İklim Adaleti Komisyonu üyesi Melis Tantan, Kahramanmaraş merkezli depremlerde yıkılan binaların molozlarının ayrıştırılmadan dere yatağı, zeytinlik, deniz kenarı gibi bölgelere döküldüğünü belirterek, “Buralardan çıkan kirlilik hem asbest ve toz bulutu nedeniyle havayı kirleten hem de toprağı, canlı hayatını ve besinleri kirleten bir durum meydana getiriyor. Burada, cana kast durumu devam ediyor. Yani deprem öncesi alınmayan önlemler, depremin ardından geciken arama-kurtarma çalışmaları ve şimdi de enkaz kaldırma çalışmalarında zincirleme bir canlı hayatına kast söz konusu” dedi.

Kahramanmaraş’ta 6 Şubat’ta meydana gelen iki depremin etkilendiği 11 ildeki durumu gözlemleyen İklim Adaleti Koalisyonu üyesi Melis Tantan, molozların döküldüğü yaşam alanlarının son durumunu ANKA Haber Ajansı’na anlattı.

Enkaz kaldırma çalışmaları başladığından beri molozların vadi, ova, dere yatağı, deniz kenarı gibi yaşam alanları ve verimli arazilere döküldüğünü kaydeden Tantan, koalisyonun bakanlığa verdiği dilekçe ve depremin ilk gününden beri bölgedeki izlenimleriyle ilgili şu değerlendirmeleri yaptı:

“ARAMA-KURTARMA ÇALIŞMALARINDA GEÇ KALAN DEVLET, ENKAZLARI PLANSIZCA KALDIRMAKTA GECİKMEDİ”

“Depremin ardından arama-kurtarma ekiplerinin gecikmesi, enkaz altındaki afetzedelerden duyduğumuz yardım çığlıkları ve insanların yaşadığı zorlu süreçlerin ardından bu kez de enkaz kaldırma sorunu başladı. Çok uzun süre, enkazlar yıkıldığı yerde kaldı, insanlar cenazelerini çıkarmaya çalıştılar, günler haftalar geçmesine rağmen çıkaramadılar, hâlâ bile belki içinde cenazelerin olduğu enkazlar var. Bunun yanında, bölgedeki gözlemlerimizde, devletin arama-kurtarma faaliyetlerindeki gecikmesi, enkaz kaldırma sürecinde yaşanmadı. Çok hızlı bir şekilde plansız enkaz kaldırma çalışmaları başladı. Orada görüştüğümüz atanmış valiler, il müdürlükleri gibi yetkili kişi ve kurumlar da deprem sebebiyle yıkılmış ve hasarlı olduğu için yıkılmakta olan bina enkazlarının da bir an önce kaldırılması gerektiğini söylediler. Tabii bu enkazların hangi yöntemle nasıl ve nereye kaldırılacağı büyük bir sorun teşkil ediyor. Çünkü 11 ilde, bazı ilçelerin neredeyse yok olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Bir ilçe büyüklüğünde molozun nereye götürüleceği sorunsalı vardı yetkililerin önlerinde.

Biz, bölgede, depremin 10. gününde, Adıyaman’daki enkazların bir vadiye döküldüğüne şahitlik ettik. Aslında durum şu; ‘Bir an önce bunları kaldırın’ denmiş ve bulunan en yakın yere de bu molozlar yığılmaya başlanmış. Burada gördüğümüz şey, bir vadiye, bir dere yatağına enkazların yığılmaya başlandığıydı. Hiçbir ayrıştırma yapılmadan, olduğu gibi, yıkıldığı yerden vinçlerle alınan atık ve molozların, kamyonlara yüklenip bu vadiye kamyonlarla taşınıp döküldüğü bir durumla karşı karşıya kaldık.

“HANGİ BİNALARDA ASBEST KULLANILDIĞI TESPİT EDİLMELİ”

Belli bir tarihten önce inşa edilmiş binalarda asbest kullanımı söz konusu, özellikle yalıtım ve izolasyon malzemesi olarak kapı ve kirişlerde kullanılıyor. Ama tabii biz, hangi dönemde yapılan hangi binalarda asbest kullanıldığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Ne yazık ki enkaz kaldırma çalışmaları sırasında bunun tespiti de yapılmadı, dolayısıyla karma bir enkaz ve moloz yığınının, içinde kimyasalların, plastiklerin, belki asbestin de bulunduğu bu bir ilçe dolusu hafriyatın, örneğin Adıyaman’da bir vadiye atıldığına tanıklık ettik. Biz, çalışmaların en başında gördük bunu, hâlâ da devam ediyor.

