Yurttaşlar Derneği tarafından, kuruluşundan günümüze sürekli gündemde ve tartışma konusu olan Diyanet İşleri Başkanlığı'na (DİB) ilişkin bir rapor hazırlandı.

Cafer Solgun imzalı ve "Tartışılan Kurum Diyanet İşleri Başkanlığı" başlıklı raporda;  çeşitli ve tartışılan yönleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı’na dair soru ve sorunlara ayna tutulurken konuyla ilgili gazeteci, araştırmacı, yazar, ilahiyatçı ve akademisyenlerin görüşlerine de yer verildi.

"DİYANET'İN AYRIMCILIK ÜRETTTİĞİNE DAİR GÖRÜŞLER ÖNE ÇIKIYOR"

Raporda, Diyanet'in 'tartışılan' bir kurum olması ise şöyle açıklanıyor:

"DİB’in bir “devlet kurumu” olma vasfı, herhangi bir başka devlet kurumu ile kıyaslanmayacak ölçüde belirgin. Zira Genel İdare içerisinde tarif edilen ve devlet bütçesinden doğrudan pay alan bir kurum olmasının yanında, Siyasi Partiler Kanununun 89. maddesindeki düzenleme ile “özel” olarak tanımlanabilecek bir “dokunulmazlık” zırhına büründürülmüş olan bir kurum. Söz konusu madde, siyasi partilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesini öngören bir program, dolayısıyla politikaya sahip olmalarını kapatılma gerekçesi olarak düzenliyor.

DİB’in varlık gerekçesini oluşturan din, iman, ibadet işlerini (ve mekânlarını) idare ederken belirli bir mezhebi (Sünni-Hanef) esas alması, “tartışılan” bir kurum olmasının boyutlarından birini oluşturuyor. Alevi yurttaşların yanı sıra İslam inancının farklı yorumlarına inanan Caferi, Şafi yurttaşlar ve “gayrimüslim” olarak tanımlanan değişik Hıristiyanlık inançları ile Musevi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Diyanet’in bu statüsü ve bu çerçevedeki faaliyetlerinden “şikayetçi” durumda ve dahası ayrımcılığa uğradıklarını düşünüyorlar. 

Mezhep belirlemesinin yanı sıra, kendisini herhangi bir din veya inanca bağlı görmeyen yurttaşlar da dikkate alındığında kurumun mevcut statüsü ve faaliyetlerinin ayrımcılık ürettiğine dönük görüşler öne çıkıyor. Bu bağlamda DİB’in laiklik ve temel hak ve özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası olarak din ve inanç özgürlüğü hakkı ile tezat oluşturduğu görüşü tartışmaların esaslı bir boyutunu oluşturmaktadır."

"İKTİDAR İLE UYUMLU BİR POZİSYON ALIYOR"

Diyanet'in siyaset ve özellikle de siyasi iktidar ile ilişkisinin de kuruluşundan bu yana tartışma konusu olduğuna dikkat çekilerek, şunlar kaydedildi:

"Uzun yıllar boyunca bu ilişkiyi gerekçe gösteren İslamcı çevrelerden DİB’in lağvedilmesine kadar varan sert eleştirel yaklaşımlar söz konusuydu. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıyla beraber (2002) bu yaklaşımlar zamanla büyük ölçüde tersine dönmüş görünmekte. Yine de bu durum, Sünni yurttaşların da DİB ile ilişkisinde sorunlar yaşadığını ortaya koyması bakımından dikkate değer bir veri olmaktadır. Dinin devlet kontrolü altında olması, bu “eleştirel” tutumun temel nedenidir ve iktidarın el değiştirmesiyle birlikte sorunun esasında herhangi bir şey değişmiş değildir.

DİB ile ilgili “tartışılan” sorunlardan bir diğeri de, siyasetle ilişkileri bağlamında, ülke gündemini oluşturan siyasi, toplumsal sorunlarla ilgili genellikle genel olarak devlet, özel olarak ise siyasi iktidar ile uyumlu bir pozisyon alması olmaktadır. Anayasada DİB’in görev tanımı yapılırken “siyasetler üstü” olmasına vurgu yapılmasına karşın, pratikte bunun aksi bir tablo söz konusudur. Bunu bir “sorun” olarak dillendirenler içerisinde kurumun başkanlığını yapmış olanların da bulunduğunu belirtmek gerekir."

