"Jeremy Rifkin Merkel’e danışmanlık yapsın, Merkel dünyanın en pahalı makam arabalarını yapsın, bizim Tayyip Erdoğan’a satsın; o da fakir fukaranın parasıyla o arabada caka satsın. Siz, buna razısınız. Biz diyoruz ki gelsin bizde çalışsın, arabanın da telefonun da en güzelini, fabrikanın da en gelişmişini, en teknolojiğini nasıl yapacağımızı Jeremy Rifkin, o tecrübe ile yapsın. Buna mı itiraz ediyorlar? 'İlim Çin’de bile olsa alın' diyen bir peygamberin ümmeti olmak ile övünenler böyle mi anlamışlar peygamberin onlara yaptığı öğüdü? Bugün Jeremy Rifkin, bunların beceremedikleri, yalan yanlış politikalara karşı CHP’nin inşa ettiği devasa model ve ortaya koyacağı vizyonda bir danışmandır" karşılığını verdi.

Özgür Özel, bugün TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Özel, Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni danışmanı ekonomist Jeremy Rifkin'e ilişkin, "Jeremy Rifkin, genel başkan danışmanı ve bundan son derece memnunuz. Çünkü kendisi, o çok beğendikleri, yere göğe sığdıramadıkları, elini sıkınca bırakmadıkları Angela Merkel’in endüstride danışmanıydı" dedi. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yurttaşlara "sabır ve metanet" dilemesini Özel, "Erdoğan’ın ağzından çıka çıka ‘Vatandaşlarımızdan biraz daha sabır ve metanet bekliyoruz’… Bu vatandaş, sabrede sabrede daha ne kadar sabredecek? Bıçak kemikte değil, kemiği de deldi geçti. Asgari ücretli, emekli, işçi, memur, öğrenci geçinemiyorlar. Artık hayata tutunamıyorlar. Maalesef bu, saraydan görünmüyor. Çünkü onlarda ne yeme ne içme ne yakacak parası, hiçbir şey yok. Ailece, sülalece yerleştiler ve devletin sırtından geçiniyorlar. Dünyanın en pahalı makam araçlarına çifter çifter biniyorlar. 13 tane uçakla dünyayı geziyorlar, ondan sonra millete ‘Biraz daha sabır ve metanet’ diyorlar" sözleriyle eleştirdi. 

Özgür Özel'in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle: 

“BÖYLE BİR İDDİAYI ORTAYA ATANLAR HEP DİKTATÖRLÜĞE VARAN BÜTÜN YETKİLERİ ELLERİNDE TOPLAYANLAR: Tayyip Erdoğan, dün Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda şunları söyledi. Aslına bakılırsa bunların derdi ülkeyi yönetmek değil, devletin imkanlarını kendi aralarında paylaştıracak paravan bir şirket kurmak… Dün bu konu üzerinde durmuştuk. Ülkeyi bir şirket gibi yönetmeye geldiğini kendisi söylemişti. Bir aile şirketine dönüştürdüğünü hep ifade ediyoruz. Türkiye’de çok iyi yönetilen, nesilden nesle aktarılan başarılı aile şirketleri var. Ama 20 yılın sonunda içinde bulunduğumuz ekonomik darboğaz, siyasi kriz, ekonomik kriz, sosyal krize bakıldığında, ülkeyi şirket gibi yönetmenin doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Zaten böyle bir iddiayı ortaya atanlar hep tek adamlar, hep diktatörlüğe varan bütün yetkileri ellerinde toplayanlar.

BU ÜLKEDE BU İŞLERİ YAPABİLECEK KADROLAR HEP EVDEN, AİLE MASASINDAN ÇIKMIŞ: Sonuçta şuraya varıyor; Çevre Bakanı’nın paralelinde Hanımefendi, ‘sıfır atık projesini’ yürütüyor. Kızı, Kadın Bakanlığı’nın paralelinde çalışıyor, paralel Kadın Bakanlığı yapıyor. Oğlu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın işlerini yapıyor. Bir yandan Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın işlerini yapıyor. Bir damat kasanın başındaydı, öbür damat savunma sanayiinin başında. Bu ülkede bu işleri yapabilecek kadrolar hep evden, aile masasından çıkmış.

