Kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen, internet medyası ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifinin TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeleri devam ediyor.

CHP Medya ve İletişimden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Tuncay Özkan, şunları söyledi:

“Anayasa Mahkemesi kararlarında diyor ki ‘Özgürlük alanlarının sınırlarını TBMM, parlamento belirler.’ Yasalar bu nedenle vardır. Yasa yapıcılar bu nedenle vardır. Çünkü özgürlük çok kıymetli bir şeydir. Onu elinizden kaçırdığınızda, onu tekrar kazanabilmek için bir Atatürk’e, Kuvayı Milliye’ye, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ihtiyaç duyarsınız. Yoksa yoktur.

“MİLLETİNİZİ SOPALARLA KORUYACAKSANIZ, ONU KORUYAMAZSINIZ”

Coğrafyalar; Atatürk’süzlükten, Kuvayı Milliye’sizlikten yıkılan devletlerle, param parça olan devletlerle dolu. O zaman varlığımızda, güvenlik içinde yaşadığımız toplumlarda neye sahip çıkacağız? Özgürlüğe sahip çıkacağız.

Peki özgürlüğe sahip çıkmak ne demektir? Özgürlüğe sahip çıkmak elinde sopası olanın yanında olmak değildir. Özgürlüğe sahip çıkmak sopanın hüküm süremeyeceği bir düzenin yanında olmak demektir. Eğer siz milletinizi sopalarla koruyacaksanız, onu koruyamazsınız. Eğer siz milletinizi yasaklarla koruyacaksanız, koruyamazsınız.

1933’te Mustafa Kemal, Amerika’dan bir eğitimci getirmiş. Dönemin çok meşhur bir eğitimcisi. Anadolu halkının eğitilebilirliği üzerine TBMM kütüphanesinde 32 sayfalık bir raporu var. Adam Anadolu’yu gezmiş, Amerikalı eğitimci, bir rapor vermiş. Anadolu halkı eğitilemez diyor. Neden eğitilemez diyor? Çünkü Anadolu halkı aç ve yarı çıplak diyor. Yarı çıplak ve aç. O Anadolu halkının, yarı çıplak ve aç Anadolu halkının gazeteleri var. Ajansı var. Gazetecileri var. Mustafa Kemal’e ağır hakaret var. Mustafa Kemal dava açmış. Bir tören sırasında Mahmut Esat Bozkurt’a soruyor. ‘Ne oldu dava çocuk?’ diyor. ‘Efendim kaybettiniz’ diyor. ‘Ya öyle mi? Boynumuz kıldan ince’ diyor. O günden bugüne geldiğimiz yer, o günkü ruhun hakim olması gereken bir yerdir.

Ben anlatacaklarımın büyük bir kısmını size kendi yaşadıklarımdan hatıralarla süsleyeceğim. 16 Şubat 1990. Bu gazetecilik nedir, bir anlamanızı istiyorum. Körlere fil tarifi gibi. Sayın Grup Başkanvekili’ne göre bu gazeteciler iyi insanlar. Oturulur, konuşulur, hoş sohbet, güzel…. Ama yani ama var.

Şimdi o amayı anlatacağım size. Neye karşılık geliyor. 16 Aralık 1993, sabaha karşı telefonum çaldı. O zaman Kanal D’nin başındayım. Doğan Grubu Medyası’nın da genel yayın yönetmeniyim. Telefonum çaldı. Telefonu açtım. Havaalanındaki Sayan Büfe’de gazete dağıtan çocuk. Dostuz, arkadaşız. Nasıl olmuş? Yıllarca gidip gelirken kitap alışverişi yapmışız, yorum yapmışız. ‘Ağabey’ dedi. Allah rahmet eylesin karaciğer yetmezliğinden öldü. Ailesini saygı ile selamlarım. ‘Abdullah Öcalan’ı getirdiler. 50 metre gördüm. Sisler içinde bir uçak indi. Bir otobüse bindirdiler. Galiba bir adaya götürüyorlarmış’ dedi. ‘Bak evladım, senin söylediğin çok önemli bir şey. Yani gördün mü?’ ‘Gördüm’ dedi. ‘Oğlum nasıl gördün evladım’. ‘Capcanlı karşımda canlı gördüm’ dedi. Adam Kenya’da diye biliyoruz. Bunun üzerine ben kalktım, Kanal D’deki bütün haber merkezini seferber ettim. Herkes sabah o saatte evinden çıktı, haber merkezine geldi ve oturdu. ABD’deki bütün arkadaşlardan derhal bu konuyla ilgili bilgi aldım. İki, Avrupa’daki bütün arkadaşlar, bütün temsilcilerimizi uyandırın, bunu takip etsinler. Üç, bana düşen ödevler var.

