HABER: FATOŞ ERDOĞAN

Çağdaş Hukukçular Derneği(ÇHD) İstanbul Şubesi, ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve Av. Barkın Timtik’in 5 yılı aşan tutuklu yargılanmaları üzerinden ülkemizdeki hukuksuzluğu konuşmak için Kanlıca Barobahçe’de "Yargılanıyor muyuz?" başlıklı panel düzenledi. Av. Bahri B. Belen’in moderatörlüğündeki panele TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, TBB Başkan Yard. Av. Gürkan Altun, İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu ve Bologna Barosu YK üyesi Av. Antonio Fraticelli konuşmacı olarak katıldı.

"SAVUNMANIN BAĞIMSIZLIĞI VE ÖZGÜRLÜĞÜ HİÇE SAYILARAK TUTUKLANDI"

Çok sayıda avukatın katıldığı panel ÇHD İstanbul Şube Başkanı Çiğdem Akbulut’un yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Akbulut, “Duruşmadan hemen önce geride bıraktığımız 5 yıl içerisinde yargılanan meslektaşlarımızın, ‘dışarıdaki’ avukatların neler yaşadığını konuşmak istedik. Biz bu dosya üzerinden savunmanın bağımsızlığı ve özgürlüğü hiçe sayılarak tutuklandı. Örgütlenme özgürlüğünün yok sayılmasıyla birlikte cezalandırıldık. Mesleğimizin ve müvekkillerimizin haklarını savunduğumuz için, adil yargılanmak istediğimiz için öldürüldük. Sadece bizler değil savunmanın tamamı topyekün bir saldırı altında. Bu nedenlerle bugün burada tüm yargılama boyunca yanımızda olan isimler var” ifadelerini kullandı.

"AVUKATLARIN TARİHİ AÇISINDAN BU DAVA ÇOK ŞEY İFADE EDİYOR"

İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, etkinliğin ilk konuşmasını gerçekleştirdİ. “Bu davanın ilk celsesi başladığında sayın yargıça da aynı şeyleri söyleyerek başlamıştım: ‘İstanbul Barosu’nun tarihi açısından bu dava, avukatların tarihi açısından bu dava bizim için çok şey ifade ediyor’ demiştim. Gerçekten de geriye dönüp baktığınızda pek çok açıdan tahlilini yapacağınız bir davadan söz ediyoruz" İfadelerini kullanan Durakoğlu, şunları kaydetti:

"YARGIYI SİYASETİN PARÇASI HALİNE GETİRDİLER"

“Türkiye’nin otoriterleşmesinden avukatların aldığı pay diyebilirsiniz. Nasıl ifade ederseniz edin, özellikle savunma hakkının içinde bulunduğu konum itibarıyla dava önem kazanmaktadır. Belki 20-30 dava ile yargıyı araçsallaştırmaya amaçladılar ve yargıyı siyasetin parçası haline getirdiler. Bağımsızlığın ortadan kaldırıldığı evre, daha sonra ona direnen avukatların da bağımsızlığını ortadan kaldıracak bir müdahaleyi gerektiriyordu. Siyasal iktidar yargıyı kendi stratejisinin bir parçası haline dönüştürdüğü andan itibaren bu tür davalarla karşılaştık. Temel amaç, kendisinin aslında ir demokratik rejim içerisinde asla değiştiremeyeceği bir olguyu, yargı eliyle değiştirmeye çalışmasından ibarettir. Yargılananlar sadece onlar değildir. Siyasal iktidar kendisi bir proje ortaya koyamadığı için bunu yargı eliyle, zoruyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Geldiğimiz nokta son derece anlamlıdır. Cuma akşamı tahliye kararını duyduğumda Pazartesi günü yargıcı gidip tebrik edecektim. Gerçekten de bütün meslektaşlarımızı tahliye ettirirken AİHM kararlarından, suç vasfından bahsetmişti ve tutuklu kişilerin avukat olmasından bahsediyordu. Bir karar, aynı üç kişi tarafından nasıl saatler sonra değiştirilebilir? ‘Bu işi siz yaptınız, siz temizleyeceksiniz’ demişler. O dönem açısından da yargı tamamen ele geçirilmiş durumdaydı, avukatların üzerine gidilmesi gerekiyordu. ‘Önceden uyarılmayan’ yargıçların kararıyla planları bozulmuş oldu. Davanın içeriğine girdiğinizde de eğer gülebilseniz güleceğiniz delillerle karşı karşıyasınız."

