Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre Kayıp yakını Maside Ocak, 32 yaşında bir kömür işçisi olan Mehmet Ertak'ın, 18 Ağustos 1992 tarihinde Şırnak Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı resmi giyimli polisler tarafından gözaltına alındığını belirtti. Emniyete götürüldüğüne dair tutanak tutulmasına rağmen, ailesine gözaltına alınmadığı söylendi.
Ocak, 1997 yılında eski JİTEM personeli Murat İpek'in itiraflarına değindi. İpek, "Mehmet Ertak’ı, Şırnak Emniyet Müdürü Necati Altuntaş ve Terörle Mücadele Şube Müdürü Mehmet Kaplan’ın emriyle öldürüp gömdük" şeklinde bir itirafta bulunmuştu.
Ailenin başvurusu üzerine dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. Ancak, ailenin avukatı Tahir Elçi'nin bürosu basılarak dava dosyalarına el konuldu. Tüm bu engellemelere rağmen AİHM'ye yapılan başvuru kabul edildi ve mahkeme, mevcut delillerin Mehmet Ertak'ın gözaltında işkenceyle öldürüldüğünü kanıtladığına hükmederek Türkiye'yi yaşam hakkı ihlalinden mahkum etti.
Ertak Ailesi'nden Mektup: Hesabın Kapanmadı
Nazım Dikbaş tarafından okunan Mehmet Ertak'ın ailesinin mektubu, duygusal anlar yaşattı. Mektupta, Mehmet Ertak'ın ne bir mahkemesi ne de bir mezarı olduğu belirtilerek, "Seni sessizliğe gömdüler baba. Ama biz susturulmadık" denildi. Mektup, aynı davada mücadele eden ve sonrasında öldürülen avukat Tahir Elçi'ye de atıfta bulunarak, "Tahir Elçi’yi de susturdular, çünkü o gerçekleri söylüyordu. Ama onun sesi bizde kaldı. Seninle birlikte onu da yaşatacağız" ifadelerini içerdi.
Ayrıca, mektupta "Barış susarak değil, hakikati konuşarak gelir" vurgusu yapılarak, "Adalet gecikse de sesimizi kısmaya çalışsalar da... Biz senin izini sürmekten vazgeçmeyeceğiz" denildi.
Sezgin Tanrıkulu'ndan Anımsatma
Eylemde konuşan CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Tahir Elçi'den dinlediği bir anıyı paylaştı. Elçi'nin soruşturma dosyasında gözaltı tutanağını bulduğunu ve bunu mahkemeye sunduğunda yüzbaşının "Kim bu dosyayı verdi, nereden bulundu?" diye şaşırdığını söyledi. Tanrıkulu, bu belgenin AİHM kayıtlarına da geçtiğini belirterek, adaletin bu belirsizliğin ve inkârın üzerine inşa edilmesi gerektiğini ifade etti.