Hemen sabah saat 05.30’da, altıya çeyrek kala. MİT Müsteşarını aradım. Allah rahmet eylesin, çok iyi bir eşi vardı. Hanımefendi açtı telefonu. Dedi ki ‘Şu an banyoda, veremem telefonu’ ‘Peki, sonra beni arasın lütfen’ dedim. Saat 07.30’da beni kendisi aradı. ‘Efendim Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğine dair bir bilgi var. Bu bilgiyi sizden teyit etmek istiyorum’ dedim. ‘Türkiye’de bir tane MİT var, iki tane yok. O bir tek MİT Müsteşarı olarak söylüyorum ki Abdullah Öcalan Türkiye’de değil’ dedi. ‘Peki teşekkür ederim’ dedim ve kapattım. Ama içim içimi yiyor. Çocuğu aradım tekrar. ‘Gördün mü gözünle?’. ‘Gördüm gözümle abi’ dedi.

Güvenlik kaynaklarını aradım, ‘Yok’ diyorlar. Saatin olgunlaşmasını bekledim. Rahmetli, o dönemki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’i aradım. ‘Toplantıda’ dediler. Sayın Başbakan Bülent Ecevit’i aradım. Rahşan Hanım çıktı. ‘Bülent Bey şu anda bir görüşmede’ dedi. Bülent Beyin bir görüşmede olduğu benim için yüzde 45 olguyu doğruladı. Ama bilgi yok. Bir kaynaktan bilgi alamıyorum. Bunun üzerine ABD’de arkadaşımı ben aradım. ‘Fuat bir şey var mı? Ne oluyor? Böyle bir bilgiye sahip miyiz?’ Bir, iki saat içinde, yolda geliyorum bu sırada, ABD’deki arkadaşım ‘Kenya’da bir operasyon olmuş’ dedi. Bunun üzerine inisiyatifi aldım, ‘Girin arkadaş haberi. Abdullah Öcalan Türkiye’de’ dedim. Sabah saat dokuza çeyrek vardı.

O gün herkes Sayın Başbakan basın toplantısı yapana kadar beni yalanladı. Türkiye’de herkes ‘Yalan bu haber’ dedi. Haber doğru çıktı. Abdullah Öcalan Türkiye’deydi. Ben bunu, Abdullah Öcalan nasıl yakalandığını, ‘Operasyon’ diye kitap haline getirdim. Abdullah Öcalan’ın kendisine de avukatları aracılığıyla ulaştım, nasıl yakalandığını sordum. 34 sayfadan oluşan bir bilgi notu gönderdi, ben de o bilgi notunu operasyon kitabının giriş kısmına koydum.

Bu yazarlık faaliyetimden dolayı, Ergenekon terör örgütünden içeri alındığımda altı yıllık mahpusluğum sürecimde, PKK’yı yöneten 16 Ergenkoncu’dan biri olarak yargılandım. Bana dedi ki ‘Savunma yapacak mısın?’ ‘Hayır yapmayacağım’ dedim. ‘Bak, Abdullah Öcalan ile görüşüyormuşsun, Halkın Hukuk Bürosu’nda senin görüşmelerine dair notlar çıktı’ ‘PKK buna çok güler, o yüzden savunma yapmayacağım’ dedim. O yargılamanın sonunda, bir haberi doğrulatmak, bir entelektüel faaliyet, bir kitap yazmak, bir olguyu anlatmak konusunda bu ülkede geldiğimiz nokta.

“YANLIŞ BİLGİYİ VEREN MEMURLARA NE YAPACAĞIZ?”

