Antalya'nın turuncu ışıkları bir kez daha sinemaya ev sahipliği yaptı. Yıllardır "Türkiye'nin Oscar'ı" olarak anılan Altın Portakal Film Festivali, bu yıl da sinemaseverleri, yönetmenleri ve eleştirmenleri aynı çatı altında buluşturdu. Ancak festivalin kırmızı halısında yürüyen yıldızların ışıltısı kadar, perde arkasında yaşanan tartışmalar da dikkat çekiciydi. Fakat bu yıl, festivalin ötesinde bir şeyler vardı: bir kaybolmuşluk, bir arayış ve bir kırılma.
Altın Portakal, kuşkusuz Türkiye sinemasının en güçlü markalarından biri. 1960'lardan bu yana sayısız yönetmene yol açtı, genç sinemacıların sesini duyurdu, kentin kimliğini kültürle besledi. Kimi filmler taşranın sessiz çığlığını, kimisi bireysel yalnızlığı anlattı. Üstelik festivalin ödül bütçesinin artması, sinemaya verilen maddi desteğin yeniden önem kazandığını gösteriyor.
Son yıllarda festivalin adı, sanatın değil, sansür ve kriz tartışmalarının gölgesinde anılır oldu. Festival gizli sansürle yoluna devam ediyor. Festival ulusal yarışmada muhalif hiçbir film bulunmuyordu. Sanat, doğası gereği rahatsız eder; sorgular, bazen de "rahatsız etmesi gerektiği için" değerlidir. Ne yazık ki bu gerçeği unutup filmleri tartışmak yerine, filmlerin gösterilip gösterilmeyeceğinin tartışılmasının önüne gizli sansürle geçildi. Oysa bir festivalin en büyük gücü, farklı seslere alan açabilmesidir. Festival seçki süreçleri karmaşık: başvuru, jüri değerlendirme, program kurul kararları gibi aşamaları var. Bu sürecin "muhalif içerik" taşıyan filmler açısından engeller yaratıp yaratmadığı ayrı bir araştırma konusu olmalıdır.
Tüm bunlara rağmen Altın Portakal hâlâ umut veriyor. Çünkü her yıl sahneye çıkan genç yönetmenler, tüm bu gürültünün arasında bile sinemaya inancını yitirmiyor. Onlar, Antalya'nın gökyüzündeki portakal rengi kadar sıcak bir tutku taşıyorlar.
Belki de çözüm basit: Daha az kontrol, daha çok cesaret. Daha az korku, daha çok yaratıcılık. Sanatı, politik hesaplardan değil, sinemanın kalbinden dinlemeyi öğrenmemiz gerek.
Bu yıl da yarışmadaki filmler umut vericiydi; genç yönetmenler toplumsal meseleleri, bireysel sıkışmışlıkları, ülkenin güncel sorunlarını perdeye taşımakta kararlıydı. Ne var ki, bu filmler konuşulmadan önce "hangi filmlerin gösterilemeyeceği" gündeme geldi. Sansürün gölgesi, festivalin tüm ışıltısını bastırdı.
Oysa Altın Portakal, bir dönem cesaretin adıdır. Yılmaz Güney'den Nuri Bilge Ceylan'a, Yeşim Ustaoğlu'ndan Zeki Demirkubuz'a uzanan bir çizginin taşıyıcısıdır. Sanatı, politik müdahalelerden arındıran; halkın, sanatçının ve eleştirmenin buluştuğu bir ortak alan olmalıdır. Bugün ise bu alan daralıyor.
Antalya, sadece güneşiyle değil, fikirleriyle de aydınlansın.
ALTIN PORTAKAL'DA SOĞUK BEYAZ
Hazan Beklen'in yazıp yönettiği kısa film "Soğuk Beyaz", Türkiye prömiyerini Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yaptı. Antalya film festivalindeki Kürtçenin duyulduğu tek film olarak festival tarihine geçti.
"Soğuk Beyaz", eski bir gassal olan Raşit'in, oğlu Aziz'in vefatının ardından onun cenazesini yıkama isteği etrafında şekilleniyor. Toplum tarafından günahkâr bir yaşam sürdüğü ima edilen oğlu Aziz'i bu yargılardan arındırmak isteyen Raşit, inanç, vicdan ve baba sevgisi arasında sarsıcı bir hesaplaşmaya sürükleniyor. Sessizliğiyle derinleşen bu hikaye, affetmenin ve kabullenmenin sınırlarını sorgulayan beklenmedik bir kararı konu alıyor.
