GÜNDEM

CHP'li Bağcıoğlu: Mavi Vatan seçim öncesi hatırlanan ve billboardlarda kalan bir slogan olmamalı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, Doğu Akdeniz'de haklarımız olan ancak faaliyet gösterilmeyen bölgelerde bayrak gösterilmesi gerektiğini belirterek, “Mavi Vatan seçim öncesi hatırlanan ve billboardlarda kalan bir slogan olmamalıdır” dedi.

Abone Ol

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında savunma sanayii, milli güvenlik ve dış politika konularında kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Bağcıoğlu, Doğu Akdeniz politikalarına ilişkin önemli açıklamalar yaparak, “Mavi Vatan” kavramının eyleme dönüştürülmesi çağrısında bulundu.

Bağcıoğlu şunları kaydetti:

"11 Kasım günü maalesef çok acı bir gelişmeyle sarsıldık. Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen Türk Hava Kuvvetleri C-130 uçağında 20 kahraman askerimiz şehit oldu; bu olay toplumun her kesiminde büyük üzüntü yarattı, askeri havacılığımızın en kara günlerinden biri olarak tarihe geçti. Maalesef ulusal yas ilan edilmedi. Geçmişte ulusal yas ilan edilen değişik olaylar hatırlanınca bu eksiklik üzüntümüzü daha da artırdı. Resmi ilan olmasa da Türk milleti kara günü yüreğinde yaşadı, kederli ailelerin acılarını paylaştı. Süreçte arama-kurtarma açıklamaları Millî Savunma Bakanlığı'nın koordinesinde olmalıydı ama devletin farklı birimleri tarafından yapıldı; bu devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan görüntü verdi. TSK'yı ilgilendiren olaylarda açıklamalar sadece Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılmalı; böylece ciddiyet gösterilir ve kamuoyu tek resmi kanaldan bilgilendirilir. Kamuoyuna bilgi vermede yaşanan gecikmeler, ilgisiz kurum ve kişilerin yetersiz, eksik yorumlar yapmasına yol açtı; böylece halk yanlış bilgilendirildi.

"Uçuş ve bakım personelinin özlük hakları görev yüküyle orantılı iyileştirilmelidir"

Şehit isimleri resmî açıklama öncesi bazı hesaplar tarafından paylaşıldı, kaza nedenleri hakkında spekülasyonlar erken başladı; bunlar etkin iletişim politikasının uygulanmamasının sonucudur. Türk Hava Kuvvetleri; uçuş, bakım ve kaza kırım ekipleri ile dünya standartlarında bilgi ve tecrübeye sahiptir. İncelemenin en titiz şekilde yapılacağına ve düzeltici tedbirlerin alınacağına gönülden inanıyoruz. Bu çerçevede, kaza kırım incelemesinin durumuna yönelik periyodik olarak bilgi verilmesi ve güncellenme yapılması, nihai Kaza Kırım İnceleme Raporu'nun kamuoyuyla paylaşılması, TBMM’ye detaylı bilgi verilmesi uygun olacaktır. 25 yıldır bekletilen Türkiye Askeri Havacılık Sertifikasyon Otoritesi’nin kurulum süreci tamamlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Birleşik Krallık’tan C-130J tedariki zafiyeti kısmen giderecek olsa da Hava Kuvvetleri Komutanlığı değerlendirmesi çerçevesinde ilave nakliye uçağı projelerine öncelik verilmelidir. Millî Savunma Bakanlığı onarım teşkillerinde deneyimli personel kaybı riski gözönüne alınarak teknik kadrolar güçlendirilmelidir. Uçuş ve bakım personelinin özlük hakları görev yüküyle orantılı iyileştirilmeli, sürdürülebilirlik güvence altına alınmalıdır.