"YARGITAY'IN HADDİ DEĞİL"

"Yargıtay’ın hangi hadle bunu yaptığını bilmiyorum ama bize bir avukatlık pratiği anlatmak istemesinin ortaya çıkarabileceği sorunu davanın kendisi kadar önemsiyorum. Bize nasıl avukatlık yapmamız gerektiğini anlatmaya çalışan haddin, Yargıtay’ın haddi olmadığını düşünüyorum. Bir yüksek yargı kurumunun bize böyle bakmak gibi bir haddi yoktur."

"EN ÇARPICI GAZETECİ FATOŞ ERDOĞAN'IN EBRU'NUN CENAZESİNDE ÇEKTİĞİ FOTOĞRAFIDIR"

"Darbe dönemlerinde, baskı dönemlerinde gördüğümüz davaların bugün de yaşanmakta olduğuna herkesin tanık olduğunu biliyorum. Ben 12 Eylül mahkemelerini de biliyorum, bu dönemler içerisinde yaşananlara benzer olguların yaşandığına işaret etmek istiyorum.”TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, konuşmasına “Bir Alman’ın Hikayesi” kitabını hatırlatarak başladı. “Faşizmin hukuku nasıl kullandığı çok iyi anlatılır o kitapta. Benim için ise en çarpıcı an, gazeteci Fatoş Erdoğan’ın Ebru’nun cenazesinde çektiği fotoğrafıdır” diyerek sözlerine başlayan Fincancı, şunları kaydetti:

"BU ÜLKENİN CEZAEVLERİNDE REHİN ALINANLAR ÇOK"

 “Ne yazık ki Ebru’nun kardeşi Barkın şu anda cezaevinde. Bu ülkenin cezaevlerinde rehin alınanlar çok. Tabii ki bu böyle devam etmez. Bir gün bu baskı da bu zulüm de sona erer. Sonrasında ne olacağını, o yargıyı nasıl şekillendireceğimizi de bugünden düşünmek gerekiyor. Meslek örgütümüzü ele aldığımızda, yargının araçsallaştırılması bağlamında TTB yöneticilerimizin başına gelmişti. Halk sağlığını işaret etme pratiğimiz, suçlulaştırmanın parçası yapılmıştı. 15 Temmuz darbe girişimi sürecindeki gözaltı pratikleriyle karşı karşıya kalınmıştı. Bir spor salonunda gözaltına alınıp topluca muayenelerinin oraya getirilen hekimlere yaptırıldığı tabloları izlemiştik. En ağır cezayı da en genç meslektaşımıza verdiler. Hepimizin çok yakından bildiği cumhuriyet savcısının cebinden çıkardığı iddianame örneğiyle karşılaşmıştık. Bu sevgili Şehmus Gökalp’in yargılamasında da karşımıza çıkarılmıştı. Kim olduğu belli olmayan bir gizli tanık ifadeleriyle soruşturma başlatılmıştı. Bir madde bağımlısı, daha önce hiç birlikte çalışmadığı biri için ‘Terör örgütüne tıbbi malzeme sağlıyor’ demişti."

"HEKİMLERİN EYLEMLERİNEHALK SAHİP ÇIKTI"

"Türkiye’nin adaletten uzaklara savrulmasının bedeli çok ağır. Adalet ne yazık ki bu topraklardan alıp başını gittiğinde biz insanların adaleti kendi elleriyle tesis etme yöntemlerini de görüyoruz. Bu hepimize yansıyor. Bunun böyle gitmeyeceğini biz meslek örgütü olarak yaptığımız g(ö)rev eylemlerinde gördük. Bizim eylemlerimiz hep sahiplenilirdi ama bu kez çok büyük destek aldık ve en önemlisi hekimlerin eylemlerine halk sahip çıktı.”