Mersin’de polisevimize bir saldırı gerçekleşti. Hain, alçakça bir saldırı. O saldırıda bir polisimiz şehit düştü. Allah rahmet eylesin. Saygı ve sevgiyle anıyorum. Bir terörist öldürüldü. Ne oldu terörist öldürülünce, CHP’li oldu. Kim söylüyor? Taksici söylemiş. Kim söylüyor, İçişleri Bakanı söylüyor. Peki arkadaşlar, haberi yapan, doğrulamaya çalışan kim? Dezenformasyonun kaynağı kim? Bu yasa çıktığında dezenformasyon yaptığı için İçişleri Bakanı’na, İçişleri Bakanı’nı yanıltan, o terörist konusunda yanlış bilgi veren memurlara, kamu görevlilerine ne yapacağız? Var mı yasada hükmü, var mı? Peki böyle adalet ve düzen olur mu? Arkadaşlar çürüyen her şey düşer demiştim. Bu düzen düşmüştür.

29’uncu madde. Burada çok tartışılan bir konu. Dezenformasyon. Maraş olayları. 1979. Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi Cüneyt Arcayürek Maraş’a gidiyor. Arşivlere bakabilirsiniz. ‘Maraş kaynıyor, düdüklü tencere gibi patlayacak’ diyor. İktidarda CHP var. Rahmetli Başkanımız Bülent Ecevit. Bülent Ecevit Bey bu yazıyı okuyunca Cüneyt Arcayürek’i arıyor ve durumu öğreniyor. Korutürk, Sayın Cumhurbaşkanı. Gazeteciyi köşke çağırıyor. Çankaya Köşkü’ne çıkıyor gazeteci, bilgi veriyor. Bülent Bey’i, Cumhurbaşkanı çağırıyor, ‘Nedir bu gazetecinin yazdığı’ diyor. ‘Efendim, sıkıyönetim var. Sıkıyönetim komutanımızla görüştüm. Maraş’ta bir şey yok. Maraş’ta hiçbir şey olmayacak’ diyor. 1979 yılında Cüneyt Arcayürek oradan geldikten sonra Maraş’ta bizim utancımızın en büyüklerinden biri oldu, bir gazeteciyi dinlemediğiniz için oldu. Şimdi siz o gazeteciyi susturmak istiyorsunuz. Dezenformasyon mu haber? Hayır değil. Tarih o gazeteciyi haklı çıkardı.

Size başka örnek vereyim. Domuzlar Körfezi. Kennedy çıkartma yapacak. CIA çıkartma raporları hazırlamış. Her şey hazır. Gidilecek, Castro alınacak, bütün devrimciler yakalanacak, hapsedilecek. Mahkum edilecek… Domuzlar Körfezi çıkarması nedeniyle Times gazetesinin muhabiri öğreniyor ve diyor ki bir yazı kaleme alıyor, ‘Sakın çıkartma yapmayın. Çıkartma yapacağınız yer bataklık. Kullanacağınız adamlar amatör’ diyor. Bunu yapmayın, diye bir savunma muhabiri yazı kaleme alıyor. Kennedy, CIA’nın baskısı ile o gazetecinin yazısını yayınlatmıyor. Domuzlar Körfezi çıkarması ABD’nin en büyük utanç vesikasıdır. Gazeteciyi çağırıyor, özür diliyor. O günden sonra, öldürülmesinde bunun çok büyük payı vardır, CIA’yı bir daha kabul etmiyor, asla görüşmüyor CIA ile.

Şimdi siz bu yasa ile MİT’e, buraya bir MİT mensubu girse, 600 tane milletvekilini katletse onun haberini yapamama yetkisi veriyorsunuz. Neden, neden böyle bir yetki? Dünyanın hangi ülkesinde var bu yetki? Niye bir MİT mensubuna bu yetkiyi veriyorsunuz? Böyle bir şey olur mu? Bunun karşılığında siz ne alacaksınız, ne vereceksiniz? Girdi içeriye, hepimizi öldürdü gitti. Haber yapamazsınız. Bu yasa çıktığı andan itibaren. Neden? Neden sorusunu soruyorum.