BURAK ERDOĞAN’IN ‘BU’SU; MUSTAFA ERDOĞAN’IN ‘M’Sİ; RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ‘ER’Sİ; ZİYA ENİŞTENİN, ZİYA ÜLGEN’İN ‘Z’Sİ: Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın bu şirket meselesinden sonra bir de ‘paravan şirket’ deyince ‘Ya nereden geldi aklına şimdi paravan şirket’ diyorsunuz. Bu siyasette paravan şirket kavramı çok kullanılan bir şey değil. Ama bizim siyasette son duyduğumuz paravan şirketin adını bir hatırlayalım. BUMERZ diye bir şirket vardı. Man Adası’nda kurulmuş, bir paraleli de burada kurulmuş bir şirket vardı. Neydi? BUMERZ? Bu BUMERZ, neyin kısaltması? Burak Erdoğan’ın ‘BU’su; Mustafa Erdoğan’ın ‘M’si, Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ER’i; Ziya eniştenin, Ziya Ülgen’in ‘Z’si. O günden bugüne soruyoruz, ‘Bu BUMERZ başka manaya geliyorsa söyleyin, biz öğrenelim’ diye. Ama cümle alem biliyor ki şirket, bu. Vergi cennetlerinde nereden geldiği belli olmayan bir geminin alışı, satışı, vergiden onların değimiyle kaçınma ve paranın vergi cenneti tur attırılarak aklanıp bunlar arasında pay edilişi. Yani paravan şirket kurup da bir şeyleri pay etmekten biz, BUMERZ’i hatırlıyoruz. Man Adası meselesidir.

BİR KEZ DAHA YÜKSEK YARGI KARARLARI İLE TESCİLLENİYOR: Man Adası’nda kurulan bu şirket ile ilgili Genel Başkan’ımıza (Kemal Kılıçdaroğlu) açılan tüm davalarda verilen aleyhe kararların da teker teker bozulduğunun altını bir kez daha çizelim. O günlerde önce sustular, sonra inkar ettiler, sonra dava ettiler. Mahkemelerin hakimlerini, dava görülmeden birkaç gün önce değiştirdiler. İstedikleri gibi birkaç karar çıkardılar. Ama yüksek yargıda bunlar teker teker bozuldu. O gün sanki BUMERZ, Man Adası’ndaki o yolsuzluk yokmuş gibi yapmaya çalışanların bugün yaptıkları, bir kez daha yüksek yargı kararları ile tescilleniyor.

SON DERECE ÖNEMLİ OLAN BU ÖRGÜTLERE BİR HIRSLA, KİNLE SALDIRAMAZSINIZ: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, geçtiğimiz günlerde Zonguldak’ta yaptığı açıklamada, Türk Tabipleri Birliği ve Türk Mühendis, Mimarlar Odası Birliği’nin meslek kanunlarında değişiklik yapacaklarını söyledi. Bu örgütler, güçlerini Anayasa 135’ten alıyorlar. Anayasa’ya göre kurulmuş ve üyelerinin hak ve menfaati ile kamunun hak ve menfaatini birlikte koruyan son derece önemli örgütler. Siz, bu örgütlerin başındaki yöneticinin söylediği sözü beğenmiyor, ona kızıyor olabilirsiniz ama Anayasa’ya göre kurulmuş, kuruluş kanunlarından da önce, mesleki bir geleneğe saygı ile kurulmuş olan ve o meslek mensupları açısından son derece önemli olan bu örgütlere bir hırsla, kinle saldıramazsınız.

