1945’in 9 Mayıs’ı: Volga’nın ötesi var mı?

Abone Ol

9 Mayıs 1945’in tarihsel anlamı tek bir cümle ile nasıl özetlenebilir?

Bunun tek cevabını Hitler’in “yenilmez” kabul edilen ordularını Volga’nın kıyılarında süpüren Kızılordu ve Sovyet önderliği verebilirdi. Keza öyle de oldu. 9 Mayıs 1945, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Hitlerizmin sonunu getirmekle kalmadı, Avrupa’nın özgürleşmesinin o devasa ateşini de yakmış oldu.

Cümle anlaşılırdı ve savaşın en kritik dönemeci olan Stalingrad’ta verilen mesaj Sovyet 62. ordusunun Alman 6. ordusunu kuşatmasıyla nihayetine ermiş sayılırdı.

Savaşın geri kalanı Nazilerin Berlin’e kadar kovalanması demekti ve kimi zaman General Çuykov’a, kimi zamansa halka ya da Sovyet keskin nişancısı Zaitsev’e atfedilen, “Bizim için Volga'nın ötesinde bir ülke, bizim için toprak yok" cümlesi gerçek bir karşılık buldu.

Sonrasında, insanlığın gördüğü en barbar saldırının karşılığında 25 milyondan fazla insanını yitiren Sovyetler Birliği’nin kolektif direnci, halkların özgürleşmesinin müjdecisi oldu ve Reichstag parlamento binasına dikilen bayrakla birlikte Hitler Almanyası’nın sözde tarihsel misyonunun iflas ettiği ilan edildi.

Çatışmaya ve iflasa giden yol

İkinci Dünya Savaşı, sadece askeri bir savaş olmaktan uzak, ideolojik ve propagandif yönü ağır basan bir ayrışma ve sürtüşmeye sahne oldu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan farklı olarak, siyasi veçheler arasında daha belirgin bir düzlemde gerçekleşen bu topyekün çatışma hali, İkinci Savaş’ın emperyalistler arasındaki bir paylaşım savaşı olmaktan önce, emperyalizmin sosyalizme karşı açtığı bir savaş olarak öne çıktı. 

Savaşın bir cephesinde yer alan emperyalist saldırganlık karşısında, anayurdu savunma kararlılığı ile faşizmin farklı aparatlarının işgaline karşı bir direniş ve anti-faşist direniş kültürü oluşturacak kadar uzun erimli ve gerçek bir dayanışma olgunlaştı.

Savaşın başlama vesilesinde ise Sovyet teziyle söylenirse, 1938 Münih Antlaşması’na kadar giden, “Nazizmi Bolşevizme saldırtma”, Hitler’in ordularını Sovyet topraklarına yani "doğuya sürme" çabası yer alıyordu.

1933 yılından itibaren, “Müttefikler” içinde bir diplomasi yürüterek ortak mücadele çağrılarının karşılık bulmasını bekleyen Sovyetler Birliği, Avrupa'da çeşitli coğrafyalarda mücadele yürüten partizanlarla birlikte faşizmin en diri unsurlarıyla mücadelede en başta sorumluluk aldı ve mücadelenin çoğunda da  “sahada” tek başına bırakıldı.

İşte 9 Mayıs 1945, bize Hitler faşizminin hempalarıyla birlikte, Barbarossa operasyonuyla Sovyet coğrafyasını hedef alarak başlattığı saldırı ve işgal sürecinin sonlandırıldığı ve sürecin tersine çevrildiği görkemli bir momenti anlatıyor. 

Aslında çok basitçe ve özetle, 1922 faşizmin tarih sahnesine çıkması ve yayılmasıysa, 1945 o kara sayfanın "sahada" yırtılıp atılmasıdır.

Ancak bahsi geçen an, yani 1945 başka bir duruma da zemin yaratacaktır. Nazileri Berlin’e kovalayan Sovyetler Birliği’ni “keşfeden” Amerikan ve İngiliz “müttefikler” post-savaş döneminde masada yer almak için harekete geçecek, Tahran Konferansı’nda buluşan ABD ve İngiltere için yeni bir “propaganda” konjonktürü açılacaktır.

Bu kez, bu yeni sayfaya Normandiya (D-Day) Çıkartması’nın savaşın seyrindeki ağırlığının abartılması ve Dunkirk gibi “tahliye” olaylarının mitleştirilerek pazarlanması eklendi. Şimdi ise 9 Mayıs, "Avrupa Günü" adıyla içi boşaltılmış bir eksende basit bir gösteriye dönüştürülüyor.

Bu nedenle 9 Mayıs 1945, günümüzde hakikatin dezenformasyona karşı bir savaşımı halini de almıştır.

Dezenformasyon Bakanlığı’nın afişi...

Gerçeği eğip bükenlerin de kendi içlerinde bir tarihi var elbet. Karşısındaki dayanışmayı küçümseyen ve kendi yalan bakanlığını inşa eden Propaganda Bakanı Goebbels ise Nazizmin asıl rakibinin Bolşevizm olduğunu bilerek hareket etmekle kalmadı, propagandanın kavramsal olarak kirletilmesinde de baş rol oynadı.

Propaganda, Goebbels ile başlamasa da kara propaganda pratiğinin Goebbels ile zirve gördüğü oldukça açık. Egosantrizmin nasyonal sosyalist paradigmayla buluşmasının bir örneği olarak Alman Propaganda Bakanlığı’nın her yalanı servis edemediği de...

Örneğin“Stalin”in adı nedeniyle Hitler’in kişisel ihtiraslarına meze edilmeye çalışılan Volga nehri kenarındaki Stalingrad kentinin kısa zaman içerisinde alınacağından emin olan Bakanlığın hazırladığı bir afişin hazin sonu beni hep düşündürmüştür.

Kentin “alınmasının” anlaşılmasından hemen sonra dolaşıma sokulmasının hedeflendiği açık olan, ancak hiçbir zaman basılamadığı gerçeği tarihte hala bir anekdot olarak yer kaplamayı sürdüren ve vaktinden aylar önce basılan afişlerin imha edilmesi, Goebbels propagandasının ilk resmi savaş propagandası mağlubiyeti sayılmalıdır.

Afişten başka kimsenin haberdar olup olmadığı ise başka bir tartışma konusu olarak duruyor.

Lakin şu da bir gerçek ki, hiç bir kara propaganda girişimi, gerçekliği ezecek ya da topyekün lağvedecek kadar uzun yaşayamıyor. Bazısı da hiç yaşam şansı bulamıyor.

Özetle, tarihin çöplüğünde yalnızca General Paulus’un Nazi ordusu ya da Berlin kapısına dayanan Sovyet ordularını durduracağına inanılan, halk içinden zorla askere alma ile oluşturulmuş, yaşları 15 ila 60 arasında değişen “Nazizm mağduru halktan” oluşan iç güvenlik kuvveti Volkssturm vb. paramiliter mihraklar yok.

Basılamayan afişler ve tarihin odalarında, çekmecelerde unutulmuş trajik öyküler de var.

O zaman başa dönüp yeniden soruyoruz. Peki, gerçekten de Volga’nın ötesi var mı?

Evet, var. Ancak orada Nazizm ve benzerleri yok, koskoca bir dayanışma, yurtseverlik ve zafer var.

***

Stalingrad'da, 62. Ordu’nun askerleri ölüyor. Volga'nın ötesinde bizim için bir toprak yok! dediler. Hepsi de yok olacaklar ama sözlerini tutacaklar. Geri çekilmeyecekler...”