PKK bildirisi, yalnız Türkler arasında değil Kürtler arasında da yeni bir mücadelenin başlangıç sinyallerini veriyor. Lozan anlaşmasına ve silahlı mücadeleye yapılan atıflar süreci zorlaştırırken; silahlı kadrolar, sivil kadrolara aşamayacaklarını bildikleri görevler yüklüyor. Bunu barış döneminde Kürtler içinde yaşanacak kadrolaşma hareketinin ilk belirtileri olarak okuyorum. (Kürt tarafının çözmesi gereken diğer bir sorun da devlet yanında konumlanan, PKK teröründen zarar gören Kürt vatandaşlarıyla olan hesaplaşmasıdır.)
Uzun süren TSK ile PKK arasındaki silahlı mücadele, taraflara farklı toplumsal statüler kazandırdı. Şehit kabul edilenlerin geride bıraktıkları ve gazi kabul edilenlerin; süren silahlı çatışmadaki konumları ile barış dönemindeki konumları, ister istemez farklı olacaktır. Tıpkı kaynak kullanımının, savaş dönemi ile barış dönemi arasında çok farklı olması gibi.
İktidarın yaşayacağı sorun, savaşta sorgulanmayan kaynak kullanımının, barışta tahsisinin sorgulamaya açık olmasıdır. Bu aynı zamanda TSK için de geçerlidir. Bölgede görev yapmanın getirdiği zorluklardan kaynaklanan ek ücretlerin düşmesi, gıda, giyim ve mühimmat harcamalarının kontrolü sıkılaşacaktır.
Devlet açısından, savaşta tükettiği kaynakları, barış döneminde bölgeye aktarması kolay. Düşen askeri harcamaları, bölge taleplerinin giderilmesine yönlendirerek aşacaktır. Temel örnek olarak “ana dilde eğitimi” verebiliriz. Yeni fiziki koşullar, okullar, tefrişat, eğitim malzemeleri, öğretmen kadroları ve devlet hiyerarşisine bağlayacak yapı; karakollar yerine okullara, askeri kadrolar yerine eğitimcilere, mühimmat yerine eğitim malzemesine, kadrolar da eğitim bakanlığına yönlendirilerek çözülür.
Kürt tarafının bu kaynakları paylaşımı sırasında sorun yaşaması ise kaçınılmazdır. Barış sonrasında “Kürtlerin haklarını, demokratik ortamda korumak üzerine” yeni bir partinin hazırlandığı göndermesi bildiride de mevcut. Bu partiye sivilleşen PKK kadrolarının öncülük edeceği söyleniyor. HADEP, DEM örneklerinden farklı olarak, Türkiye Partisi olma baskısı altında da olmayacaklar.
Başta söz ettiğim savaş-barış dönemi konum farkı bu aşamada sorundur. Uzun yıllardır siyasette görev yapmış, bedelini hapishanelerde ömür tüketerek geçirmiş sivillerle; başarıyı üstlenmeye yatkın, aynı yıllarda dağda silahlı çatışmaya girmiş askerler arasında; barış dönemi kadrolarını paylaşmak, sorundur. Yalnızca kişisel değil, kaynağın Kürtler arasında dağılımında alacakları rollerle; aileden başlayarak bölge yaşayanlarının geneline yansıyacak sorunlardır.
Muhtemelen bu noktada akla gelen “ya her şey bitti de bu mu dert?” sorusudur. Fakat cümleleri, Demirtaş, Yüksekdağ, Hatimoğulları veya Bakırhan isimleri ile tekrarladığımızda, eminim anlaşılacaktır. Siyaset düzleminde büyük tecrübeye sahip isimlere, barış döneminde ne kadar öncelik tanınacaktır? Her birine dağ kökenli bir “eş kadro” mu verilecektir? En yukarıdan başlayarak aşağıya doğru inecek bir hiyerarşik düzende kimlere öncelik tanınacak; kimler, hangi gerekçelerle mevcut konumlarından uzaklaştırılacaktır?
Bildirinin üslûbu, sivil siyasetçilere öncelik, eşitlik tanımaktan uzak fakat Lozan Anlaşması tartışmasını yükleyecek kadar da emredici bir havada yazılmış. Tabi PKK dağ kadrosundan gelen bu taleplerin, Kürt halkı tarafından ne kadar benimsendiği de tartışılabilir.
Bu taleplerle çizilmiş siyaset haritası ile kurulacak bir siyasi partinin, Türkiye’nin değişen koşullarında destek göreceğini düşünmek pek de mantıklı değil. Yurt dışından, ABD-İsrail desteğinde dillendirmekle, yurt içinde tüm ülkeye yayılmış Kürtlere yeni çatışmalar yaratacak siyaset, yeni ve çok daha demokratik partilerin kurulmasına neden olacaktır.
Kısacası henüz çok erken ve siyasette 24 saat bile uzunken (S. Demirel), yıllar sürecek bir dönem için umutsuz olmak doğru değil. Unutmayalım ki kısa vadede Türkiye yalnız yeni Kürt siyaseti ile değil CHP yönetiminde yeni bir iktidarla da karşılaşacak.