29’uncu madde şu maddelerin birleşiminde oluşuyor. Gazeteciye diyeceksiniz ki, 125 hakaret, halk arasında korku ve panik 213, suç işlemeye tahrik 214, suç ve suçluyu övme 215, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama 216, kanunlara uymamaya tahrik 217, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma 217-a. Kataloğa sokacağız. Bununla suçladığımız kişiyi cezaevinde hep tutuklu yargılayacağız. Cumhurbaşkanına hakaret, 299. Devletin egemenlik alametlerini aşağılama 300. Türk milletini, devletini ve organlarını aşağılama 301. Silahlı örgüt 314. Halkı askerlikten soğutma 318. Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. maddesi 2. ve 4. Fıkrası... Yalçın Küçük’ün kulaklarını çınlatayım. Hocam böyle durumlarda derdi ki cezaevinde bize. ‘Kardeş ne anlattın sen, ölmüşüz de haberimiz yok’ derdi. ‘Bu ne hal’ derdi ya. Vah, vah, vah. Ne yapmış adam ya, ne büyük suç işlemiş ya, Allah Allah. Bu gazeteci dediğiniz yaratık, canavar olmuş. Bir karanlık yaratıyorsunuz, içine gazeteci diye bir canavar koyuyorsunuz. O canavar değil ama o karanlık sizi yutar. Yapmayın bunu.

“ELİNİZDEKİ GÜCÜ OLİGARŞİYE TESLİM ETMEYİN”

Meşhur 29’uncu maddeyi okuyorum: ‘Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı, işlenemez suç…’ İşlenemez suçsa biz bunu bu maddeye niye koyuyoruz. Arkadaşlar markaların, insanların; efendim demokrasi böyle korunamaz, demokrasiyi özgürlükle korursunuz. Demokrasiyi Cumhuriyeti, halkı yüceltmekle korursunuz.

Efendim her gün yazı çıkıyor bir yerde. Ben içki kullanmadım, kullanmıyorum, sağlığım de elverişli değil. ‘Alkolik Tuncay.’ Ben bunu kesip koyacağım. Kaç şişeden sonra bu kafaya geliyorsun. Özgürlük şişe ile gelinen bir yer olsaydı, biz aşmıştık onları. Özgürlük mücadele ile geliyor. Arkadaşlar elinizdeki gücü oligarşiye teslim etmeyin, bürokratik oligarşiye. İletişim Başkanlığına, Basın İlan Kurumu’na vermeyin.

“60 YIL DAHA YATARIM. BU CAN ÖZGÜRLÜĞE FEDA OLSUN”

Basın İlan Kurumu Başkanı. Türkiye’de 11 toplantı yaptı. Yaz talinde çalıştı. Basın İlan Kurumu. Biz kandırmışız herkesi. Biz bütün akılları çelmişiz. Parayı engellemişiz. Buradan oraya gidecek para varmış da… Binalarını satarak yaşamaya çalışan bir kurum. Gazeteci değiller. Basın kartlarını babalarının malı gibi gazeteci olmayan kişilere dağıtıyorlar. Herkese veriyorlar, çaycıya, çorbacıya veriyorlar. Allah’tan kavga ettik de İletişim Başkan Yardımcısı devreye girdi de orada bekleyen 1200 kartı serbest bıraktılar. Basın İlan Kurumu Başkanı ‘Bu yasa köprüden önceki son çıkıştır. Kafanıza vururum ha’ diyor. Ne yaptı biliyor musunuz? İzmir Gazeteciler Derneği’ne 1 milyon, Konya Gazeteciler Federasyonu’na 1,5 milyon, Bursa Gazeteciler Federasyonu’na 1 milyon. Cezaları yağdırdılar.

Cezalar nerede bekliyor? Yönetim kurulu kararını bekliyor. Yönetim kurulu kim? Oligarşi, kahrolsun oligarşi. Yaşasın özgürlük, yaşasın demokrasi. Bana hiç kimse devletin oligarşi ile ayakta tutulacağını anlatamaz. Benden daha çok. Bu konuşmam nedeniyle bana ceza verirler.  Versinler efendim, altı yıl daha yatarım, 60 yıl daha yatarım. Bu can özgürlüğe ve demokrasiye feda olsun.

