Edirne Cezaevi'nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 'kazanabilecek aday' tartışmasını eleştirerek Demirtaş, "Altılı Masa'nın da diğer ittifakların da ayak oyunlarına dikkat etmeleri gerekir. Üzerinde ilkesel uzlaşma sağlanan her aday bu seçimi kazanabilir. İsmi geçenler arasında kazanamayacak aday yoktur, yeter ki demokrasi ilkelerinde ve gelecek programında uzlaşma sağlansın" diye konuştu.

T24’ten Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtlayan Demirtaş, "Medya dünyasından iş dünyasına, siyaset erbabından bürokratlara kadar bir dizi muhalif çevre, seçimden sonra kendilerine yeni bir konum kazandıracak adayı öne çıkarmaya çalışırken bunu 'kazanabilecek aday' kılıfı altında yapıyor. Beni en çok rahatsız eden şey bu. Oysa ülkenin içinde bulunduğu yıkım, halkın yaşadığı açlık, yoksulluk kişisel hesapları tümüyle bir kenara bırakıp kurtuluş reçetesinde ortaklaşmayı gerektiriyor" ifadelerini kullandı.

Demirtaş, "Yaşanan tüm acılara, bize yapılan bunca zulme rağmen halkın içinde felaketten çıkışa katkı verebileceğine inansam Erdoğan ve Bahçeli ile de görüşürüm, konuşurum, tartışırım. Onları dinlerim, kendi görüşlerimi de onlara anlatırım. Dolayısıyla şunu büyük bir özgüvenle belirtmek isterim ki, biz düşüncelerimize ve çözüm projelerimize güveniyoruz, herkesi dinlemeye de sonuna kadar açığız. Buna Akşener de Altılı Masa'nın tüm aktörleri de dahildir" şeklinde konuştu.

 Demirtaş, sorulara şu yanıtları verdi:

2023, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100'üncü yılı. Nasıl bir ikinci yüzyıl hayaliniz, beklentiniz var?

Kuruluştan bu yana geçen yüzyıl bir yandan acılar, hatalar, yanlışlarla dolu diğer yandan demokrasi mücadelesinin kazanımları ve birikimleriyle doluydu.

İyi kötü tüm deneyimlerimizden dersler çıkararak Cumhuriyet’in yeni yüzyılını demokrasi yüzyılı yapmak zorundayız.

Anadolu coğrafyası her yönüyle, gerçekten de dünyanın nadide bir parçasıdır. Çok kültürlü yapısıyla medeniyetlerin beşiği, jeostratejik konumuyla halen çok kıymetli bir köprüdür. Bu topraklarda tutmayacak bir bitki yetiştirmeye çalışmak gibi tekçiliği dayatmak, geçen yüzyılın en vahim hatasıydı. Bu uğurda inatla, ısrarla uygulanan resmi ideoloji halklara büyük acılar yaşattı. Mezopotamya ve Anadolu’da iç içe geçmiş kültürleri getirip tek kimliğe, tek mezhebe, tek dile sıkıştırmaya çalışmak toplumsal yapıyı alt üst etti ve bu vahim hata tüm sorunların kaynağına dönüştü.

Tek dile ve etnisiteye dayalı yapay bir ulus yaratma sevdası devletin karakterinden dış politikaya, ekonomiden eğitime, yargıdan sanata, edebiyata, edebiyattan sosyal yaşama kadar tüm alanları açık ve örtülü faşizmin etkisi altına aldı.

Peki bu anlattıklarınıza karşı size göre ne yapmak gerekiyor?

Bugün yaşanan hangi sorunu kazısanız altında resmi ideolojinin faşizan rengini görürsünüz. Bu gerçekle yüzleşmeden -değerli Fikret Başkaya Hoca’nın yıllar önceki tespitinde olduğu gibi, paradigmanın iflasını kabullenmeden- ileriye doğru tek bir adım atılamaz. Bu nedenle, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına yeni bir paradigmayla girmek zorundayız.