BU KONUDA EN İYİ CEVABI AVUKATLAR VERDİ SİZE: ‘Efendim, biz bu örgütlerin başındaki Türk ibaresini kaldıracağız’. Efendim, iktidara müzahir bir köşe yazarından okuyoruz; bu örgütleri, çoklu barolarda olduğu gibi çoklu tabip odaları, çoklu mühendis odalarına dönüştürüp işlevsizleştirmek istiyorlar. Bu konuda en iyi cevabı avukatlar verdi size. Ne oldu? Baroları bölecektiniz. Ankara ve İstanbul’da ikinci baroyu kurdunuz. Nasıl kurdunuz? Bütün kamu avukatlarını zorlayarak. Kamu avukatları yetmedi, örneğin BOTAŞ’ın sözleşmeli avukatlarına dediniz ki ‘Eğer 2 no’lu baroya geçmezseniz BOTAŞ sana dosya vermeyecek’. 20’nin üzerinde avukatın sözleşmesini feshettiniz. Şu anda kontrolünüzdeki kamu kuruluşlarının dışarıya verdiği bütün dosyaları, 2 no’lu baroya geçmeyi kabul etmiş avukatlara verdiniz. Diğerlerine vermediniz.

TESELLİ OLARAK YAVRU VATANA BÜYÜKELÇİ ATADINIZ: Böyle bir rezalete rağmen Ankara’da şu anda 2 bin rakamının altına düştüler. Yakında 2 no’lu baro kapanıyor. Böyle bir rezalete rağmen İstanbul gibi devasa bir barodan, 2 bin kişilik iki 2 no’lu baroyu güçlükle, baskıyla, zorla kurdunuz. Onun da esamesi okunuyor. Yani AKP ve MHP’nin barolara karşı kinle kurduğu ve Barolar Birliği seçimini yandaşlaştırdıkları birine kazandırmaya çalıştıkları o müdahale işlemedi. İki amaç vardı. Delege sayıları ile oynayarak makbul Türkiye Barolar Birliği Başkanı seçmek. Olmadı ve kaybettiği seçim, savunma mesleğinin mensuplarınca bir bayram gibi kutlandı. Siz ne yaptınız, teselli olarak yavru vatana büyükelçi atadınız.

BU KAFA, BAROLARI BÖLEN KAFA: Sizin yönettiğiniz ülke, devlet böyle. Baroların bölünmesine direnen avukatların hepsi CHP’li değildir. İçinde elbette dünya görüşü AK Parti’ye, MHP’ye yakın insanlar da var. Ama onlar, yanlışın yanında durmadılar. Şimdi aynı yanlışı doktorlar, mühendisler, mimarlar, belki başka meslek örgütleri için tekrarlamaya çalışıyorsunuz. Bu yaklaşım, İstanbul seçimlerini iptal ettiren kafa. Bu kafa, baroları bölen kafa. Bu kafa, ilk seçimde bir kez daha seçmen tarafından cezalandırılacak kafa.

ZULMÜNÜZÜN ARTMASI SONUNUZUN GELMESİNİ YAKINLAŞTIRIYOR: AK Parti kendi geçmişine baksa, bugün bu yanlışları nasıl yapıyor, geçmişte kendisinin arkasında geniş kitlelerin durduğunda ne yapılmıştı, bunları görmesi lazım. Ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken şiir okudu diye siyasetten menedilmiş birisi, bugün aynı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın kazandığı seçimin mazbatasını iptal ediyor. İkinci seçimde fark 13 binden 806 bine çıkıyor. Bu sefer hakkında olmadık bir şeyden dava açıyor, Süleyman Soylu’ya söylenmiş bir lafı Yüksek Seçim Kurulu’na söylenmiş gibi. Bunun üzerinden Ekrem İmamoğlu’na siyaset yasağı getirmeye çalışıyor. Dönüyor, kendi partisine açılan bir kapatma davasından partisi güç bulmuşken bir siyasi partiye kapatma davası açıyor. Yine geliyor, parlamentoda ele geçirdiği çoğunlukla ve MHP’nin kendine verdiği destek ile elde ettiği çoğunlukla gidiyor bu sefer meslek örgütleriyle uğraşmaya, yandaşlaştıramadıklarını bölmeye, parçalamaya çalışıyor. Ne yapar seçmen? İstanbul’un ikinci seçiminde ne yaptıysa onu yapar. O yüzden zulmünüz artsın ki sonunuz gelsin. Zulmünüzün artması, sonunuzun gelmesini yakınlaştırıyor. Bizden söylemesi.

