İYİ Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun, TBMM Genel Kurulu’nda; "Maalesef bugün ülkemizde çok derin bir barınma krizi yaşanmaktadır. Vatandaşlarımız artan konut ve kira fiyatlarından dolayı yaşanabilir ve erişilebilir bir ev bulma konusunda büyük sıkıntı çekmektedirler. Öğrenciler ise bu krizden en çok etkilenen kesimlerin başında gelmektedir. Çünkü mevcut iktidarın plansız, programsız ve öngörüsüz politikaları sayesinde Türkiye'de üniversiteye giden her 100 öğrenciden yalnızca 8’i yurtta kalabilme şansına sahiptir. Unutmayalım ki, barınma hakkı bir insan hakkıdır. İktidarın bugüne kadar ortaya koyduğu politikalar, maalesef insanları en temel haklarından dahi mahrum bırakmaktadır” dedi.

TBMM Genel Kurulu’nda, bugün Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile bağlı kuruluşların bütçeleri görüşülüyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütçesi üzerinde söz alan İYİ Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun, şunları söyledi:

“ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK KONULARINI MEVCUT İKTİDAR HER ZAMAN ‘BİR RANT VE ZENGİNLEŞME ALANI’ OLARAK GÖRMÜŞTÜR”

“Günümüzde küresel ölçekte yaşanan çevre sorunlarındaki artıştan dolayı sosyo-ekolojik politikalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu nedenle, Paris İklim Anlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi sosyo-ekolojik politika adımları birer birer yürürlüğe konulmaktadır. Bu küresel eğilimden dolayı ülkemiz de uluslararası anlaşmalara taraf olmakta ve taahhütlerde bulunmaktadır. Maalesef Türkiye’nin bu anlaşmalara taraf olması, mevcut iktidarın çevreye yönelik rantçı ve talancı zihniyeti açısından bir engel teşkil etmemektedir.

Özelikle, çevre ve şehircilik konularını mevcut iktidar her zaman ‘bir rant ve zenginleşme alanı’ olarak görmüştür. Mevcut iktidarın anlayışı bu olunca, talan odaklı çevre politikaları, Türkiye’nin ekolojik ve çevresel değerlerini geri dönüşü olmayacak biçimde tahrip etmiştir. Bunun böyle olduğu, çevre ile alakalı uluslararası endeksler ve ölçümlerde de açıkça görülmektedir.

Bakanlık, çevre politikalarında başarı hikayeleri anlatsa da dünyanın en saygın üniversiteleri tarafından yapılan araştırmalar tam tersini söylemektedir. Mesela, Yale Üniversitesi’nin 180 ülkeyi dahil ettiği ‘Ülkeler Çevresel Performans Endeksi Raporu’ bu konuda aydınlatıcıdır. Bu rapora göre, 2016’da çevresel performans açısından dünyada 99’uncu sırada olan Türkiye, 2018’de 108’inci sıraya gerilemiştir. 2022’de ise 172’nci sıraya düşmüştür. Mevcut iktidarın rant ve talan politikalarından dolayı yakında en son sıraya düşmemiz şaşırtıcı olmayacaktır.

“SON 20 YILDA ÇEVRESEL TAHRİBAT ORANI YÜZDE 52 ORANINDA ARTMIŞ DURUMDADIR”

Benzer şekilde; ekonomik kalkınmanın ne kadar çevresel tahribat yaratarak ortaya çıktığını ölçen ‘ülkeler ekolojik ayak izi 2022’ raporuna göre ise; 2002’de, 182 milyon küresel hektar olan Türkiye’nin ekolojik ayak izi, 20 yıl içinde 276 milyon küresel hektara ulaşmıştır. Yani son 20 yılda çevresel tahribat oranı yüzde 52 oranında artmış durumdadır. Bu durum, Bakanlığın kendi raporlarında da kabul edilmiş durumdadır.

Bakanlık tarafından hazırlanan ‘Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Raporları’nın sonuncusuna göre; 27 ilde hava kirliliğinin, 27 ilde su kirliliğinin, 25 ilde atıkların, 2 ilde ise gürültü kirliliğinin birinci öncelikli çevre sorunu olmaya devam ettiği ve bu sorunların da ülkemiz için en öncelikli üç̧ çevre sorunu olduğu belirtilmektedir. Yine aynı rapora göre su kirliliği; 27 ilimizde 1’inci, 30 İlimizde 2’nci, 16 ilimizde de en önemli 3’üncü çevre sorunu olarak belirtilirken, toplamda 73 ilimizin en önemli çevre sorununun su kirliliği olduğu ifade edilmiştir.