ÇALIŞMANIN AMACI

Çalışmanın amacına ilişkin ise şu ifadeler kullanıldı:

"Bu çalışmanın amacı, genel manasında din-devlet-yurttaş ilişkilerini irdelemekten ziyade ülkemiz özgülünde din-devlet-yurttaş ilişkilerinin merkezinde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) tarihi evveliyatıyla birlikte ayna tutmak; DİB’in statüsü, misyonu ve faaliyetleri konusunda tartışmalı hususları ve dolayısıyla konuyla ilgili sorunları, görüşleri ortaya koymak; nihayetinde çözüm perspektiferini de gözeten sağlıklı bir gündem oluşmasına bu mecradan katkı sağlamak.

Zira din-devlet-yurttaş ilişkileri ve bu bağlamda DİB Türkiye’nin sahici, sağlıklı ve işleyen bir demokrasi inşa etmesinde temel konu başlıklarından birini oluşturuyor. Hem laiklik iddia ve uygulamaları bakımından hem de bununla doğrudan bağlantılı olarak din ve inanç özgürlüğü hakkının gerçek manada işlerlik kazanması bakımından DİB tartışması, uzun süredir yeni anayasa ihtiyacının dillendirilmesi de dikkate alındığında, büyük önem arz ediyor.

Laiklik ve beraberinde din ve inanç özgürlüğü hakkı, bu çalışmanın temel referanslarını oluşturuyor. Sorunu ele alırken şu veya bu kesimin lehine ya da aleyhine, devlet başta olmak üzere şu veya bu güç odağının lehine veya aleyhine bir yaklaşımla hareket etmenin sağlıklı ve mümkün olan en geniş mutabakatı gözeten bir sonuç ortaya çıkarmayacağı açıktır. Bu nedenle yurttaşların kendi inancını, değer ve duyarlılıklarını özgürce ifade edebildiği, yaşayabildiği demokratik bir ortamın, siyasi, ideolojik veyahut dinsel/inançsal farklılıkların üzerinde tutulması gereken bir ortak payda değeri taşıdığı inancındayız.

“HIRİSTİYAN VE YAHUDİ DİNLERİNE MENSUP YURTTAŞLAR TANINMAK VE AYRIMCILIK KONUSUNDA MAĞDUR”

Diyanet'in lağvedilmesine yönelik görüşlerin de hatırlatıldığı raporda, diğer dinlere ve mezheplere mensup kişilere yönelik taraflı tavra da dikkat çekilerek, şöyle denildi:

DİB’in tartışılan bir kurum olması, hiç kuşkusuz ki bugün ortaya çıkmış bir durum değildir. Raporun akışı içerisinde ortaya konulduğu üzere, kuruluşundan günümüze değin tartışılan bir kurum söz konusudur. Cumhuriyetle neredeyse yaşıt bir kurum olmasına ve aradan geçen on yıllara karşın bir kurumun halen “tartışılıyor” olması, kendi başına o kurumun yapısı, statüsü, misyonu ve işlerliği ile ilgili sorunlar bulunduğuna delalettir denilebilir.

Bu tartışmayı yürüten tarafarın oldukça çeşitlilik arz ettiğini de belirtmek gerekir. Bu çeşitlilik içerisinde Sünni-Hanef mezhebine mensup yurttaşların hassasiyetlerini paylaşan İslamcı aydınlar, yakın bir zamana değin önemli bir yer tutmaktaydı. Kemalist statükonun DİB eliyle mütedeyyin yurttaşları kontrol altında tutmak istediğini düşünen bu aydınlar, uzun yıllar boyunca DİB’in lağvedilmesi, devletin din-ibadet işlerini cemaatlere bırakması gerektiğini savundular. Ne var ki siyasi iktidarın el değiştirmesiyle birlikte bu çevrelerde DİB ile ilgili görüş ve tutumların da değiştiği görülüyor. 

Bu, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarlarından (2002) bu yana gözlemlenen bir durum. Açık ki bu bile kendi başına bir tartışma konusudur. Yıllarca DİB’in lağvedilmesi gerektiğini savunan İslamcı entelektüel çevrelerin tutumlarını köklü bir şekilde değiştirmesine neden olanın ne olduğu sorusu, üzerinde durmayı gerektiren bir sorudur.