SOYLU, BU İÇİŞLERİ BAKANI, İNSAN TAKLİDİNİ MUTLAKA ÖĞRETMENLERE, KADINLARA, İŞÇİLERE SALDIRILDIĞINDA DA YAPMASI LAZIM: Süleyman Soylu, İçişleri Bakanı taklidi yapmış. Olmaması lazım. Sürekli benzer talimatlar verildiğinde, beş kişi bir araya gelindiğinde saldırmaya, verilen kanunsuz emirleri uygulamaya alışmış olanlar, bu sefer de Uygur Türkleri’ne saldırdı. Süleyman Soylu çıktı, -normalde böyle bir gösteriye kuvvet kullanıldığında derhal bunun yanlış olduğunu söyler, özür diler- tabii Uygur Türkleri meselesinin siyasi maliyeti büyük olduğu için Süleyman Soylu dönmüş, özür dilemiş. Bu olumlu bir şey ama Süleyman Soylu, bu İçişleri Bakanı, bu insan taklidini mutlaka öğretmenlere, kadınlara, işçilere, maden işçilerine, sağlık çalışanlarına, milletvekillerine saldırıldığında da yapması lazım. Bu muamelenin artık Türkiye’de ekranlardan çıkması lazım. Ama sen öğretmen, sağlıkçıya, milletvekiline, işçiye saldır, ölümlerine sebebiyet ver, maden işçilerini Ankara’ya sokma, uykusuz dört gün tut, dönerken trafik kazasında ölsünler, orada bir özrün ‘ö’sü yok; Uygur Türkleri meselesi hassas, öyle olunca hemen özür dilemeler falan. Bir İçişleri Bakanı’ymış gibi yaptığı o bir cümleyi bütün bir görevi boyunca yapmalıydı.

AİLECE, SÜLALECE YERLEŞTİLER VE DEVLETİN SIRTINDAN GEÇİNİYORLAR: Erdoğan’ın ağzından çıka çıka ‘Vatandaşlarımızdan biraz daha sabır ve metanet bekliyoruz’… Bu vatandaş sabrede sabrede daha ne kadar sabredecek? Bıçak kemikte değil, kemiği de deldi geçti. Asgari ücretli, emekli, işçi, memur, öğrenci; geçinemiyorlar. Artık hayata tutunamıyorlar. Maalesef bu, saraydan görünmüyor. Çünkü onlarda ne yeme ne içme ne yakacak parası, hiçbir şey yok. Ailece, sülalece yerleştiler ve devletin sırtından geçiniyorlar. Dünyanın en pahalı makam araçlarına çifter çifter biniyorlar. 13 tane uçakla dünyayı geziyorlar, ondan sonra millete ‘Biraz daha sabır ve metanet’ diyorlar. Bu milletin ne çektiğini merak eden, bir tebdili kıyafet, o yetiştiği Kasımpaşa’ya gider, dolaşır. Bu millet ne durumda görür, ona göre bir şeyler söyler. Biz de sabır ve metanet diliyoruz ama seçime kadar diliyoruz. Çünkü bunların çözebileceği bir şey yok.

BIRAK SEN EZDİRMEMEYİ, AÇ BIRAKMIŞ DURUMDASINIZ: TÜRK-İŞ, resmi muhatabınız diyor ki ‘Türkiye’de dört kişilik bir aile için açlık sınırı 7 bin 786 TL’. Asgari ücret kaç para Sayın Bakan? 5 bin 500 TL. Hani ezdirilmiyordu? Açlık sınırının altında bir asgari ücretle geçinmeye çalışan dört kişilik bir aile. Masaya birlikte oturacağınız TÜRK-İŞ’in yoksulluk sınırı 25 bin 365 TL. ‘25 bin TL’den aşağıya para giriyorsa dört kişilik bir aileye, yoksulsun. 7 bin 700 TL’den aşağıya gidiyorsa da açsın’ diyor. Bırak sen ezdirmemeyi, aç bırakmış durumdasınız.