“CANLI HAYATINA KASTEDİLİYOR”

Buralardan çıkan kirlilik hem asbest ve toz bulutu nedeniyle havayı kirleten hem de toprağı, canlı hayatını ve besinleri kirleten bir durum meydana getiriyor. Aslında burada, cana kast durumu devam ediyor. Yani deprem öncesi alınmayan önlemler, depremin ardından geciken arama-kurtarma çalışmaları ve şimdi de enkaz kaldırma çalışmalarında zincirleme bir canlı hayatına kast söz konusu.

“MİLEYHA KUŞ CENNETİ UZUN ZAMANDIR YAPILAŞMAYA AÇILMAK İSTENİYORDU”

Malatya’da bir köyde, köylülerin enkazlardan çıkan molozların dökülmesini engelleme çabasına tanıklık ettik. Burada molozlar, insanların tarım arazilerine dökülmeye çalışılıyordu. Hatay’daki kuş cenneti, Mileyha sulak alanı, göçmen kuşların uğrak noktasıdır. Aslında burası çok uzun zamandır yapılaşmaya açılmak istenen, deniz kenarında bulunan bir alan. Burası, göçmen kuşların uğrak noktası olması, endemik bitkilerin ve canların yaşam sürmesi ve ev sahibi olmalarından dolayı bir yaşam kaynağı aslında. Yereldeki çevre örgütleri, bölge için uzun zamandır istenen yapılaşmaya karşı çıkmaya çalışıyor. Ama anladığımız kadarıyla deprem, bu yapılaşmanın önünü açmaya çalıştıkları bir olay haline geldi.

“MİLEYHA’YA ÇÖP GÖMÜP ÜZERİNİ TAŞLARLA KAPATTILAR”    

Depremin ilk günlerinde Mileyha, alana çöp dökümü yapılması ile basına yansıdı. Olayın basına yansıması ve kamuoyu tepkisinin ardından bu çöp dökümü geri alındı. 50 kamyon çöp başka bir noktaya taşındı. Biz, bölgeye ulaştığımızda, çöplerin bir kısmının Mileyha sulak alanına gömüldüğü ve üzerinin taşlarla kapatıldığına tanıklık ettik. Bunun ardından sulak alanlara, dere kenarlarına, tarım havzalarına, ovalara çöp ve moloz dökümleri yapılmayacağına yönelik çeşitli sözler verilmişti ama şu an hâlâ devam ediyor.

“MOLOZLAR, DAHA İYİ BİR YER BULUNAMADIĞI İÇİN YAŞAM ALANLARINA DÖKÜLÜYOR”

Mileyha’nın içinde değil ama hemen sınırında bir stadyumun içine bir çadırkent kuruldu, bu stadyumun yanındaki boş alana molozlar dökülmeye başlandı. Bölgedeki çitlerle çevrili alan, Samandağ’ın enkaz yığma alanı olarak belirlenmiş durumda. Bu tarz hafriyatların dökümü için her ilde belirlenen çeşitli alanlar var ama tabii bu alanlar, deprem öngörülerek değil, inşaat faaliyetleri için belirlenmiş. Ama bu alanlar belirlenirken de doğanın kirletilmesi gibi çeşitli kriterler gözetilmemiş durumda. Bu alanlar da yine havzalar, vadiler, dere kenarları, su kenarları olarak seçilmiş. Samandağ’da yetkililere neden bu bölgelerin seçildiğini sorduğumuzda, yetkililer daha iyi bir yer bulamadıklarını söylediler. Gelinen noktada, deniz kenarı, çadırkent yanı, sulak alan yanı gibi yerlerden daha iyi yerler olup olmadığını sormaya devam ediyoruz.

“DEPREMDEN KURTULANLARI ÖLDÜRMEYE KASTEDİYORLAR”

Yakın zamanda bir helikopter de çadırkentin yakınına iniş yaptı ve tüm toz bulutu, çadırkentte yaşayan insanların üzerine taşınmış oldu. Bir nevi şu söyleniyor oradaki vatandaşlara; ‘Depremde ölmediniz, biz burada hem sizi hem diğer canlıları bu tozlarla, bu asbest yığınıyla, bu kimyasal solumalarınızla öldürmeye kastediyoruz’. Bunu bilerek yapıyorlarsa gerçekten büyük bir suç, bilinçli bir kasıt var. Bilmeyerek yapıyorlarsa daha da kötü. Bu süreç için, uzmanlardan -özellikle asbest uzmanları- ekoloji örgütlerinden ve yerel halktan görüş alınarak bölgenin rüzgar etkisinden ekolojik yapısına kadar tüm boyutlar gözetilerek uzun dönemli bir çözüm üretimine gidilmeli. Burada en önemli mesele, bu enkazların kaldırılması konusunda acele edilmemesi. En doğru yöntemin ne olduğu, çeşitli bileşenlerce, görüşler alınarak, uzmanlara danışarak belirlenmeli.