"YAKLAŞIK 5 AY İDDİANAME BEKLEDİK"

 TBB Başkan Yardımcısı Gürkan Altun ise şunları kaydetti:

“2013 yılından bugüne gelen bir süreç ÇHD davası. Benim de 1995 yılında Bursa’da staja başladığım gün üyesi olduğum derneğin yargılaması. Bunlar bize yabancı olan şeyler değildi ama ilk defa yargılamaların ilk defa yargılamaların bu kadar çaresizlik içinde olduğunu gördük. 2017’de zannediyorum yine bir Adalet Nöbeti öncesiydi, biz buluşmadan önce genel başkan Selçuk Kozağaçlı gözaltına alınmıştı ve tutuklanmıştı. Yaklaşık 5 ay iddianame bekledik. İddianameden 6 ay geçtikten sonra ancak o malum tahliyelerin, peşinden de Türkiye hukuk tarihinin ilk kez karşı karşıya geldiği itirazların yaşandığı duruşmaya geldik. Bomboş bir salonda toplamda 159 yıla varan hapis cezalarıyla meslektaşlarımız cezalandırıldı. 42 baro başkanımız tarafından da bir basın metni geçildi ajanslara. Bizim yargılama sürecinde gördüğümüz bütün hukuksuzlukları baro başkanları kamuoyuyla paylaştı."

"HEM KENDİLERİ HEM DE SAVUNDUKLARI YURTTAŞALR İÇİN ADALET İSTİYORLAR"

"Adli işlem görünümlü yargılamalarla meslektaşlarımız önce tutuklandı, sonra yargılandı ve mahkum edildiler. Süreç içinde bir meslektaşımızın da yaşamından olmasına neden oldular. Hepimizin bildiği kurallar var. Özellikle avukatların mesleki faaliyetinin çerçevesini çizen kurallar var. Bizim meslektaşlarımıza anlatmaya çalıştığımız sadece adli kurallar, onun dışında özgür bir savunmayı tanımlarız. Ama Yargıtay bize nasıl avukatlık yapmamız gerektiğini anlatmaya çalıştı.
Biz avukatlar olarak iktidarlardan bu tip beklentiler içinde değiliz. Aslında hiçbir baskı, engelleme, taciz, haksız müdahale karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyetimizi yerine getirmeyi bekliyoruz. Soruşturma, kovuşturma, idari yaptırımlar ve benzeri sıkıntılardan bizi uzak tutmalarını bekliyoruz. 18. Ağır Ceza Mahkemesi ve 37 Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamaların ortak özellikleri var. Her ikisinde de 3 gizli tanık var, 2 açık tanık var, doğruluğu bir türlü ispatlanmayan hatta fiziksel olarak ortaya konmayan belgeler var. Meslektaşlarımız son derece onurlu ve dirayetli bir mücadele veriyorlar. Hem kendileri için hem de savundukları yurttaşlar için adalet istiyorlar. Bizim talebimiz de bunlardan farklı değil."

"SAVUNMAYA YAPILAN BASKI, DÜNYANIN HER YERİNDEKİ AVUKATLARA YAPILAN BASKI VE ŞİDDETTİR"

Son olarak da etkinliğe Zoom üzerinden katılan Bologna Barosu Yönetim Kurulu üyesi Antonio Fraticelli söz aldı. Fraticelli, şunları kaydetti:

“Bu duruşmalara baromuzun uluslararası komisyonunun üyesi olarak katıldım. 17 Kasım’da Silivri’deki duruşmaya katılmıştım. Bugün de çok önemli şahsiyetlerin olduğu bu sempozyuma katılmaktan onur duyuyorum. Dünyanın 50 ülkesinden 550 temsilcinin katıldığı bir uluslararası toplantıda bu davayı ayrıntılı bir şekilde konuştuk ve mercek altına aldık. Bologna Barosu avukatları, Türkiye’de birçok duruşmaya katıldı ve özellikle bu duruşmayı önemle izliyorlar. Dünyanın herhangi bir yerinde savunmaya yapılan baskı, aslında dünyanın her yerindeki avukatlara yapılan baskı ve şiddettir. Bizim baromuz, Türkiye’deki avukatları desteklemek için çeşitli etkinlikler yapıyor. Avukat Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal ölüm oruçlarına başladıkları zaman bizim baromuz onları onursal üye yaptılar. Ebru Timtik, ölümünden sonra da bizim uluslararası komisyonumuzun üyesi olarak kaldı. Başka bir etkinlik olarak da bu duruşmalara mutlaka baromuzdan avukatlar katılıyorlar. Eğer pandemi engeli olmazsa 5-6-7 Ocak’takine de katılacağız. Genç avukatlar için bir ödül yarışması yaptık ve bu yarışmayı avukat Ebru Timtik’e hediye ettik.”