DIŞ TİCARET AÇIĞI GEÇTİĞİMİZ EKİM AYINDA YÜZDE 421 ARTARAK 1 BUÇUK MİLYARDAN 7,8 MİLYARA YÜKSELMİŞ: Bir Türkiye Ekonomi Modeli vardı. Rekabetçi kur üzerinden dış açığı çözme iddiaları vardı. Buyurun size dış açık. Tablo, Merkez Bankası kökenli ekonomist Hakan Kara’nın tablosu. Son derece itibarlı, verdiği rakamlar tartışılmayan, öngörüleri tutan bir akademisyen. Diyor ki ‘Daha 10 ay oldu ama 9 yıl önceki dış ticaret açığını şimdiden geçeceğimiz görülüyor’. Bakın, dış ticaret açığı. Ne diyorlardı? ‘Rekabetçi kur üzerinden dış açığı çözeceğiz.’ Çuvalladıklarının resmi. Dış ticaret açığı, geçtiğimiz ekim ayında yüzde 421 artarak 1 buçuk milyardan 7,8 milyara yükselmiş. Bu yılın 10 aylık döneminde de yüzde 168 artarak 33 milyardan 91 milyara yükselmiş. Önümüzdeki iki ayda da 14 milyar açık vereceği, 113 milyarlık tarihi bir dış açıkla bu yılı tamamlayacağımız söyleniyor.

MİLLİ GELİRDE DÖRTTE BİRİ ÇALIŞANLARIN: Önemli bir kriter, ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay. Geçen sene bu payın yüzde 29’a düşmesi çok tartışılmıştı. Bu pay, 2016 yılında 36-37’lerdeydi. 29’a düşmüştü. Bu sene 3 puan daha düşmüş. Yüzde 26. Türkiye’de ücretli olarak çalışan -özel sektör, kamu- patron olmayan herkesin aldığı para, her 4 TL’nin 1 TL’si. Yani milli gelirde dörtte biri çalışanların. Bu rakam, 10 yıl önce yüzde 40’a yakındı. Bizce o zaman da çok azdı. Maalesef bugün geldiğimiz nokta bu.

BU KADAR AÇIK İÇTÜZÜK İHLALİ VE BU KADAR AÇIK ANAYASA İHLALİNİ MİLLETİMİZE VE BÜTÜN EYT’LİLERE ŞİKÂYET EDİYORUZ: EYT ile ilgili AK Parti Grup Başkanvekilleri, ayrı ayrı tarihler vermekle birlikte 2022 sonuna kadar çözüleceğinin sözünü vermişlerdi. Bir aydan az bir süre kaldı. Meclis, bütçe maratonuna giriyor; EYT çözülmüş, bir adım atılmış değil. Bakın, EYT’nin görüşüleceği yer belli. İlgili komisyona; Çalışma, Sağlık, Güvenlik, o komisyona, büyük ihtimalle Plan ve Bütçe Komisyonu ve bu komisyona sevk edilmesi gerekiyor geldiğinde. Toplantıya çağırdık, dün saat 15:00 için. Sadece biz çağırmadık, İYİ Parti ve HDP de tam kadro aynı gün aynı saatte EYT için çağırdı. Çünkü herkes diyor ki ‘Komisyonda bir EYT kanun tekliflerini görüşelim’. İçtüzük’ün 26’ncı maddesi diyor ki ‘Komisyonun başkanı çağırabilir, komisyon üyelerinin üçte biri isterse başkan çağrı yapar’. Recep Akdağ, AKP ve MHP komisyonun yarısını oluşturuyorlar, üyeleri dışında bütün üyeler aynı gün aynı saate toplantı talep etmişler ve Recep Akdağ çağırmıyor. Niye? ‘Uygun görmedim.’ İçtüzük çok açık. Zaten EYT yürütme tarafından konuşuluyor, ‘Uygun görmedim’. Bu kadar açık İçtüzük ihlali ve bu kadar açık Anayasa ihlalini milletimize ve bütün EYT’lilere şikâyet ediyoruz.