Cumhuriyet’in evrensel değerlerle uyumlu tüm kazanımlarını sahiplenip büyütmek, yanlışlarını ise düzeltmekle işe başlamalıyız. Çok kültürlülüğü, çoğulculuğu, demokratik devleti, laik devleti, sosyal hukuk devletini, güçlü yerel yönetimleri, kadınların özgürlüğünü, çevre haklarını, temel insan haklarını, barış toplumunu, güçlü ve bağımsız medyayı, adil bir yargı düzenini, özerk üniversiteleri, kamuda şeffaflığı, liyakati ve hesap verilebilirliği, anadili hakkını, inanç özgürlüğünü, sendikal hakları ve daha nice demokratik ilkeyi hayata geçirmek, Cumhuriyet’i yeni yüzyılda demokrasiyle buluşturmaktır hayalimiz.

Yüzüncü yılda kritik bir seçime doğru gidiyor Türkiye. Kimin aday olacağı ve isimler üzerinden tartışılıyor pek çok konu. 21 Aralık’ta paylaştığınız tweet dizisinde ‘Koltuk hayallerinin değil, özgürlük ideallerinin peşinde koşmak halka karşı onur borcumuzdur’ dediniz. Şu anda muhalefette, özellikle Altılı Masa’da daha çok, koltuk hayalleri üzerinden bir mücadele mi görüyorsunuz?

O mesajımda kast ettiğim şey, sadece cumhurbaşkanlığı makamı için yürütülen tartışmalar veya mücadele değil, bunun yanında bakanlıklar ve yüz bini aşkın bürokrat pozisyonu ile yeni iktidar döneminde kendine rant alanı açma hayali kuranların alttan alta sürdürdükleri ayak oyunlarıdır.

Medya dünyasından iş dünyasına, siyaset erbabından bürokratlara kadar bir dizi muhalif çevre, seçimden sonra kendilerine yeni bir konum kazandıracak adayı öne çıkarmaya çalışırken bunu “kazanabilecek aday” kılıfı altında yapıyor. Beni en çok rahatsız eden şey bu. Oysa ülkenin içinde bulunduğu yıkım, halkın yaşadığı açlık, yoksulluk kişisel hesapları tümüyle bir kenara bırakıp kurtuluş reçetesinde ortaklaşmayı gerektiriyor. Ne yazık ki en çok da kendine milliyetçi, vatansever, ulusalcı diyenler bu küçük hesapların içindeler. “Bölücü, hain” olarak niteledikleri Kürtler, Aleviler, solcular ise halkı, memleketi önceleyen ilkesel duruşu sergilemeye devam ediyorlar.

Bu tablo son derece manidardır ve az önce belirttiğim resmi devlet ideolojisiyle de bağlantılıdır. Türkiye’nin milliyetçiliği de dinciliği de yapaydır, sahtedir. Bu toprakların altını üstünü en çok talan edenler, peşkeş çekenler de güya vatan uğruna canlarını verecek kadar ülkeyi sevdiklerini iddia eden sahtekarlardır.

Altılı Masa'nın da diğer ittifakların da ayak oyunlarına dikkat etmeleri gerekir. Üzerinde ilkesel uzlaşma sağlanan her aday bu seçimi kazanabilir. İsmi geçenler arasında kazanamayacak aday yoktur, yeter ki demokrasi ilkelerinde ve gelecek programında uzlaşma sağlansın.

Mesele şudur ki, rantçılarla koltuk sevdalılarıyla uzlaşılarak mı aday belirlenecek yoksa demokrasi güçleriyle uzlaşılarak mı? Seçimin ve sonrasının kaderini bu tercih belirleyecektir.

Aynı tweet dizisinde “Kimsenin kimseyi dışlama lüksü yoktur” da dediniz. Muhalefetin, özellikle de İYİ Parti’nin HDP’yi dışladığını düşünüyor musunuz? 2020 yılında gazeteci Ruşen Çakır’a verdiğiniz bir söyleşide Meral Akşener’e yaptığınız bir çağrı vardı. Eşiniz Başak Hanım ile birlikte bir kahvaltıya gitmek, kendisiyle konuşabilmek. Seçimlere giderken yeniden böyle bir çağrıyı yapmayı düşünür müsünüz?