"Şehit aileleri ve gazilerimizin tüm sorunları çözülmelidir"

Yedi maddede özet olarak Milli Güvenlik Politika Yaklaşımımız şöyle: Siyasetin etkisinden uzak, profesyonel bir Türk Silahlı Kuvvetleri. 'Barışta caydıran, savaşta kazanan' bir silahlı kuvvetler yapısı. Liyakata dayalı personel temin, eğitim, atama, terfi ve emeklilik sistemi oluşturulması. Muvazzaf ve emekli personelin özlük ve sosyal haklarının korunması. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan olumsuz dönüşümlerin düzeltilmesi. Savunma sanayinde etkin, adil, denetlenebilir proje yönetimi ve kayırmacılıktan uzak personel politikaları uygulanması. Şehit aileleri ve gazilerimizin tüm sorunları çözülmelidir.

"Savunma Sanayii sektörümüzün tarihi bir ihracat çıtasına ulaştı"

Dünya çapında artan kriz ve çatışmalar ile güvenlik yaklaşımının öncelik kazanması, devletlerin güvenlik ve savunma bütçelerini artırması, buna bağlı olarak 2025 sonu itibarıyla küresel askeri harcamaların yüzde 8-10 civarında artması ve Türk savunma sanayisinde 50 yıl önce atılan temellerin sonuçlarını vermesi; Savunma Sanayii sektörümüzün tarihi bir ihracat çıtasına ulaştığını göstermektedir. İlk 11 ay ihracatı 7,4 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve geçen yılın rekoru yıl bitmeden aşılmıştır. Kasım ayı ihracatı ise 747 milyon dolar olarak gerçekleşmiş ve geçen yılın aynı ayına göre yüzde 22 artış meydana gelmiştir. Türkiye savunma sanayisinin gücünü dünya çapında tescilleyen beş Türk firması; 1975 yılında kurulan ASELSAN, ilk temelleri 1925’de atılan, bugünkü yapısı 1973’de oluşturulan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ), 1984 yılında kurulan Baykar, 1988’de kurulan Roketsan ve 1950 yılında kurulan Makine Kimya Endüstrisi olup, bu şirketlerin tamamı dünyanın en büyük savunma şirketlerinin yer aldığı küresel ilk 100 listesine girerek hem teknolojik yetkinliklerini hem de uluslararası rekabet güçlerini açık şekilde ortaya koymuşlardır.

"Savunma sanayinde elde edilen bu ve benzeri başarılar son 20-25 yılın ürünü değildir"

Son dönemde kritik gelişmelerden biri olarak; tamamen milli sistemlerle oluşturulan konfigürasyon üzerinden geliştirilen görev profili testinde, Kızılelma Muharip İnsansız Uçak Sistemi, hedef tespit, teşhis, takip, angajman zincirini kesintisiz şekilde icra etmiş; atış senaryosunu başarıyla tamamlayarak önemli bir eşiği geride bırakmıştır. Savunma sanayinde elde edilen bu ve benzeri başarılar son 20-25 yılın ürünü değildir. Bu başarıların arkasında 50 yıl önce kurulan biraz önce sıraladığım savunma şirketleri ve emektar personelin gayretleri vardır. Türk milletinin ortak eseri olan, Milli Savunma Sanayimizde hedefimiz daima ileridir. CHP iktidarında özel şirket veya kamu kurumu ayrımı yapmadan milli savunmamıza katkı sağlayanları etkinlikle desteklemek en önemli görevimiz ve önceliğimizdir.

"Altay tankı, Çelik Kubbe, KAAN gibi kritik projeler için popülist söylem yerine gerçekçi zaman planları açıklanmalıdır"

İçinde bulunulan ekonomik kriz ortamı, milli güvenliğimize yönelik gelişen tehditler ve mevcut kısıtlı kaynaklar dikkate alındığında; savunma sanayi yönetiminde etkin, adil, koordineli ve denetlenebilir proje yönetimi ile kayırmacılıktan uzak personel yönetiminin hayati önemde olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, 3 binden fazla savunma projesinin Savunma Sanayi Başkanlığı koordinesinde harekât ihtiyaç makamlarıyla tekrar önceliklendirilmesi gerekiyor. Kısıtlı kaynaklar nedeniyle iç politika odaklı popülist projeler yerine ertelenemez acil güvenlik projelerine öncelik verilmeli. Gerekirse bekamız için acil ve kritik projelere diğer kurumların bütçelerinden uygun kalemlerden tasarruf yapılarak kaynak aktarımı sağlanmalıdır. Örneğin zengini daha da zengin yapacak vergi istisnaları için ayrılan 768 milyar lira bu kapsamda değerlendirilebilir. Altay tankı, Çelik Kubbe, TF-2000, KAAN gibi kritik projeler için popülist söylem yerine gerçekçi zaman planları açıklanmalıdır. Proje yönetiminde yaşanan zafiyetler ve yanlış politikalar nedeniyle savaş uçağı ve ana muharebe tankı gibi ana muharip platformlarda son dönemde yaşanan proje gecikmelerinin ve zafiyetlerin tekrarlanmasına asla izin verilmemelidir.

