Antik çağlarda şairler, tarihçiler ve filozoflar, yaşadıkları büyük depremleri ve tsunamileri bazen tanrılara bazen de doğaya bağlıyordu.
MÖ 1. yüzyıl ile MS 1. yüzyıl arasında yaşamış Midillili Yunan şair Krinagoras, bir depreme hitaben yazdığı kısa ama etkileyici şiirinde doğal afetlerin insanda yarattığı korkuyu dile getirir:
“Depremler, tüm sarsıntıların en korkuncu… Yeni yapılmış evimi bağışla, çünkü yeryüzünün titremesine eş bir korku tanımıyorum.”
Tıpkı bizler gibi, antik çağ insanları da depremler ve diğer doğal afetler hakkında pek çok şey söylemiş, gözlemlerini yazılı olarak bırakmışlardı. Bu kayıtlar, yalnızca geçmişe dair değil, insanlığın doğa karşısındaki ortak duygularına dair de çok şey anlatır.
NİKOMEDİA DEPREMİ (MS 358) – ANTİK ÇAĞDAN CANLI BİR TANIKLIK
Antik döneme dair en detaylı deprem anlatımlarından biri, Roma tarihçisi Ammianus Marcellinus’un (yaklaşık 330–395) kaleminden çıkmıştır.
24 Ağustos 358 tarihinde Anadolu’daki Nikomedia kentinde (bugünkü İzmit) büyük bir deprem meydana gelir. Marcellinus, bu olayı eserinde tüm ayrıntılarıyla aktarır. Sarsıntının şiddetiyle evlerin yıkıldığını, insanların sokaklarda panik içinde koşuşturduğunu ve pek çok yapının yerle bir olduğunu anlatır.
Bu anlatım, antik kentlerin mimarisi kadar insanların afetlere karşı tepkileri hakkında da önemli bilgiler sunar. Marcellinus’un satırlarında sadece bir felaketin izleri değil, aynı zamanda insanın çaresizliği ve doğaya karşı duyduğu derin saygı da hissedilir.
ANTİK KAYNAKLARDAN NE ÖĞRENEBİLİRİZ?
Antik şairler, tarihçiler ve gözlemciler, yaşadıkları afetleri sadece belgelemekle kalmamış; bunları anlamaya ve anlamlandırmaya da çalışmışlardır. Bugün elimizde bulunan bu metinler, tarihte depremlerin nasıl algılandığını, hangi duyguları uyandırdığını ve toplumlar üzerindeki etkisini göstermesi açısından büyük önem taşır.
Krinagoras’ın yalvarışı ve Marcellinus’un tanıklığı, binlerce yıl öncesinden bize yalnızca tarihi değil, insan olmanın ortak deneyimlerini de hatırlatır.
Ammianus şöyle anlatıyor:
“Şiddetli bir deprem kenti ve banliyölerini tamamen yerle bir etti… Evlerin çoğu yamaçlardan aşağı yuvarlandığı için birbirinin üzerine devrildi; her yer yıkımların devasa uğultusuyla yankılandı.”
Bu depremin insani etkisi de yıkıcıydı.
Ammianus’a göre insanların çoğu “tek seferde öldü.” Diğerleri ise “eğimli çatıların altında yaralanmadan sıkışıp kaldı ve açlıktan kıvranarak can verdi.”
Enkaz altında kalan ve “kafatasları kırılmış ya da kol veya bacakları kopmuş” hayatta kalan yaralılar, “ölümle yaşam arasında gidip geldiler”; ancak Ammianus’un aktardığına göre birçoğu, “enkaz altından yükselen yardım çığlıklarına rağmen” kurtarılamadı.
ANTİK DÜNYADA ÜNLÜ DOĞAL AFETLER
Depremleri ve tsunamileri içeren birçok doğal afet, Antik Yunan ve Roma dönemlerinde özellikle meşhurdu.
MÖ 464 yılında, Sparta’da büyük bir deprem meydana geldi. O dönemin insanları, bu depremin şimdiye kadar yaşanmış en büyük deprem olduğunu söylüyordu.
Yunan yazar Plutarkhos’a (yaklaşık 46–119) göre, bu deprem “Lakedaimon topraklarını uçurumlara sürükledi” çevredeki dağların zirvelerini yıktı ve “beş ev dışında tüm şehri yerle bir etti.”
MÖ 373–372 yıllarında, Yunan kıyı şehirleri Helike ve Buris, tsunamilerle yok oldu. Bu şehirler dalgaların altında kalıp tamamen sulara gömüldü.