Bu konuda en trajik verilerden birisi de Türkiye yüzey sularının yaklaşık yüzde 79’unun kirletilmiş olmasıdır. Bunun en önemli sebebi endüstriyel atık suların büyük ölçüde arıtılamaması ve arıtma tesisi yetersizliğidir. Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj felaketinin sebebi de budur. Türkiye’nin tatlı su kaynakları giderek kirlenirken, kişi başına düşen su miktarı da peyderpey azalmaktadır. Sayın Bakan da bu gidişatı itiraf etmiş durumdadır. Zira 22 Mart 2022 tarihinde İstanbul’da bir etkinlikte konuşan Sayın Bakan, Türkiye’nin su stresi yaşayan bir ülke haline geldiğini ve kişi başına düşen temiz su miktarının şu an bin 340 metreküp olduğunu söylemiştir.

20 yıl önce kişi başına düşen temiz su miktarının 4 bin metreküp olduğunu dikkate alırsak, su kaynakları konusunda endişe verici bir seviyede olduğumuz açıktır. Hesaplamalara göre, Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşması ve kişi başına düşen temiz su miktarının ise bin 120 metreküpe düşmesi öngörülmektedir. Yani acil tedbirler alınmaz ise yakın gelecekte Türkiye su fakiri bir ülke haline gelecektir.

“NÜFUSUMUZUN MARUZ KALDIĞI İNCE PARTİKÜL KİRLİLİĞİ, DSÖ’NÜN BELİRLEDİĞİ YILLIK LİMİT DEĞERİN 4 KATINDAN FAZLADIR”

Hava kirliliği konusunda Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ının yaşadığı 38 ilde, 2021 yılı boyunca hava ölçümleri yapılmıştır. Bu ölçümlerden elde edilen verilere göre, nüfusumuzun maruz kaldığı ince partikül kirliliği, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği yıllık limit değerin 4 katından fazladır. Termik santrallere yönelik filtre tedbirlerini bile yıllarca hayata geçiremeyen bir iktidarın hava kirliliği diye bir meselesinin olmadığı açıktır.

‘Türkiye’de Hava Kirliliği Algısı’ başlıklı bir araştırmaya göre, toplumun yüzde 60’ı son 10 yılda hava kirliliğinin arttığını düşünmektedir. Vatandaşlarımızın, yüzde 95’i ise hava kirliliği ile ilgili nereye, nasıl başvuracağı konusunda en ufak bir bilgi sahibi değildir. Sadece bu veriler bile Bakanlığın hava kirliliği konusunda mutlak başarısızlığa sahip olduğunu göstermektedir. Bakanlık raporunda geçen ve iktidarın her alanda başarısız olduğunu itiraf eden şu cümleler oldukça vahim bir durumu göstermektedir: ‘Hava kirliliğine karşı önlem alınmasında başlıca zorluk, halkın alım gücünün yetersiz olması nedeniyle ısınmada kalitesiz kömür kullanımı ve diğer atıkların yakılmasıdır.’

“TOPRAK KİRLİLİĞİ KONUSUNDA MAALESEF İÇ KARARTICI BİR TABLO İLE KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZ AÇIKTIR”

Toprak kirliliği konusuna geldiğimizde ise maalesef iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. 35 ilimizde vahşi depolanan katı atıklar, 15 ilimizde yasa dışı atık boşaltımı, 8 ilimizde ise hayvancılık atıkları önemli bir çevresel sorun yaratmaktadır. Bunun temel sebebi, ülkemizde yaygın ve etkin bir atık yönetimi mekanizmasının olmayışı ve atıkların kaynağında ayrıştırılamamasıdır.

Ülkemizde belediyelerce toplanan günlük işlenmemiş atık miktarı yılda yaklaşık 35 milyon tona ulaşmıştır. Bunun içindeki toplam ambalaj atığı oranı yüzde 25 iken, diğer atıkların oranı ise yüzde 75’tir. Yüzde 25’lik ambalaj atığının ise ancak yüzde 29’luk bir kısmı geri kazanılabilirken, yüzde 71’lik kısmı ise geri kazanılamamaktadır. Oysa, mevcut iktidar 2023’e kadar, geri dönüşüm oranının yüzde 60’lara kadar yükselmesini hedeflemekteydi. Dolayısıyla, iktidarın birçok alanda olduğu gibi, bu konuda da başarısız olduğu görülmektedir.

“TÜRKİYE'NİN 2021 YILI GERİ DÖNÜŞÜM ORANI YAKLAŞIK YÜZDE 12 CİVARINDA GERÇEKLEŞEBİLMİŞTİR”

2023’te ‘sıfır atık’ sloganıyla ortaya konulan atık toplama ve geri dönüşüm oranı yüzde 60 olarak hedeflenmişti. Fakat TÜİK verilerine göre, Türkiye'nin 2021 yılı geri dönüşüm oranı yaklaşık yüzde 12 gerçekleşebilmiştir. Hal böyle iken iktidar, atıkları kaynağında ayrıştırmak ve geri dönüşüm süreçlerine entegre etmek yerine, ‘daha ucuza mal ediliyor’ diye çöp ithalatını teşvik etmektedir. Bundan dolayı, Türkiye, 2021’de Avrupa Birliğinin en fazla katı atık gönderdiği ülke olmuştur.