"Son 22 yılda sadece 30 F-16 savaş uçağının envantere girebilmesi büyük zafiyettir"

Planlama ve yönetim hataları nedeni ile son 22 yılda sadece 30 adet F-16 savaş uçağının envantere girebilmesi büyük zafiyettir. Milli güvenliğimiz için hayati öneme haiz, Hava Kuvvetlerimize güç katacak Typhoon’ların, en kısa sürede harekâta hazır olmasını bekliyoruz. Ayrıca şu andan itibaren; semalarımızdaki harekât ve teknolojik bağımsızlığımızın sembolü olan Kaan muharip uçak projesinde, gecikme yaşanmaması için her türlü tedbir tavizsiz alınmalıdır, ANKA-3 ve Kızılelma muharip insansız uçak sistemlerinin geliştirme ve envantere dâhil olma süreçleri hızlandırılmalıdır, 2023’te sözleşmesi imzalanmasına rağmen arzu edilen seviyeye ulaşmayan F-16 Özgür- 2 modernizasyonu süratlendirilmelidir, en azından ödemesini yaptığımız F-35’lerin tedariki için tüm imkânlar kullanılmalıdır, ön ödemesini yaptığımız F-16 Blok 70 tedarikinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ihtiyaçları çerçevesinde, yeniden belirlenecek sayıda uçak alınmalıdır. Bu projelere yönelik olarak algı yönetimi ve dezenformasyon önlenmesi maksadıyla periyodik olarak kamuoyu bilgilendirilmelidir.

Anadolu, mevcut altyapısı veya kısa sürede yapılacak uyarlamalarla F-35B uçaklarını destekleyecek şekilde hazır hale getirilebilir. Buna ilave olarak deniz piyade birliklerinin hava hücum harekâtı için genel maksat / nakliye helikopteri tedariği önemli bir adımdır. Bu, Türkiye’ye bölgede muharip uçaklar ve İHA’larla destekli üstün yetenekli bir amfibi hücum gemisi kabiliyeti kazandırarak, küresel ölçekte stratejik konumunu geliştirecektir. F-35B entegrasyonu, ilave gemi inşa maliyetlerini ortadan kaldırarak, kaynakların yeni bir uçak gemisi gibi popülist, iç politika maksatlı ve masraflı araçlara yönlendirilmesi yerine, ulusal güvenliğe doğrudan katkı sağlayacak bir yatırıma odaklanmasını sağlayacaktır.

Muharip platform tedariki kadar önemli bir konu da kuvvet çarpanı olarak kullanılabilecek yardımcı kabiliyetlerin kazanılmasıdır. Bu çerçevede; yıllardır devam eden fırkateyn / korvetler için dikey iniş/kalkış yapabilen İHA (DİHA) projesinin süratle sonuçlandırılması deniz harekâtında keşif-gözetleme, kimlik belirlenmesi-teşhis ve hedef raporlama faaliyetleri açısından çok önemlidir. Gemiden iniş/kalkış elektromanyetik müdahale ve meteorolojik şartlardan etkilenme nedenleri ile oldukça zordur ancak bir o kadar da bu kabiliyetin kazanılması önemlidir. Kısıtlı kaynaklar ve gayretler, gerçekten harekât ihtiyacı olan bu tip 'oyun kurucu' projelere tahsis edilmelidir.