“BİR GAZETECİ YAZDI, DEDİ Kİ ‘DARBE YAPACAKLAR”

Fetullahçı yargıç sordu, ‘Alevi misin?’ dedi. ‘Sanane’ dedim. ‘Suçla ilgisi var’. Aleviliğin ne ilgisi var. Sünni’yim ama bugünden sonra Aleviyim. Bu yasa bana soruyor. ‘Necisin arkadaş, kardeş nereden geldin, nereye gidiyorsun?’ diyor. Gazetecinin mensubiyeti filan olmaz. Sorumluluğu vardır. Gazetecinin sorumluluğu vardır. Gazeteci devletine karşı sorumlu değildir. Gazeteci partiye karşı sorumlu değildir. Gazeteci halkına karşı sorumludur. Gerçeğe bağımlıdır, gerçeğe bağlıdır. 15 Temmuz FETÖ darbesi olacak. Bir ay önce, gazeteci arkadaş yazdı. Bunların bir adamları var. Tuncay Opçin diye bir adam. Bir tweet attı. Tweet şöyle diyor. Biz size bizi kovalayamazsınız filan demedik diyor, mealen söylüyorum. Biz size diyor, biz sabaha karşı geleceğiz, yataklarınızdan alacağız dedik, diyor. Tweeti okudum, arkadaşlara dedim ki ‘Bunlar darbe yapacaklar’. Enişteden öğrenmeye ne gerek var ki? Bir buçuk ay önceden belli zaten. Bir gazeteci yazdı. Enişte, taksi şoförü, Süleyman Soylu. Bir gazeteci yazdı, dedi ki ‘Darbe yapacaklar.’ O gazeteci halen gazeteci. Dinlemedi. Bu yasa çıksaydı adamı yargılamaya başlamıştık bile.

“OLİGARK… KEYİFÇİ…”   

Biz Ergenekon’dan yargılanırken, bir sanık düğmelerini yırttı. Yargıca doğru fırladı. ‘As ulan beni as’ dedi. Adamın yanıtı ne oldu biliyor musunuz? ‘Vallahi cezada yeri yok, kanunda yeri olsa seni niye asmayım. Ben de istiyorum ama kanuna koymamışlar’ dedi. Bir gün o yargıç döndü bana dedi ki. ‘Anayasa’ya aykırı ya. Bana bu soruyu soramazsın. Sen ana nasıl sorarsın Alevi’sin diye’ dedim.  ‘Vallahi Anayasa’nın o maddesini biz aykırı buluyoruz, ama…’ dedi. Lan sen kimsin? Basın İlan Kurumu sen kimsin arkadaş. Sen parlamentonun iradesini, oligarşik, bürokratik tutumla nasıl gidersin şikayet edersin herkese. Ne hakla gider de şikayet edersin? Oligark, keyifçi.

“BU YASANIN ŞAKA OLDUĞUNA İNANMAK İSTİYORUM”

İzmir’de seçim çalışması yapıyoruz. Vatandaşın bir tanesi ‘Mustafa ağabey nasılsın?’ dedi. Balbay ile beni sürekli karıştırıyorlar. Ergenekon davasının yarattığı doğal bir sonuç. Benim de o gün iyi saatte olsunlar günümdü herhalde. ‘Ya arkadaş ben Mustafa Balbay değilim’ dedim. 10 dakika sürdü tartışmamız. Bana dedi ki ‘Mustafa abi böyle davranırsan küserim.’ Gözünden yaş geliyor. Kendisine sarıldım, dedim ki ‘Şaka yapıyorum arkadaş, ben Mustafa Balbay’ım.’ Bu yasanın bir şaka olduğuna inanmak istiyorum. Özgürlük sadece benim sorunum değil. Bizden sadece geriye saygı kalacak. Saygı yaşamdan daha uzun sürer.”

"SANSÜR YASASI" NE İÇERİYOR?

“Sansür yasası” olarak bilinen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nde hapis cezaları da öngörülüyor. Teklifle "Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan" kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetleri ve personeline yönelik suç teşkil eden içerikler katalog suçlar kapsamına alınacak. Teklifle, internet haber siteleri süreli yayın kapsamına alınacak. Basın kartı başvurusu İletişim Başkanlığı’na yapılacak ve basın kartı resmi nitelikte kimlik belgesi olarak kabul edilecek.