HABER: FATOŞ ERDOĞAN

"İnsanca bir yaşam demokratik, grevli toplu sözleşme için mücadeleyi büyütüyoruz" sloganıyla Batman ve Edirne’den yürüyüş başlatan KESK, Cevahir AVM önünde Edirne'den yola çıkan üyelerini karşıladıktan sonra basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasına HDP Milletvekilleri Musa Piroğlu ve Zülayha Gülüm, HDP İstanbul İl eş başkanı Elif Bulut, DEV YAPI-İŞ de destek verdi. Basın açıklamasını KESK genel eş başkanı Mehmet Bozgeyik okudu. Açıklamada "Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu yetkinin asıl sahiplerinin kamu emekçilerinin ve emekliklerinin ortak sorunları için bir araya gelmesinden, “hak verilmez mücadele ile alınır” ilkesi ile ortak mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir" denildi.

Basın açıklamasının tamamı şu şekilde:

Hükümetin Açlık ve Güvencesizlik Teklifini Kabul Etmiyoruz!

Yetkinin Asıl Sahibi 5,5 Milyon Kamu Emekçisini Ve Emekliyi Göreve Çağırıyoruz!
Sevgili Kamu Emekçileri, İşçiler, Emekliler, Asgari Ücretliler, Sevgili Dostlar, Ülkenin alın teri ile geçim savaşı veren milyonları olarak zor bir süreçten geçiyoruz.  Ülkeyi yönetenler yıllardır “Büyümede rekor kırdık”  dediler. “Dünya bizi kıskanıyor” dediler. Ama büyüdüğünü söyledikleri Türkiye’de bizim payımıza Yıllardır çocukların bile inanmadığı TÜİK enflasyonuna bağlanmış düşük maaşlar, sefalet ücretleri düştü. Çalışanların neredeyse yarsının asgari ücrete mahkum edildiği,  ucuz emek cennetine çevrilmiş bir ülke düştü. Sofrasındaki ekmeği küçülen,  güvencesiz, angarya çalışmaya mahkum edilen hep bizler olduk. Karın tokluğuna, düşük maaşlarla,  sefalet ücretleri çalıştırılan hep bizler olduk."

Büyüdüğünü söyledikleri Türkiye’den bizim payımıza;  

Her yıl daha adaletsiz hale getirilen vergiler, kuru ekmek bütçeleri 

Güvencesiz hale getirilen bir çalışma yaşamı düştü.  

Dünyanın kıskandığını iddia ettikleri Türkiye’de:   84 milyonluk nüfusun 16 milyonuna Açlık Sınırı Altında,  50 milyonuna Yoksulluk Sınırı Altında bir yaşam düştü. 

Dünyanın kıskandığını iddia ettikleri Türkiye’de:  

Üretime değil, borçlanmaya, betonlaşmaya dayalı insan ve doğa düşmanı model her gün daha yıkıcı hale geldi.    

Kamucu anlayışta, sosyal devlette koskoca gedikler açıldı. 

Bunun bedelini de söndürülemeyen yangınlarla,  her gün bir yerde ortaya çıkan sellerle, felaketlerle hepimiz ödedik. Ödemeye de devam ediyoruz.   

Yıllardır hem “büyüme rekorları kırıyoruz, dünya bizi kıskanıyor” dediler.  

Hem de bu ülkenin üretenleri olarak bizler ne zaman hakkımızı istesek,  “Aynı gemideyiz, sizin istediklerinizi verirsek gemi batar ” dediler.

Oysa bizim maaşlarımızdan-ücretlerimizden peşin peşin kesilen milyarca vergi;  teşvik, yapılandırma ve af olarak sermayeye, patronlara aktarıldı.   

Yine bizim cebimizden alınanlar köprü, otoyol, hava limanı ve şehir hastanelerinin müteahhitlerine araç, yolcu, hasta garantisi olarak akıtıldı. 

Bizim maaş-ücret artışlarımızda çay simit hesabı yapıldı. Ama birilerine 3 maaş, 4 maaş verilmesinde hiçbir sakınca görülmedi. 

Kısacası yıllardır geminin altını delik deşik ettiler. Buna rağmen bize her seferinde geminin kazan dairesini gösterdiler.  “Bir avuç mutlu azınlığın geminin lüks kamaralarında keyif çatması için siz kazan dairesinde köle gibi çalışmaya devam etmeniz gerekiyor” dediler.  

Sermaye yanlısı, emek karşıtı bu zihniyet 3,5 milyon kamu emekçisini, 2 milyon kamu emeklisini kapsayan toplu sözleşme görüşmelerine de aynen yansımıştır. 

Siyasal iktidar 12 Ağustos’ta Çalışma Bakanı tarafından yapılan teklifle aileleri ile birlikte 20 milyonluk devasa bir kitleyle açıkça dalga geçilmiştir. 

Söz konusu teklifte: 

 Maaşlarımızın insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çekilmesi yoktur.

 Özellikle pandemi döneminde maaşlarımızda yaşadığımız reel erimenin giderilmesine ilişkin tek bir cümle yoktur. 

 Kamu emekçilerinin yıllardır yaşadığı gelir vergisi adaletsizliğine son verilmesi yoktur.