"Deniz Kuvvetleri personelini minnetle anıyorum"

Ukrayna ve Romanya’nın da ithalatı ile Karadeniz Milli Gemi denizi oluyor. Müteakip dönemde, Türkiye’nin sahip olduğu nitelik ve nicelik açısından güçlü araştırma ve sondaj gemileri filosu ile Libya, Somali ve Pakistan gibi denizaşırı bölgelerde sörvey ve sondaj faaliyetinde bulunması muhtemeldir. Ağustos 2020’de Doğu Akdeniz’de münhasıran haklarımızın bulunduğu ancak tartışmalı bölgelerde yapılan araştırma faaliyetimiz, refakat görevlerinde açık deniz karakol gemilerine olan ihtiyacı açıkça ortaya koymuştu. Bu gemiler ile refakat görevleri etkin olarak yerine getirilirken değerli platformlar olan firkateynlerin mümkün olduğunca az yıpranmasını sağlayacaklardı. Açık deniz karakol gemisine yönelik harekât ihtiyacı bu kapsamda tespit edilmiş ve proje süratle başlamıştı. Özellikle muharip gemi ihracının, ekonomik kazanç, Türkiye’nin küresel etkisini artırma ve ulaştığımız imkân ve kabiliyeti gösterme fırsatı sunduğunun farkındayız ancak ihraç faaliyetinin donanmamızın harekât ihtiyaçlarına uygun olması ve Kuvvet Hedefleri’ni zafiyete düşürmemesi gerektiğini defalarca vurguladık. Şimdi öncelikle yapılması gereken Romanya’ya ihraç edilen TCG Akhisar yerine en kısa sürede bir gemi inşa edilerek, projeyi devam ettirmek ve Kuvvet Hedeflerine ulaşmak olmalıdır. Müteakip dönemde hem ihracat hem milli gereksinimleri önceleyen bir model uygulanabilir. Askeri ve özel tersanelerimiz, iyi bir planlama ile eş zamanlı olarak hem Kuvvet Hedefleri’ni tamamlayıp hem de ihracat için katkı sağlayabilir.

"Saldırılardan dersler alınması gerekmektedir"

Türkiye’nin, Münhasır Ekonomik Bölgesinde - aynı zamanda ilan edilen arama kurtarma bölgesi - dört gün içerisinde Rus petrolü veya petrol ürünleri taşıyan değişik bayraklı üç tankere yapılan saldırı ile Senegal kıyılarında Türk işletene ait Mersin gemisine yapılan sabotaj; seyrüsefer serbestisi ve Deniz Hukukunda yer alan harpte bile muharip olmayanların korunması temel ilke ve prensiplerine aykırıdır. Her ne kadar ilan eden devletin, Münhasır Ekonomik Bölgesi'nde bu tip olaylarda güvenlik ve emniyetin sağlanması yükümlüğü olmasa da bu gelişmeler doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenilirliğini ve saygınlığını zedeleyici niteliktedir. Bu konuda sonuç alıcı gerekli girişimler ivedilikle yapılmalıdır. Ayrıca, bu saldırılardan dersler alınması gerekmektedir. Ticaret gemilerimize yönelik gelişen ve değişen tehditler dikkate alındığında; ihtiyaç olduğunda Deniz Kuvvetleri koordinesinde yürütülen Deniz Ulaştırması İçin İşbirliği ve Rehberlik faaliyetlerinin ve tedbirlerin yeniden düzenlemesi ve eğitim / tatbikatların gerçekçi olarak icra edilmesi gerekmektedir. Muhtemelen uydu kontrollü insansız deniz araçları ile yapılan bu saldırılarda teknik sıkıntı veya hedefin karıştırılması durumunda Türk bayraklı veya Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin de hedef alınabileceği kıymetlendirilerek, bu yönde güvenlik tedbirlerinin artırılması gerekmektedir.