MECLİS BÜTÜN MAAŞ ÜZERİNDEN MÜZAKERE ETMİŞ; MİLLETVEKİLİ-ÇALIŞAN AYIRMADAN 25’ER BİN TL ALMIŞ BANKADAN: Buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. İmzalar Engin Altay, Engin Özkoç, Özgür Özel… Ama kanun teklifinin sahibi özel sektörde çalışan milyonlarca emekçi. Ne diyoruz? Aradan patronu çıkarın. Meclis var; Meclis’ten sadece milletvekilleri değil Meclis’in çalışanları da maaş alıyor. Meclis, güzel bir çalışma yapmış. Meclis’teki çalışanlar 25 bin TL promosyon alıyorlar. Demek ki verilebiliyor. Milletvekillerine dahi yattı promosyon. Meclis, bütün maaş üzerinden müzakere etmiş; milletvekili-çalışan ayırmadan 25’er bin TL almış bankadan. Ve ne yapıyor? Çalışana bu para otomatik yatıyor. Arada devlet olunca o parayı kendi yutmuyor. İstisnai örnekler var tabii. Suç işleri bakanı polislerinkini bir tarafta eritmeye çalıştı, peşini bırakmadık, aldık. Mutlaka, kıyı güvenliği, Sahil Güvenlik ile ilgili, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olup 230 TL alan personel ile ilgili onları da alacağız.

YILBAŞINDAN ÖNCE BUNU HALLEDELİM, BÜTÜN ÖZEL SEKTÖR ÇALIŞANLARI PROMOSYONUNA KAVUŞSUN: Diyoruz ki özel sektörde çalışanlar için de iyi pazarlıklar yapılsın, aradan patron çekilsin, banka parayı doğrudan emekçinin hesabına yatırsın. Dün burada sorulmuş, bir AK Parti milletvekili ‘Sonuna kadar destekliyorum’ demiş. Hadi. Sonuna kadar destekliyorsanız bizim için beş dakikalık iş. Muhalefet soğuk bakmıyor. AK Parti sıcak bakarsa MHP zaten o nereden bakıyorsa oradan bakıyor, gelin şu promosyon işini halledelim. Yılbaşından önce bu halledelim, bütün özel sektör çalışanları promosyonuna kavuşsun. Emekliler dahi bankadan bankaya geçerken pazarlık gücünü kullanıyor. Neden bundan yararlanmasın? Bütün AK Parti milletvekillerine sesleniyoruz; öyle ‘Tamam, ben de desteklerim’ deyip orada grup disiplinine uymakla olmaz. O zaman gidin gruba deyin, ‘Ne olur ya bunu biz de desteklesek’. Onlar da diyecektir ki ‘Muhalefetten gelince, destekleyince Tayyip Bey çok kızıyor’."

“KENDİSİ, O ÇOK BEĞENDİKLERİ, YERE GÖĞE SIĞDIRAMADIKLARI, ELİNİ SIKINCA BIRAKMADIKLARI ANGELA MERKEL’İN ENDÜSTRİDE DANIŞMANIYDI”

Özel, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel'in danışmanı olan ekonomist Jeremy Rifkin'in CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na danışman olmasına yönelik eleştirilere ilişkin soruya şöyle yanıt verdi: 

"CHP’de, ekonomi yönetimine yönelik olarak son derece etkin, yetkin siyasi kadrolar var. Hangi birinin ismini saysam diğeri eksik kalır. Ama cumartesi günü iki genel başkan yardımcımız; biri Selin Sayek Böke, biri Faik Öztrak, zaten sunumlarını yapacaklar. Bunun dışında da her birisi geçmişte MYK’da görev yapmış, halen Plan ve Bütçe’de görev yapan, geçmişte grup başkanvekillerimizi yapmış son derece etkili ve yetkin kadrolar var. Jeremy Rifkin, genel başkan danışmanı ve bundan son derece memnunuz. Çünkü kendisi, o çok beğendikleri, yere göğe sığdıramadıkları, elini sıkınca bırakmadıkları Angela Merkel’in endüstride danışmanıydı.