 Emekli olduğumuzda maaşlarımızın yarı yarıya düşmesine yol açan ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması başlığı yoktur. 

 Farklı adlar altında güvencesiz istihdam edilenlerin kadrolu-güvenceli istihdama geçirilmesi yoktur.

 “4/C’li 4/B’liler” olarak bilinen kamu emekçilerinin ek ödeme, emeklilik gibi temel sorunlarının çözümü yoktur.

 Sayıları yüz bini aşan Yardımcı Hizmetler Sınıfının yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesi yoktur.

 Torpilin, kayırmanın kapsını sonuna kadar açan mülakat sitemine son verilmesi yoktur.

 Kamu emekçilerini Hakem Kurulu vasıtası ile siyasal iktidarın iki dudağı arasından çıkacak kararlara mahkûm eden, grev hakkımızı yok sayan mevcut sistemin değiştirilmesine yönelik en küçük bir adım yoktur. 

 OHAL KHK’leri ile sorgusuz-sualsiz işinden ekmeğinden edilen kamu emekçilerinin görevine iadesi yoktur.

 Kadın kamu emekçilerine yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması yoktur.

 Kamu kurumlarında ücretsiz kreşler açılması, söz konusu kreşler açılıncaya kadar kreş yardımı verilmesi yoktur.

Hükümetin 12 Ağustos’ta açıkladığı teklifte burada saymakla bitirmeyeceğimiz daha pek çok temel sorunumuza ilişkin tek bir cümle bile edilememiştir. 

Bunun yerine üç yıl önce bizzat Cumhurbaşkanı tarafından verilen 3600 ek gösterge sözü hakkında  ‘üzerinde çalışacağız’ melalinde bir cümle kurulmuştur.  Sayısı son yedi yılda dört kat artarak 550 bine dayanan, yıllardır kadro bekleyen sözleşmeliler konusunda ‘haklarının yeniden düzenlemesi için çalışacağız’ gibi köşeli sözler edilmiştir. 

Peki,  kamu işvereni olan hükümet 12 Ağustos’ta 5,5 kamu emekçisine ve emeklisine ne teklif etmiştir? 

3600 ek gösterge ve sözleşmeliler konusundaki içeriği belirsiz, dolayısıyla boş bir vaat sınırını aşmayan cümleleri dışarıda bıraktığımız da hükümetin aslında tek bir teklifi vardır. O da hedeflenen, üstelik hiçbir zaman tutmayan resmi enflasyon rakamlarına göre maaş artışı teklifidir.

Buna rağmen söz konusu teklif her zaman olduğu gibi yine “memuru, memur emeklisini enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyerek cilalanmıştır.

Öncelikle siyasal iktidarın “İşçiyi, memuru, asgari ücretliyi, emekliyi enflasyona ezdirmeyeceğiz”  söylemi artık hepimize bıkkınlık vermiştir.  

Defalarca altını çizdik. Bu ülkenin emekçi sınıflarını, dar gelirli vatandaşlarını ezen TÜİK enflasyonu yani resmi enflasyon değildir. Çünkü bu ülkede resmi enflasyonun yaşanan gerçek hayat pahalılığını yansıtmadığını, Ali Cengiz oyunları ile takla attırılan sanal rakamlardan ibaret olduğunu bilmeyen yoktur. Bizleri yıllardır ezim, ezim ezen, reel gelirimizi eriten sokakta, çarşıda, pazarda, mutfakta yaşadığımız hayatın gerçek enflasyonudur. 

Dolayısıyla TÜİK’in sanal enflasyon rakamları bir ölçüt olmaktan çoktan çıkmıştır. 

Yılardır yaşadığımız kayıpları görmek için açlık ve yoksulluk sınırı verilerine, temel tüketim maddelerine gelen zamlara,  maaşlarımızın döviz ve altın karşısındaki değerine bakmak yeterlidir.  

Buna göre:

• 2012’de başlanan Toplu Sözleşme sürecinden bugüne aradan geçen 9 yılda ortalama kamu emekçisi maaşı ile alınan dolar 450 dolar azalmıştır.

• Yine son dokuz yılda hem açlık hem de yoksulluk sınırı %216 artarken en düşük maaşta yaşanan artış 4’te kalmıştır.  

• Son beş yılda ortalama maaşla alınan çeyrek altın sayısı 6,5 adet azalmıştır. 

Pandemi süreci ile birlikte kayıplarımız katlanarak artmıştır. Son iki yılda kamu emekçilerinin maaşlarında yaşanan artış %29,85 ‘te kalmıştır.  

Buna karşın: 

• İğneden ipliğe zam yağmuru devam etmiştir. Son iki yılda elektrikten doğalgaza, süt ürünlerinden sıvı yağa,  meyve- sebzeden bakliyat ürünlerine kadar temel tüketim maddelerinin fiyatlarında yaşanan artış %70'i aşmıştır.

• Son iki yılda hem açlık hem de yoksulluk sınırı %38,6 artmıştır. 

• En düşük maaş ile alınan dolar son iki yılda 84 dolar azalmıştır. 