"Barışın yolu etkin caydırıcılık ve farkındalıktan geçiyor"

Çevremizdeki devletler veya devlet dışı oluşumlar kapasite artırmaya devam ediyor. Yeni Savunma Sanayi ve askeri işbirliği ittifakları kuruluyor. Kuzeyimizde devam eden Ukrayna - Rusya Savaşı, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de her an yaşanabilecek oldu bittiler, güneyimizde istikrar tesis edilememiş Suriye ve bu ülkede Türkiye’ye tehditini devam ettiren oluşumlar risk ve tehdit seviyesini yükseltiyor. Barışın yolu etkin caydırıcılık ve farkındalıktan geçiyor. Müteakip dönem, bölgesel caydırıcılık açısından çok kıymetli ve kritik olacak. Özetle; savunma sanayisinde, oyalanmaya, siyasi görüşe göre firma öncelemeye, liyakatsizliğe, kadrolaşmaya, adil olmayan rekabete, aynı işi farklı firmalara yaptırarak gayret harcamaya ayıracak vakit de nakit de yok.

Bu noktada Yunanistan’dan değişik makamların yaptığı diplomatik üsluba uymayan, iyi niyetli olmayan ve tahrik edici açıklamalara değinmek istiyorum. Türkiye - Yunanistan arasında Güven Artırıcı Önlemler; 30 yıla yakın bir süredir devam eden ama kesinlikle arzu edilen hedeflere ulaşmayan bir süreç. Karşı taraf bunu bir zaman geçirme, süre kazanma aracı olarak kullandığı müddetçe de bir sonuç alınması mümkün değil. Son dönemde yapılan tahrik edici açıklamalar, Millî Savunma Bakanlığı’nın Yunanistan ile devam eden güven arttırıcı önlemler görüşmelerinde mutlaka gündeme getirilmelidir.

"'Mavi Vatan' seçim öncesi hatırlanan ve billboardlarda kalan bir slogan olmamalıdır"

Doğu Akdeniz milli hak ve menfaatlerimizin korunması açısından, gittikçe daha da önem kazanan bir bölgedir. Son dönemde meydana gelen gelişmeler ve gündeme gelen üçüncü devletlerin muhtemel girişimleri dikkate alındığında; Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuk çerçevesinde münhasıran haklarımız olan ancak yıllardır faaliyet gösterilmeyen bölgelerde, 'araştırma faaliyeti icra edilerek devlet uygulaması yapılması', bayrak ve varlık gösterilmesi, milli menfaatlerimiz açısından zorunludur. GKRY’nin askeri üs ve limanlarını üçüncü devletlerin kullanımına açma yönündeki gayretleri ve Lübnan ile münhasır ekonomik bölge anlaşması mutlaka dikkate alınması gereken hususlardır. Suriye ile yapılabilecek deniz yetki alanları anlaşması da bu çerçevede değerlendirilebilecek bir konudur. 'Mavi Vatan' seçim öncesi hatırlanan ve billboardlarda kalan bir slogan olmamalıdır.

"Türkiye'nin hava ve deniz kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini acilen güçlendirmesi zaruridir"

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan'ın İsrail ile askeri işbirliğini, bir kısmı uluslararası hukuka aykırı olarak hızla geliştirmesi sadece Türkiye'nin değil, bölgenin de güvenlik ve istikrarını tehlikeye atmaktadır. GKRY'nin İsrail'den teslim aldığı Barak hava savunma sistemi, İsrail'e tüm Doğu Akdeniz'i kapsayan bir istihbarat ve erken ihbar imkân ve kabiliyeti barış döneminden itibaren sunmaktadır. Yunanistan'ın da 'Aşil Kalkanı' projesi ile İsrail'den Ege'deki adaları donatacak şekilde hava savunma silah sistemi ve erken ihbar radarları alacağı bilinmektedir. Bu hamle, Türkiye'nin Ege'deki yaşamsal çıkarlarını doğrudan tehdit etmekle birlikte, İsrail'i Doğu Akdeniz'den sonra Ege'de de bir aktör haline getirmektedir. Türkiye’nin bu muhtemel tehditleri önlemek ve caydırmak için hava ve deniz kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini acilen güçlendirmesi zaruridir.

