi. Büyüme konusunda zaten zorlu koşullarla başa çıkmaya çalışan şirketlerin bir de bu dijital duvarlara ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Dijital korumacılık uygulandığı noktada, dijital ürünlerin fiyatları da orantısız bir artış göstererek iç-piyasanın çoraklaşmasına sebep olur! Bugüne dek belli bir seviyede dijital gelişmişlik göstermiş ve sonrasında benzer adımlar atarak “bu ülkenin verisi burada kalır” demiş, veri yerelleştirme adımları atmış ülkelerin deneyimleri incelenecek olursa, burada bahsedilen karamsar görünümün gerçekçi olduğu görülebilir. Türkiye’nin şu anki ihtiyacı zapt edilmiş gençlikten ziyade cesaretlendirilecek genç girişimcilerdir; bir kuşağın daha beyin göçü ihtimalini büyütmenin bir manası yok. Son olarak, özellikle Hindistan, Vietnam, Endonezya gibi 'Veri Yerelleştirme' yasası uygulayıp, kötü deneyimler neticesinde yasayı iptal etmiş ve halen tahribatın etkisini hafifletmeye çalışan ülkelerin ve piyasaların deneyimlerini incelemek yol gösterici olabilir bu konuda. Ayrıca, 'Veri Yerelleştirme' ve Dijital Mecra Düzenlemesi konusuna dair daha önce yazdıklarımı da bu link üzerinden okuyabilirsiniz...