DİB’in lağvedilmesi istemi, son yıllarda kamuoyuna hâkim olan yaygın kanaatin aksine, kimi Alevi çevrelerinden çok önce İslamcı çevrelerden yükselen bir istem idi. Bu istemin temelinde devletin DİB marifetiyle İslam dinini ve dindarları kontrol altında tutmak, belirli bir ideoloji doğrultusunda manipüle etmek çabasına karşı duyulan tepki yer alıyordu. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ve özellikle bu partinin ikinci iktidar döneminin (2007-2012) ardından bu tutum ve görüş sahiplerinin çoğu DİB’le ilgili eleştirel tutumlarından vazgeçmiş görünmektedirler. 2000’li yıllarda talepleriyle birlikte kamuoyunda daha çok görünür hale gelen Alevilerin DİB ile ilgili taleplerinin temelinde ise, bilindiği üzere, tanınmak isteği bulunmaktadır. Kimi Alevi kurumları kendi inançlarını tanımadığı gerekçesiyle ayrımcılık yaptığı için DİB’in lağvedilmesini istemekte, kimi Alevi kurumları ise Alevi inancının tanınmasıyla DİB bünyesinde yer almaları gerektiğini savunmaktadır. Sesleri daha kısık çıkmasına rağmen toptancı bir üslupla “gayrimüslim” şeklinde tanımlanan, değişik yorumlarıyla Hıristiyan ve Yahudi dinlerine mensup yurttaşlar da tanınmak ve ayrımcılık konusunda mağdur ve şikayetçi bir konumda bulunmaktadırlar."

"SİYASİ İKTİDAR NEZDİNDE EN 'İTİBARLI' DÖNEMİNİ YAŞIYOR"

Raporda, AKP iktidarı döneminde Diyanet'in nasıl bir yapıya büründüğü ise şöyle aktarıldı:

Bugün itibariyle DİB, kendi tarihi içerisinde örgütlülük ve etkinlik açısından en “güçlü”, siyasi iktidar nezdinde en “itibarlı” dönemini yaşıyor. Toplumun hemen hemen tüm kesimlerine hitap eden basılı ve görsel bir medya ağı var. Diyanet Vakfı ile birlikte her yıl yeni açılan camiler ve Kuran kursları ile idaresinden sorumlu olduğu ibadet mekânlarının sayısı, İslam hukuku ile yönetilen birçok ülkedekinden dahi daha fazla. Personel sayısı her yıl hızla artmaya devam eden DİB’in bütçeden aldığı pay da her yıl artıyor; kurum birçok icraatçı bakanlığın bütçesinden daha büyük bir bütçeye hükmediyor. Diyanet Vakfı ile birlikte yurtdışında da giderek büyüyen bir teşkilatlanması var. 

Siyasi ve toplumsal gündemle ilgili fetvalar, genelgeler yayınlıyor ve kamuoyuna yansıyan Diyanet görüşleri, destek kadar tepki de görüyor, tartışmalara konu oluyor. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında denilebilir ki DİB en “güçlü” olduğu döneminde aynı zamanda hayli tartışmalı bir kurum haline gelmiş görünmektedir. 

Siyasi iktidar sözcülerinin kimi açıklamalarında DİB başkanı için “Ümmetin dini lideri” şeklinde tanımlamalar yapıyor oluşunun tartışmalara yeni bir boyut kazandırdığını da eklemek gerekir. Bununla birlikte, yeni anayasa yapmanın yeniden siyasetin önemli gündemlerinden biri haline gelmesi, konumu Genel İdare içerisinde tarif edilen DİB’i de ister istemez yine tartışmaların odağına taşıyacaktır.

DİB’in artan bütçesi, personeli, etki ve etkinlik alanları ile siyasi iktidarla hiçbir dönem olmadığı kadar yakın ve “uyumlu” bir ilişki içerisinde olması, farklı yaşam tarz ve tercihlerine yönelik müdahale imkânlarını da artırmış durumda. Toplumsal pedagojik boyutları da bulunan bu türden müdahalelerin iktidar partisinin ideolojik hassasiyetlerini yansıtması dikkat çekicidir ve nesnel olarak toplumda ayrıştırıcı bir rol oynamaktadır."

Raporun ayrıntılı hali: https://hyd.org.tr/attachments/article/1163/Tartisilan_kurum_diyanet.pdf