“İLİM ÇİN’DE BİLE OLSA ALIN' DİYEN BİR PEYGAMBERİN ÜMMETİ OLMAK İLE ÖVÜNENLER BÖYLE Mİ ANLAMIŞLAR”

Biz, yurt dışına niye gittik? Ne demiş? ‘İlim Çin’de olsa gidin alın’ demiş. Amerika’da teknoloji, İngiltere’de finansı, Almanya’da Alman sisteminden de endüstri ve istihdamı alan yeni bir model. Hatta bir cenazemiz oldu biliyorsunuz bu toplantıdan önce, Almanya’ya gidilip sonra sunum yapılacaktı. Almanya seyahati aralık içinde yapılacak. O Almanya’daki endüstriye dayalı ve istihdam yaratan model üzerinde en yetkin danışmanlardan biri Jeremy Rifkin. Jeremy Rifkin Merkel’e danışmanlık yapsın, Merkel dünyanın en pahalı makam arabalarını yapsın, bizim Tayyip Erdoğan’a satsın; o da fakir fukaranın parasıyla o arabada caka satsın. Siz, buna razısınız. Biz diyoruz ki Jeremy Rifkin gelsin, bizde çalışsın, arabanın da telefonun da en güzelini, fabrikanın da en gelişmişini, en teknolojiğini nasıl yapacağımızı Jeremy Rifkin, o tecrübe ile yapsın. Buna mı itiraz ediyorlar? ‘İlim Çin’de bile olsa alın' diyen bir peygamberin ümmeti olmak ile övünenler böyle mi anlamışlar peygamberin onlara yaptığı öğüdü?

“ONLARIN YÖNLENDİRMELERİ BU ÜLKEDE GENÇLERİN SÖNMÜŞ OLAN ÜMİTLERİNİ YEŞERTECEK”

Bugün Jeremy Rifkin, bunların beceremedikleri, yalan yanlış politikalara karşı CHP’nin inşa ettiği devasa model ve ortaya koyacağı vizyonda bir danışmandır. O gün sunum yapacak Daren Acemoğlu, Hakan Kara, Rafet Gürkaynak ve Ufuk Akçiğit. Hocaların her birisi bu memleketin evladı. Alanlarında uzman ve dünyada bütün ülkelerin dikkatle takip ettiği çok başarılı insanlar. Hepimizin göz bebeği. Onlar danışman değil. Onların biz partiler üstü olmasını tercih ederiz. Sunum yapacaklar. Partiler üstü olacaklar. Günü geldiğinde en yetkin, en etkin, çok bağımsız pozisyonlarda olacaklar. Onların yönlendirmeleri bu ülkede gençlerin sönmüş olan ümitlerini yeşertecek. 

“HOCANIN ANLATTIĞINI ANLATTIĞI KADARIYLA YAPAN NEBATİ, İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ GEMİYİ KARAYA OTURTTU”

Mesela Sayın Nebati demiş ki ‘Bizim insan potansiyelimiz iyi, çok güçlü hocalarımız var’. Doğru. Örneğin kendisinin yetişmiş olmasına, CHP Parti Meclisi Üyesi Burhan Şenatalar’a atfediyor, Burhan Şenatalar’ın kendisini yetiştirdiğini söylüyor Sayın Nebati; ‘Ben kamu maliyesini Burhan Hoca’dan aldım. O derdi ki kamu maliyesini yapan her şeyi yapar’. Böyle bir özgüveni var. Biz, hocanın yetiştirdiğiyle değil de hocanın ta kendisiyle bu ülkeyi yönetmeye geliyoruz. Hocanın anlattığını anlattığı kadarıyla yapan Nebati, içinde bulunduğumuz gemiyi karaya oturttu. Şimdi dünyanın tanıdığı hocalarla biz bu gemiyi yüzdürmeye geliyoruz.