Ben halka borçlu bir siyasetçi olarak halkın yaşadığı ağır sorunların çözümüne katkı sunacak her diyaloğun içinde olurum. Benim bu konuda kısıtlarım, komplekslerim yok. Kendime güvenirim ve herkesle her konuyu oturup tartışabilir, herkesle görüş alışverişinde bulunabilirim. Başka türlü, bu yıkımdan nasıl çıkılır ki?

Yaşanan tüm acılara, bize yapılan bunca zulme rağmen halkın içinde bulunduğu felaketten çıkışa katkı verebileceğine inansam Erdoğan ve Bahçeli ile de görüşürüm, konuşurum, tartışırım. Onları dinlerim, kendi görüşlerimi de onlara anlatırım.

Dolayısıyla şunu büyük bir özgüvenle belirtmek isterim ki, biz düşüncelerimize ve çözüm projelerimize güveniyoruz, herkesi dinlemeye de sonuna kadar açığız. Buna Akşener de Altılı Masa'nın tüm aktörleri de dahildir.

Konuşmak, aynılaşmak değildir. Birbirini anlamaya, çözümlerde buluşmaya çalışmaktır. Ancak Türkiye’de birbiriyle oturup konuşmayı bile düşmanlaştırmaya, buradan kutuplaşma çıkarmaya çalışan utanç verici, saldırgan bir zihniyet var. Bu zehirli dile, yanlış politikalara teslim olmadan, diyaloğa açık olmak en doğrusudur diye düşünüyorum.

En geniş anlamda muhalefete hep çağrı yaptınız. Cumhuriyet'in demokrasi ile taçlandırılması söylemi kimi siyasetçiler tarafından da dile getirildi. Ama "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" sözünden yola çıkarsak muhalefetten umutlu musunuz? Umutluysanız bu umudu nasıl koruyorsunuz?

Ben umudumu siyasi partilere ya da liderlere değil, toplumsal muhalefete ve halka bakarak koruyorum. Umut da oradadır, kurtuluş da. Elit siyasetin koridorlarında, onca ayak oyununun ve samimiyetsizliğin kol gezdiği mecralarda çok fazla zaman geçirmemek lazım, zehirler insanı. Orada oksijen yoktur, nefessiz kalırsınız.

Sık sık mahalleye, sokağa, köye gitmek, halkın sofrasına oturmak lazım. İnşaatlara, atölyelere, üniversite kampüslerine gidip oraların havasını solumak lazım. Başka türlü, siyasetin kirinden pasından kurtulup kendinize gelemezsiniz.

Ben dışarıdayken hep bunu yapmaya çalıştım. Şimdi de içeriden bunu hayal ederek, yazarak, çizerek ayakta kalıyorum. Halkın bir ferdiyim ve siyasi mücadelemi de bu konumumu asla unutmadan sürdürmeye gayret ediyorum.

HDP seçmeni Kılıçdaroğlu’nun adaylığına nasıl bakar? “İsim konuşmam” derseniz HDP seçmeni nasıl bir aday arıyor?

Yukarıdaki sorulara verdiğim cevaplar aslında aday profilini az çok tarif ediyor. Demokrasi ilkelerine sadık ve o ilkelerin taşıyıcısı olabilecek her aday HDP’li seçmenin desteğini alır, buna Kemal Bey de dahildir elbette. Fakat adaylık ve destek konusunda gelişmelere göre, son kararı HDP yönetimi verecek ve bunu da günü geldiğinde duyuracaktır.

HDP’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Kapatılır mı yoksa sadece Hazine yardımı mı kesilir?

Kestirmek gerçekten çok zor. Bu iktidar, uzun süredir ön görülebilir olmaktan çıktı, her şey olabilir. Sadece hangi kararın kendilerine daha çok yarayacağına bakacaklardır. Yoksa kimse hukuka, yasaya göre karar vermeyecek. Eğer hukuka göre karar verileceğinden emin olsaydık Anayasa Mahkemesi davayı kesinlikle reddedecek ve HDP ceza almayacak, diyebilirdik.