“NARLIDERE, DEPREMDEN ÖNCE DE GÖZDEN ÇIKARILMIŞTI”

Altınözü, Hatay’ın en yeşil alanlarından bir tanesi. Bir yerleşim yeri olan Narlıdere’nin başlangıcındaki vadinin ilerisinde zeytinlikler var. Bu zeytinliklerin üzerine tüm Altınözü ve Antakya’nın molozlarının döküldüğüne şahitlik ettik. Molozların neredeyse bir uçurum üzerinden zeytinliklerin üzerine dökülmesi sebebiyle bir toz bulutu oluşuyor. Narlıdere’nin depremden önce gözden çıkarılmış bir yer olduğu çok netti. Bölgenin ilerisine baktığınızda, iki taş ocağı, bölgenin çöplerinin yığıldığı bir arazi var. Molozların da oraya dökülmesiyle özellikle zeytinin meşhur olduğu bir yerde bu zeytinliklere de kastediliyor. Esen rüzgarla taşınan tozlar ve molozlardaki kimyasalların toprağa karışmasıyla ve asbest riskiyle Narlıdere halkı da büyük bir tehdit altında. Narlıdere bir ovaya da açılıyor, dolayısıyla bu tehlike kocaman bir ovayı içeren Hatay’ı da tehdit ediyor. Bu bölgelere moloz dökülmesine kim karar veriyor, neye göre karar veriyor, denetim yapılıyor mu?

“BÖLGEDE ÇEŞME SUYU İÇİLEMEYECEK”

Moloz yığınlarıyla yıkım alanlarında çalışan insanların da maskesiz olduğuna tanıklık ettik. Herkes birbirine suç atıyor. Yetkililer, ‘Biz veriyoruz, onlar takmıyor’ diyor. Çalışanlar, ‘Maske verilmedi’ diyor. Dolayısıyla çalışanından orada yaşayanına, depremden kurtulanından yoldan geçene kadar herkesin soluduğu hava, yediği yiyecek ve içtiği su zehirlenmiş halde. ‘Musluklardan su içmeyin’ uyarıları çok fazla yapıldı. Bugünden yarına kadar, hatta daha da ilerleyen zamanda bölgede çeşme suları içilemiyor olacak. O kadar çok enkaz ve kullanılamayacak olan bina var ki enkaz kaldırma çalışmaları her ne kadar hızlandırılsa da aylar, belki de yıllar boyunca sürecek ve bir hava, toprak ve su kirliliği söz konusu olacak. Depremlere karşı alınmayan önlemlerle neredeyse bitirilmeye çalışılmış bir coğrafya, süren tedbirsizliklerle ileride belki de hayal bile edemeyeceğimiz korkunç sorunlara sebebiyet verecek olan bir kirlenmeyle yüz yüze durumda.

Biz, çağrımızı, bu çalışmaların bu kadar hızlı yapılmaması ve uzman görüşleriyle sürdürülmesi noktasında yapmaya devam ettik. Hem ekoloji hem de emek ve meslek örgütleri tarafından uyarılarımızı paylaştık. Bu uyarıların bir an önce dikkate alınıp hayata geçirilmesini istiyoruz.

“BAKANLIĞA DİLEKÇE VERDİK”

Bölgede enkazlarla ilgili birçok soru sorduk: ‘Bu alanlar nasıl belirlendi, bu alanlar belirlenirken çeşitli çalışmalar yapıldı mı, önlemler alındı mı, çeşitli korunma yöntemleri var mı.’ Bu koruma yöntemleri, kamyonlar molozları götürürken kasanın üzerine bir membran serilmesi ve tozun havaya karışmasından tutun, binalar yıkılırken su püskürtülmesinden götürüldüğü alanlara kadar çeşitlenebilir. Biz de Bilgi Edinme Kanunu kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Hatay İl Müdürlüğü’ne bir dilekçe sunduk. Yaklaşık üç sayfalık bu dilekçede, ‘Enkaz kaldırma çalışmaları esnasında önlem aldınız mı, plan yaptınız mı’ gibi birçok soru sorduk. Dilekçeyi, binası yıkılmasına rağmen konteynerlerde faaliyet gösteren Hatay İl Müdürlüğü’ne teslim ettik. Burada evrakların kaybolabileceği endişesini taşıyarak, aynı zamanda dün Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın kendisine de bir dilekçe başvurusu yaptık. Buralardan yanıt bekliyoruz. Hem sorularımız hem de uzmanlarla çalışma ve hızlandırmama noktasında çeşitli önerilerimiz var. Yanıt alsak da almasak da konuya ilişkin şikayetlerimize devam edeceğiz. Çünkü bu, gerçekten büyük bir suç. Hem görevi ihmal suçu hem de görevi kötüye kullanma suçu. Daha önce bir plan yapıldıysa bile şu an bu planların doğru işlemediği ya da yanlış kararlar alındığına şahitlik ettiğimiz için bu sürecin peşini bırakmayacağımızı söylüyoruz. Hatay’dan Diyarbakır’a kadar tüm bir tarım havzasını, çok verimli ovaları, insanların da diğer canlıların da nitelikli yaşam alanları olan bu yerleri yok etmeye yönelik bir durumla karşı karşıyayız. Alacağımız yanıtlara ya da yanıt alamama durumumuza bağlı olarak bundan sonraki süreçte bir suç duyurusu ve dava süreci de gerçekleştiriyor olacağız.