“JEREMY RİFKİN, ALMANYA ENDÜSTRİ MODELİ ÜZERİNE GENEL BAŞKAN’IMIZA BAŞDANIŞMANLIK YAPACAK KİŞİDİR”

Kimse yanlış anlamasın; Jeremy Rifkin, genel başkan danışmanıdır. Ne MYK üyesidir ne biraz önce ismini saydığım ve sayamadığım çok değerli hocalarımızla denktir. Hocalar, kendi yetkinlikleriyle bizim vizyon toplantımıza hazırlık aşamasında yön veren ve vizyon toplantısında Türkiye’nin önünü nasıl göreceğini anlatan katkıyı sunacak kişilerdir. Jeremy Rifkin, Almanya endüstri modeli üzerine Genel Başkan’ımıza başdanışmanlık yapacak kişidir.”

“ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU’NUN DA KOCAELİ MİLLETVEKİLİNİN DE BİRİNCİ DERECEDEN YAKINLARI RÜŞVETE BULAŞMIŞLAR”

Özel, AKP'li isimlere yönelik yeni yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla ilgili soruyu ise şöyle yanıtladı: 

“Cumhurbaşkanı’nın hırsızlar, yolsuzlar, rüşvetçiler kendisindense onları koruma ve kollamayla ilgili geçmiş birikimlerine, geçmişte yaptıklarına güvenerek resmen, -yapması gereken istifa etmesiyken- son derece pişkince davranmış. Zehra Taşkesenlioğlu’nun da Kocaeli milletvekilinin de birinci dereceden yakınları rüşvete bulaşmışlar ve bulaştıkları rüşveti de kamudaki görevlerinde, yani nüfuslarını kötüye kullanarak yapmışlarsa dünyanın hiçbir yerinde, muz cumhuriyetlerinde bile siyaset bunu kaldırmaz. Burada, bir istifa müessesi vardır, onu işletmesi lazım. Kocaeli milletvekili haksız mı dersen? Bakıyor Taşkesenlioğlu’na, kocasıyla kardeşi hem de kendi ifadesiyle nüfus kullanarak 70 milyon TL’lik varlık elde etmişler, milletvekili de bunu boşanma davasına konu etti. ‘Bu parayı benim nüfusumun ticaretiyle kazandınız, verin parayı’ diyor. Bu milletvekili, devam ediyorken ‘Benim kocam 2,5 milyon lira rüşvet almış, benim istifa etmem uygun düşer mi’ diyor. Kendi içinde bakarsan haklı milletvekili. Öbürüne sorsan oda diyecek ki ‘Elbise torbasının içinde, çikolata kutularının içinde rüşvet alan bakanı istifa ettirdi ama Yüce Divan’a yollamak yerine yurt dışına büyükelçilikle ödüllendirdi. Biz niye istifa ediyoruz’ diyor. Öbürüne sorsan, ‘Diğer üç bakanın evlerinde, ayakkabı kutularında benden fazla para çıkmıştı, hepsinin elini tuttu Esenboğa Havalimanı’nda, havaya kaldırdı’ diyor. ‘AK Parti’de tuz kokmuş, AK Parti’de utanmak kalmamışsa, utanmak bir tek bana mı düştü’ diyor Kocaeli milletvekili.

Kendi içinde tutarlılar ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu memlekette artık iktidarda kalmasının iler tutar tarafı kalmamış. Bu kadar çok utanç verici durum hep birlikte büyük bir pişkinlikle, büyük bir siyasi yüzsüzlükle hazmediliyorsa bunu bir tek seçmen hazmetmez. Bunun başka çaresi kalmadı. Buradan sonra, bu kadar rüşvet açığa çıkmış, belgelenmiş. İddia falan değil. Dünyanın herhangi bir yerinde bu iddia edildiğinde istifa ederler, aklanırsa geri döner. Burada iddia da değil. Mahkeme olmuş, bitmiş, ispatlanmış; Hanımefendi kararı ağır bulmuş. Söyleyecek bir şey yok. Bunların defterini toplu şekilde seçmen sandıkta dürecek. Başka çaresi kalmadı.”