Anonim bir Yunan şairi, bir zamanlar kalabalıklarla dolu bu şehirlerin artık “yoğun deniz yosunlarıyla kaplı, dalgaların altında sessiz kalan surlarından” bahsediyordu.
Ancak antik çağın belki de en meşhur tsunamisi, MS 21 Temmuz 365’te, o dönemde Roma egemenliğinde olan Kuzey Afrika kıyısında gerçekleşti.
Yine Ammianus’a göre, sabahın erken saatlerinde büyük bir deprem meydana geldi. Kısa süre sonra deniz kıyıdan geri çekildi: “Dalgalarıyla birlikte deniz karaya çarptıktan sonra geri çekildi, ve açığa çıkan derinliklerde insanlar balçığa saplanmış birçok deniz canlısını gördü… ve doğanın normalde gözlerden sakladığı devasa dağlar ve derin vadiler ortaya çıktı.”
Sonra, aniden deniz öfkeyle geri döndü. Ammianus şöyle anlatıyor:
“Büyük su kütlesi binlerce insanı boğarak öldürdü… Boğulan insanların cansız bedenleri sırtüstü ya da yüzüstü yüzüyordu… Büyük gemiler çılgın dalgalarla binaların tepelerine savruldu, bazıları neredeyse üç kilometre içeriye kadar sürüklendi.”
Depremler sesleriyle de ünlüydü. Roma doğa bilimcisi Yaşlı Plinius (23–79), depremlerin “korkunç bir sesi” olduğunu belirtmiş ve bunu “sığırların böğürmesine, insanların bağırışlarına ya da çarpışan silahların gürültüsüne” benzetmişti.
ANTİK ÇAĞDA DEPREM VE TSUNAMİLERİN NEDENLERİNE DAİR FİKİRLER
Bugün olduğu gibi, eski insanlar da bu olayların nedenlerini merak etmişti. Birbirinden farklı teoriler vardı. Bazılarına göre bu olaylardan, denizin, depremlerin ve atların tanrısı olan Poseidon sorumluydu.
Plutarkhos’un aktardığına göre, “insanlar depremleri durdurmak istediklerinde Poseidon’a kurban sunarlardı.”
Ancak bazıları daha dünyevi açıklamalara yönelmişti. MÖ 6. yüzyılda yaşayan filozof Anaksimenes, depremlerin nedeninin doğrudan yeryüzünün kendisi olduğunu savunuyordu.
Anaksimenes’e göre, yerin altındaki büyük toprak kütleleri hareket edebilir, çöker, kopar veya parçalanır; bu da sarsıntılara neden olur.
Anaksimenes şöyle diyordu:
“Yukarıdan düşen toprakların ağırlığıyla suya çarpması, dev dalgalar üretir.”
Eski insanlar levha tektoniği ya da kıtaların hareketi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu kavramlar çok daha sonra, özellikle 1880–1930 yılları arasında Alfred Wegener’in öncü çalışmalarıyla keşfedildi.
DOĞAL AFETLERE HAZIRLIK
Antik Yunanlar ve Romalıların, depremleri ve tsunamileri tahmin etme ya da onlara hazırlanma konusunda neredeyse hiçbir yöntemi yoktu.
Romalı devlet adamı Cicero’nun (MÖ 106–43) aktardığına göre, MÖ 6. yüzyılda yaşayan Samoslular’dan Pherekydes, “bir kuyudan çekilen suyun görünümünden” bir depremi önceden tahmin etmişti.
Ancak çoğu zaman, eski insanlar bu olaylara tamamen teslim olmuş şekilde yaşamak zorundaydı.
Cosmos Üzerine adlı anonim bir eserde şöyle deniyor:
“Şiddetli depremler, şimdiye kadar birçok yeri yerle bir etti; korkunç yağmur fırtınaları patlak verdi ve sular altında bıraktı; dalgaların ilerleyip çekilmeleri defalarca kuru toprakları denize, denizleri kuru toprağa dönüştürdü…”
Bugün bu olaylara dair anlayışımız (ve onlara hazırlanma ya da sonrasında toparlanma kapasitemiz) antik çağlara göre kıyas kabul etmez şekilde gelişmiş olsa da, depremler ve tsunamiler, her zaman başa çıkmak zorunda kalacağımız doğa olayları olmaya devam edecek. (Arkeofili)