HDP kapatılırsa bunun genel siyasete yansımaları nasıl olur? HDP’liler yola nasıl devam ederler?

HDP’liler bir yol bulurlar, olan Cumhur İttifakına olur. Siyasi fatura tamamen onlara çıkar.

Gazeteci İsmail Saymaz, 'HDP’nin adayının Gültan Kışanak olabileceğini' yazdı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

HDP’deki değerlendirmeler henüz tamamlanmış değil, arkadaşlarımız çalışmalarını sürdürüyorlar.

Belki de HDP’nin aday çıkarmasına gerek kalmayacak, çıkarsa bile uzlaşma sağlanması halinde geri çekmeyi tartışacak; henüz son karar verilmiş değil.

Ben şahsen değerli Gültan Kışanak’ın adaylığından gurur duyarım, kendisini tüm kalbimle, gücümle ve inanarak desteklerim. Tabii bu benim kişisel görüşümdür, özellikle altını çizmek isterim.

Altılı Masa'dan iki aday, HDP’den de bir aday çıkarsa seçimler riske girer mi?

Ortak aday çıkarmak ve ilk turda sonuç almak en doğrusudur. Bu seçeneği değerlendirmeden diğer seçenekleri öne almak pek işlevsel olmaz.

Siz hapiste olsanız da sözünüzün gücü dışarıyı etkiledi. Ama 'dışarıda olsaydınız somut olarak ne yapardınız' diye soracaklarım var. Mesela İmamoğlu kararından sonra ne yapardınız ya da Ferhat Encü'ye polisin tokat atmasından sonra ne yapardınız ya da açlıktan ölen Elif Nur için, 6 yaşında babasının onayı ile istismar ve tecavüze maruz bırakılan HKG için ne yapardınız?

Elimde sihirli bir değnek yok, dışarıdaki arkadaşlarım da ellerinden geleni yapıyorlar zaten. Çok zor koşullarda, fedakarca mücadele yürütüyorlar. HDP yönetimi ile düşüncelerimiz, programımız aynı olsa da her siyasetçinin tarzı, taktik hamleleri farklı olabilir. Mesela ben İmamoğlu davasının da tutuklu Mezopotamya Ajansı gazeteciler davasının da Gezi davasının da Çağdaş Hukukçular Derneği davasının da Çorlu davasının da Pınar Gültekin davasının da duruşmalarını yerinde izlemeye, mahkeme salonuna giderdim.

Aslında tüm siyasi partilerin, bu önemli davaları genel başkan düzeyinde bizzat duruşma salonuna giderek izlemesi, gözlemlemesi lazım. Madem yargı eliyle bu kadar siyasi darbe yapılıyor, o halde muhalefet de liderler düzeyinde, o hakim ve savcıların gözlerinin içine bakmalı, işledikleri suçlara tanıklık etmelidirler ki ileride hem helalleşme hem hesaplaşma hem de demokratikleşme adımları atılırken bunları unutmasınlar.

Tüm hukuksuzluklar, adaletsizlikler karşısında bizzat mağdurun yanında olmak, sokakta olmak çok önemlidir.

Tepkileri sosyal medyayla sınırlamak umudu büyütmediği gibi direnme azmini de köreltir.

PKK’nin silahlara veda etmesi, Kürt siyasal hareketini daha etkili daha güçlü kılar mı?

 “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan” tartışmasını açacak değilim ama devlet, hükümet siyaset alanını daralttığı için insanlar dağa çıktı. PKK dağa çıktığı için siyaset alanı daralmadı yani.

Elbette silahların konuştuğu yerde sözün etki gücü azdır ve biz kesinlikle barış taraftarıyız, demokratik siyaseti savunuyoruz. Bununla birlikte, HDP’ye kapatma davası açan da belediyelere kayyum atayan da PKK değil, AKP’dir.

Tamam, savaş kötüdür ama savaşı dayatanın ve bunu siyasi çıkarı için kullanan AKP-MHP’nin savaş politikasını da teşhir edip eleştirmemiz gerekir ki, barış olsun. Barış ortamı da her durumda siyaset alanını genişletir, bu da bir gerçektir.