Türkiye, atık ithalatında Avrupa’da son 3 yılda üst üste 1’inci sırada yer alırken, geri dönüşüm konusunda ise son sırada yer almıştır. Kendi atıklarımızı değerlendiremediğimizden dolayı gereken ham maddeleri satın almak için ülke olarak maalesef bir servet ödemeye devam ediyoruz. Atık yönetimi konusunda çok büyük reformlara ihtiyacımız vardır. Merkezi idareye bağlı kurumların, belediyelerin ve özel sektör kuruluşlarının bu kapsamda etkin bir iş birliği geliştirmesi ve ortak akla dayanan entegre çözümleri hayata geçirmeleri şarttır. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bu konuda çok hayati bir sorumluluk düşmektedir.

“ANADOLU’NUN EKOSİSTEMİNE EN AĞIR DARBEYİ İNDİREN FAALİYETLERİN BİRİ DE VAHŞİ MADENCİLİĞİN TEŞVİK EDİLMESİDİR”

AK Parti iktidarları döneminde Anadolu’nun doğal hayatına ve ekosistemine en ağır darbeyi indiren faaliyetlerin biri de vahşi madenciliğin teşvik edilmesidir. Türkiye’nin ormanları, tarım arazileri, korunması gereken alanları, zeytinlikleri ve su kaynakları vahşi madencilik için feda edilmektedir. Mesela bu konuda TEMA Vakfı’nın çok çarpıcı bir raporu bulunmaktadır. TEMA Raporu’na göre, Türkiye’nin ormanlık alanlarının yaklaşık yüzde 58’i, tarım alanlarının yüzde 60’ı, önemli doğa alanlarının yüzde 64’ü, milli parkların yüzde 51’i, korunması gereken alanların ise yüzde 59’u madencilik faaliyetleri için ruhsatlandırılmış durumdadır.

Bölgesel ve il bazlı olarak bakıldığında ise; Kaz Dağları Yöresi’nin yüzde 79’u, Ordu’nun yüzde 74’ü, Artvin’in yüzde 71’i, Muğla’nın yüzde 59’u, Kahramanmaraş’ın yüzde 58’i, Erzincan ile Tunceli’nin yüzde 52’si madenler için ruhsatlandırılmıştır. Bu oranlar, Türkiye’de doğal çevrenin bizzat iktidar eliyle nasıl yok edilmek istendiğinin açık bir göstergesidir.

Mevcut iktidarın madencilik konusunda ne yaptığı, hangi doğa tahribatlarına göz yumduğu ve teşvik ettiği artık herkesin malumudur. Bu hususta Kaz Dağları'nda yaşanan felaketin bilançosu ortadadır. Kaz Dağları'nda 200 bin ağaç kesilmiş, bölgenin ekosistemine ve biyoçeşitliliğine telafisi mümkün olmayan ağır bir darbe vurulmuştur. İktidar madencilik için bir başka çevre felaketine Fatsa'da sebep olmuş, on binlerce ağaç maden için yok edilmiştir.

“MADENCİLİK FAALİYETLERİNİN DOĞAL HAYATI VE ÇEVREYİ NASIL YOK ETTİĞİNİ HERKES GİBİ BAKANLIK DA GÖRMEKTEDİR”

Hızını alamayan iktidar, geçtiğimiz yıl Anayasa ve ilgili kanunları yok sayarak zeytinlik alanları da madenciliğe açmaya teşebbüs etmiştir. Bu doğrultuda 1 Mart 2022'de, bir yönetmelik değişikliğiyle zeytinlik alanlarda madenciliğin önünün açılması amaçlanmıştır. Bunun üzerine, İYİ Parti olarak Danıştay'a dava açmış, bu değişikliğin iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştik, başvurumuzu görüşen Danıştay da başvurumuzu haklı bulmuş ve yürütmeyi durdurmuştu.

İYİ Parti olarak, zeytinliklerimizi ve tüm doğal güzelliklerimizi korumak için bundan sonra da mücadeleye devam edeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Madencilik faaliyetlerinin doğal hayatı ve çevreyi nasıl yok ettiğini herkes gibi Bakanlık da görmektedir. Fakat bu olumsuz tabloyu tersine çevirecek hiçbir adım atmadığı gibi, asla izah edilemeyecek ÇED raporları ve verdiği izinlerle ekolojik yıkımları adeta teşvik etmektedir.