Kısa filmin yapımcılığını, son olarak "Arda Turan: Yüzleşme" belgeseliyle öne çıkan İnsignia Yapım üstlenirken, ortak yapımcılığını Alican Erkılıç Yormaz ve Zülfikar Hasdemir gerçekleştiriyor.
Filmin oyuncu kadrosunda Ali Seçkiner Alıcı, Nail Kırmızıgül ve Abdurahman Yunusoğlu gibi isimler yer alıyor. Görüntü yönetmenliğini Mehmet Sine ve Emre Karabudak'ın yaptığı yapımın müzikleri Nazım Cinar'a ait. Film müziğiyle ilgili ilk ağıt Sivas Koçgiri ağzı ile Zehra Çınar tarafından söylenmiş. İkinci ve final şarkısı da yönetmen tarafından sözleri yazılmış, sonrasında Zazacaya çevrilmiş ve Nazım Çınar tarafından bestelenmiş. Güney Afrikalı, Londra'da yaşayan besteci ve orkestratör Laura Stevens ile beraber söylendi. Aynı zamanda piyano ve çello icralarını da L. Stevens performe etti. Nazım Çınar final şarkısının orkestrasyonunu Laura Stevens yaptı ve kendisiyle bulunduğu işbirliği dikkat çekti. Diyaloglar Türkçe idi, dolayısıyla Kürtçe ve Zazaca kullanılmasıyla birlikte 3 dilli bir film yaparak diller/kültürler arası önyargılara da gönderme yapabilen bir film müziği tasarlandı.
Türk sinemasının incelikli bir anlatısına ve görsel zenginliğine ışık tutuyor. Bu film, soğuk bir beyaz örtüyle sarılı dünyada, sadece doğayı değil, insan ruhunun derinliklerinde gezinen bir atmosferi izleyiciye sunuyor.
Film, adındaki "soğuk" ve "beyaz" kelimeleriyle baştan bizi başka bir dünya görüşüne çağırıyor. Beyaz, hem bir saflık hem de bir boşluk hissiyatı taşırken, soğuk, yalnızlık ve içsel donmuşluk gibi duygusal durumların sembolü haline geliyor. Hazan Beklen, bu renk paletini kullanarak izleyiciyi bir duygusal katmanlar bütününe çekiyor. "Soğuk Beyaz", her ne kadar fiziksel bir soğukluğu ve beyazı betimliyor olsa da, esasen insanın içsel dünyasındaki donmuşluğu, yalnızlığı ve boşluğu anlamaya yönelik bir metaforik yolculuğa çıkıyor.
Film, bir yandan doğanın soğuk yüzünü, diğer yandan karakterlerin ruh hallerini izleyiciye hissettiriyor. Her anında bir bekleyiş, bir duraklama duygusu var. Tıpkı kışın gelişi gibi, film de izleyiciyi duraksatan bir sessizliğe ve derin bir yalnızlığa sürüklüyor.
Filmdeki görseller, Hazan Beklen'in sinematografik bakış açısını ve estetik anlayışını açıkça ortaya koyuyor. Beyaz kar, donmuş ağaçlar, gri gökyüzü ve kasvetli bir ortam, hem doğanın hem de insan ruhunun içsel çatışmalarını simgeliyor. Beklen, izleyiciyi bazen sadece bir manzarayı izlemekle bırakmak yerine, manzaranın ötesindeki anlamları sorgulatıyor.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde bu yıl festivalde Kürtçe dilinde film neredeyse yoktu. Türkiye'de sinemada dil çeşitliliği giderek artarken, Altın Portakal'da bu tutuculuğun varlığı belki "Soğuk Beyaz" kısa filmi gösterilerek aşılmaya çalışıldı.
Festivalin sonunda ise En İyi Film ve diğer ana ödüller, genellikle Türkçe dilindeki filmlerle sınırlı kaldı. Kürtçenin Türk sinemasında daha fazla yer bulması ve festival gibi önemli platformlarda tanınması gerektiği görüşü, birçok sinemasever ve eleştirmen tarafından dile getirilen bir tema olmaya devam ediyor.
Kürt sinemasının Türkiye'deki varlığı ve festivaldeki yeri, geçmiş yıllarda da gündeme gelmişti. Altın Portakal gibi bir festivalde, daha fazla çeşitliliğe yer verilmesi gerektiği düşüncesi giderek güçleniyor. Hem dil hem de kültür açısından daha kapsayıcı bir sinema anlayışının zamanla daha fazla ödüllerle taçlanması bekleniyor.