"Baltık Denizi'nde kablo kesintileri, havaalanları üzerinde drone uçuşları siber saldırılar gibi olaylar artıyor"

Avrupa, 2025 sonunda Rusya kaynaklı hibrit tehditlerle karşı karşıya. Baltık Denizi'nde kablo kesintileri, havaalanları üzerinde drone uçuşları, kritik altyapıya sabotajlar, seçimlere dezenformasyon ve siber saldırılar gibi olaylar artıyor. Türkiye ders çıkarmalı: kritik altyapısını fiziksel/siber saldırılara karşı güçlendirmeli ve kritik tesislere yönelik koruma mekanizmaları geliştirmelidir.

Tarihin en zor ekonomik şartlarının yaşandığı dönemde; muvazzaf ve emekli tüm statülerdeki personel yoksulluk ve açlık sınırı altında maaş alıyor. Düşük maaş ve kariyer fırsatları nedeniyle nitelikli personel temini risk altında; gençler askerlik mesleğini tercih etmiyorlar. TSK’dan ayrılan uzman erbaş ve sözleşmeli erlere yasal istihdam hakkı verilmiyor. Bu adaletsizlikler silah arkadaşlığı, aidiyet ve birlik ruhunu zedeliyor. Bu milli güvenlik sorunu haline geliyor. 2026 bütçesiyle muvazzaf ve emekli özlük haklarında köklü iyileştirme yapılmalı, muvazzaf personelin barınma sorunları çözülmelidir.

"Tüm bileşen ve kademeleri ile askeri sağlık sistemi yeniden tesis edilmelidir"

2016’da 'beş saniyelik imza' ile kapatılan askeri sağlık sistemi hâlâ tesis edilmedi. Sekiz dokuz aydır çeşitli makamlar 'Çalışıyoruz' diyor ancak somut adım atılmıyor. Basına verilen bilgilerle oyalama taktiği bırakılmalı, bir an önce icraata geçilmeli, tüm bileşen ve kademeleri ile askeri sağlık sistemi yeniden tesis edilmelidir.

Şehit yakınları ve gazilerimizin karşılaştığı sorun alanlarında hiçbir ilerleme yok. İyileştirici tedbirler kapsamında verilen 18 kanun teklifi on dört aydır TBMM Komisyonu'nda bekletiliyor. Özellikle 'er' gaziler açlık sınırında maaş alıyor, tüm gazilere sağlık desteği son derece yetersiz. Terörle mücadelede yaralanıp gazi sayılmayanların da durumu hâlâ çözülemedi. İlgili bakanlık ve kurumları yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyoruz.

"Savunma planlamasında yanlış politika ve yönetim hatalarıyla Türkiye’nin güvenliğinin riske atılmaması gereklidir"

TSK personeli barınma sorunu yaşarken, büyükşehirlerde neredeyse maaşlarının üçte birini hatta daha fazlasını kiraya vermek zorunda kalırken, askeri alanların ranta açılması kabul edilemez bir durumdur. Ayrıca, belki daha da önemli olarak Millî Savunma Bakanlığı’nın tasarrufundaki askeri araziler, afet sonrası kritik öneme haizdir. Son 14 yılda İstanbul’daki askeri alanların yüzde 46’sı imara açılmış; yaklaşık 10 bin futbol sahası büyüklüğündeki yeşil alan, deprem toplanma kapasitesini ortadan kaldırmıştır. Bu çerçevede İBB tarafından yasal süreçler takip edilmektedir. TSK personelinin barınma ihtiyacı karşılanmazken, bu araziler beton yapılara dönüştürülmektedir. Kamu yararı, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda; rant odaklı değil, halk odaklı planlama yapılmalıdır.

Sonuç olarak; bölgemiz adeta ateşten gömlek iken, savunma planlamasında yanlış politika ve yönetim hataları ile Türkiye’nin güvenliğinin riske atılmaması gereklidir. Bu çerçevede önerilerimiz dikkate alınmalıdır. Savunma sanayimizi daha ileri taşırken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçları, personelin moral ve motivasyonu ve bölgesel caydırıcılık kapasitemizin güçlendirilmesi en önemli hedeflerimizdir."