“AYRIŞTIRMA, ZAMAN SIKINTISI NEDENİYLE YAPILMIYOR”

Ayrıştırma konusu muhtemelen zaman sıkıntısı sebebiyle öteleniyor. Bize Samandağ ve Altınözü’ndeki bu iki alan için söylenen şuydu; ‘Biz şu anda bu enkazları bir yere yığıyoruz ve ayrıştırmayı götürdüğümüz yerde yapacağız.’ Ayrıştırmanın niye orada yapıldığını bilmiyoruz. Enkaz kaldırma çalışmalarının başlanmasından önce, hangi binanın hangi yılda yapıldığı gibi konuların tespit edilmesi gerekirdi. Örneğin bu soru bize bina yapımında asbest kullanıp kullanılmadığı verisini verir. Asbest kullanılan binaların asbestten ayrıştırılmasının uzman kontrolünde yapılması gerekiyor. Sadece asbest de değil, özellikle yıkılmayan binalar için kullanılan PVC’ler, poliüretanlar, camlarda kullanılan tüm plastik malzemelerin ayrıştırılması ve enkazdan alınması gerekiyor. Çünkü bu maddeler doğada yok olmuyor. Dolayısıyla götürülen her yerde karma kimyasalıyla, asbestiyle, betonuyla karışık bir hafriyat yığının canlı hayatına, suya nasıl bir dahli olduğunu öngöremiyoruz.

“BİNALARDA KULLANILAN BETON, ‘İYİ PARA YAPTIĞI’ İÇİN GERİ DÖNÜŞTÜRÜLECEK”

Bunlar saf bir beton yığını değil, dolayısıyla geri dönüşümü de mümkün olmayan hafriyatlar olarak yığılıyor. Ayrıştırma, aslında geri dönüşümün de mümkün olduğunca planlayarak yapılmasının da önünü açacaktır. Ama şu anda ayrıştırma yapılmıyor. Götürüldüğü alanda yapılması planlanan ayrıştırmadan bizim anladığımız, molozların beton demirlerinden ayrıştırılacağı. Önceki depremlerden, binalarda kullanılan betonların, tabiri caizse iyi para yaptığını biliyoruz. Aslında geri dönüşümü düşünülen, para eden bu kısım. Geri dönüşüm derken de büyük ihtimalle kastettikleri, bu betonların geri dönüşümü. Bu halde oradaki diğer kirletenler ne olacak, burada büyük bir soru işareti var. Yıkılacak binlerce bina var. Bir an önce ayrıştırmayla ilgili uzman kadroları oluşturulmalı ve her enkazın başında bu uzmanlar görev almalı. Hasarlı binaların yıkımı da ayrıştırma olmadan yapılmamalı.

“YENİ YAŞAM ALANLARININ KURULABİLECEĞİ YERLER MOLOZLARLA KATLEDİLİYOR”

Bir ilçeden başka bir ilçeye geçerken molozların yol kenarlarına döküldüğüne de şahitlik ettik. Kamuoyu tepkisi olmasına rağmen, ‘bir şekilde biz bunları kandıralım, işimize bakalım’ anlayışının var olduğunu görüyoruz. Bölgede bu durum devam ediyor, daha da artacak ne yazık ki. Burada yapabileceğimiz tek şey, kamuoyu tepkisini daha da yükseltmek. Bulunan en yakın yere bu enkazlar ayrıştırılmadan ivedilikle taşınıyor. Sanki küçük bir mahalle yıkılmış ve buranın enkazı kaldırılıyormuş gibi işletiliyor süreç. Halbuki 11 ildeki birçok ilçenin yok olduğu devasa bir durumdan bahsediyoruz. Halihazırda mahvolmuş il ve ilçe merkezlerinin dışında kalan, şu an yaşam alanları olarak kurulabilecek ve korunması gereken yerlerin de katli söz konusu. Bu ilçeler kadar büyük başka yerleri de kendi ellerimizle yok edeceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Şu an bölgedeki bu durum aynı hızda devam ediyor, belki de daha da hızlanacak. Çünkü ‘bir an önce kaldırın’ baskısı var yerel idarecilerin üzerinde. Emri verenler, uygulayanlar ve bizler açısından da vicdanen büyük bir suç aslında, olanları engelleyemediğimiz için.”