Bakanlığın sorumluluk alanına giren konulardan birisi ise şehircilik meselesidir. Şehircilik meselesi yine iktidarın rant ve talana dayalı anlayışından dolayı kanayan yaralarımızdan birisine dönüşmüştür. İktidarın şehircilik anlayışı, imar plan bütünlüğünden uzak, çok kurumlu ve rant odaklı noktasal projelere dayalıdır. Bu da uyumlu bir kentsel bütünlüğün sağlanmasının önündeki en büyük engeldir.

“ŞEHİRCİLİK KONUSUNDA İKTİDARIN BİR DİĞER BAŞARISIZLIĞI DA KENTSEL DÖNÜŞÜM KONUSUNDADIR”

Bu anlayış, kent ve imar planlarının sosyal ve çevresel yönünü ihmal ederek, meseleyi sadece mekân planlaması seviyesine indirgemektedir. Böylece, kentsel yapılı çevre projeleri belirli kişilere ve sektörlere tahsis edilerek rant odaklı mekânsal planlamaya ve beton ekonomisine yöneltilmektedir. Bu uygulamaları yönetmekle görevli olan Bakanlık ise şehirleri sadece betonlaştırmakla kalmamış, toplumun belleği olan şehirlerin doğal ve tarihi silüetini, yani hikayelerini de yok etmiştir.

İktidarın bu anlayışı çarpık kentleşmeyi, afet risklerini, bölgelerarası gelişmişlik farklarını, çevresel problemleri, nüfus yığılmasını, göçü, işsizliği, yoksulluğu, tarım alanlarının parçalanmasını ve ulaşım problemlerini artırmaktadır. Şehircilik konusunda iktidarın bir diğer başarısızlığı da kentsel dönüşüm konusundadır. ‘Dünya Küresel Risk Yönetim Endeksine’ göre insani krizler ve afetler bakımından ‘yüksek riskli ülkeler’ grubunda yer alan ülkemizde, kentsel dönüşüm meselesi hala kanayan bir yara olmaya devam etmektedir.

“TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTEYE GİDEN HER 100 ÖĞRENCİDEN YALNIZCA 8’İ YURTTA KALABİLME ŞANSINA SAHİPTİR”

Yine şehircilik anlayışının da uzantısı olan başka bir mesele de konut meselesidir. Maalesef bugün ülkemizde çok derin bir barınma krizi yaşanmaktadır. Vatandaşlarımız artan konut ve kira fiyatlarından dolayı yaşanabilir ve erişilebilir bir ev bulma konusunda büyük sıkıntı çekmektedirler. Öğrenciler ise bu krizden en çok etkilenen kesimlerin başında gelmektedir. Çünkü mevcut iktidarın plansız, programsız ve öngörüsüz politikaları sayesinde Türkiye'de üniversiteye giden her 100 öğrenciden yalnızca 8’i yurtta kalabilme şansına sahiptir. Unutmayalım ki, barınma hakkı bir insan hakkıdır. İktidarın bugüne kadar ortaya koyduğu politikalar, maalesef insanları en temel haklarından dahi mahrum bırakmaktadır.

Türkiye hiçbir dönemde bu kadar sarsıcı bir barınma krizi yaşamamıştır. Bugün ülkemizde, başta düşük gelirliler olmak üzere, maaşlı çalışanların çok büyük çoğunluğunun, bir ömür çalışsa bile bir ev alma şansı kalmamıştır. İktidar ise her konuda olduğu gibi bu konuda da hayal satmaktan ve kredi kampanyaları ilan etmekten başka bir çözüm önerememektedir.

“TÜRKİYE, KÜRESEL İKLİM RİSKİ ENDEKSİ RAPORU’NA GÖRE, 193 ÜLKE ARASINDA 64’ÜNCÜ SIRADADIR”

Bakanlığın başarısız olduğu bir diğer temel sorumluluk alanı ise iklim değişikliği ile mücadeledir. Türkiye, Küresel İklim Riski Endeksi Raporu’na göre, 193 ülke arasında 64’üncü sıradadır ve gerekli iklim uyum politikaları hızla devreye sokulmazsa risk seviyesinin daha da artması kaçınılmazdır. Türkiye, Dünya Bankası’nın ‘İklim Riskli Ülkeler Raporu’nda da iklim hassasiyeti kapsamında belirlenen kriterler doğrultusunda ‘yüksek hassasiyete sahip’ ülkeler içinde yer almaktadır. 

İklim değişikliği sürecinin doğru yönetilmesi; net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmek için iklim kanunu ve emisyon ticaret sisteminin kurulması konusunda iktidarın daha fazla zaman kaybetmemesi gerekmektedir. Yapılacak bu düzenlemeler, hem ülkemizin iklim risklerine karşı korunması, hem de ihracatımızın büyük çoğunluğunu yaptığımız AB ülkelerinin uygulamaya koyacağı Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesi için büyük bir önem taşımaktadır.”