• Yine en düşük maaş ile alınan çeyrek altın sayısı 2,5 adet azalmıştır. 

Tüm bunlara rağmen siyasi iktidarın teklifi sanal resmi enflasyon rakamlarının bile altında kalmıştır. 

Son bir yıllık genel enflasyonun yüzde 19, emekçi kesimler için en önemli kalemler olan gıda ve ulaştırma enflasyonun yüzde 25 olduğu koşullarda 5,5 milyon kamu emekçisine ve emeklisine 2020 yılı için altışar aylık dilimler halinde %5 +%6, 2023 yılı için ise %6 +%6 artış önerilmiştir. Büyük bir lütufmuş gibi,  altışar aylık dönemlerde enflasyon farkının oluşması durumunda söz konusu farkın maaşlara yansıtılacağı ifade edilmiştir.

Buradan tekrar altını çiziyoruz.  Yaşadığımız kayıpları görmeyen, sadece hedeflenen resmi enflasyon rakamlarına indirgenen bu teklifin adı “Toplu Sözleşme Teklifi” değildir. 

Açlık sınırının 3 bin, yoksulluk sınırının 9 bin 500 TL’yi bulduğu, yaşanan gerçek hayat pahalılığının %40’ı aştığı koşullarda aileleri ile birlikte 20 milyonluk devasa bir kitleye yapılan bu teklifin adı Sefalet, Yoksulluk, Güvencesizlik Teklifidir. 

Dolayısıyla hiç kimsenin bu teklife değer yükleme çabasına girmeye, “maaş artışlarının üzerine bir, iki puan ilave edilirse çözülür” yaklaşımı sergilemeye, kamu emekçilerinden gizli kapalı kapılar ardında pazarlıklar yürütmeye, kamu emekçilerinin temel hiçbir sorununu çözmeyen teklifleri kabul etmeye hakkı yoktur.

Biz KESK olarak her zaman olduğu gibi bugün de kamu emekçilerinin, emekliklerin ortak hak ve çıkarlarını savunmak için üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz. 

Tüm kamu emekçilerini ve emeklilerini kendilerini yok sayan teklife karşı göreve çağırmak,  yeni bir satış sözleşmesine izin vermemek için ülkenin iki ucundan Ankara’ya başlattığımız yürüyüşümüz bu sorumluluğun bir gereğidir. 

Edirne ve Batman’dan Ankara’ya düzenlediğimiz, üç günlük yürüyüşte sadece 5,5 milyon kamu emekçisinin ve emeklinin değil,  emeği ile geçim mücadelesi veren tüm kesimlerin, pandemi ile sefalete itilen milyonların da sesi olacağız.  

Çünkü KESK olarak en başından beri bizi diğer konfederasyonlarından ayıran çok temel bir özelliğimiz var. Biz hiçbir zaman ‘kendine Müslüman, hep bana hep bana’ diyen bir konfederasyon olmadık.  

Biz işçisinden,  kamu emekçisine,  emeklisinden asgari ücretlisine, küçük esnafından çiftçisine kadar emeği ile yaşam mücadelesi verenleri bir bütün olarak görüyoruz. Onların sorunlarını kendi sorunlarımız, taleplerini kendi taleplerimiz olarak görüyoruz. 

Dolayısıyla toplu sözleşme teklifimizi, taleplerimizi de emeğin, ezilenlerin birliği temel noktasından çıkarak hazırladık. 

• Pandemi sürecinde daha fazla derinleşen kriz sonucunda gıda, barınma, su, ısınma gibi en temel giderlerini karşılamakta zorlanan tüm yurttaşlara Temel Gelir Güvencesi verilmesini istiyoruz. 

• Her felaketten sonra vatandaşlarına IBAN veren değil, zor durumdaki vatandaşlarına yardım için IBAN isteyen bir ülkede yaşamak istiyoruz. 

• Asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını istiyoruz. 

• Halktan Yana Bir Kamu Hizmeti istiyoruz.  Dar gelirli milyonlarca vatandaşımızın sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerine parasız ulaşmasının sağlanmasını istiyoruz. 

• Ülkenin kanayan yarası haline gelen kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının önüne geçilmesini istiyoruz. Bunun için İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı fesih kararından vazgeçilmesini,190 sayılı ILO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’nin onaylanmasını istiyoruz. 

• İnsanca Yaşamaya Yetecek Bir Ücret istiyoruz. Hiçbir Kamu Emekçisi Hanesi Yoksulluk Sınırı Altında Kalmasın diyoruz.

• Vergide adalet istiyoruz. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınmasını istiyoruz. 

• Otomotiv sektöründe bile ÖTV indirimi yapılırken bordoluların maaşlarından-ücretlerinden peşin peşin kesilen gelir vergisinin her yıl daha fazla artırılmasına artık yeter diyoruz.  Maaşımızın cebimize girmeden buharlaşmasına neden olan Gelir Vergisi adaletsizliğine son verilmesini istiyoruz. 

• Boş vaatlerden, defalarca verilen sözlerin yıllarca ertelenmesinden bıktık. Güvenceli İstihdam, Güvenli Gelecek istiyoruz. 

• Hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, kariyer ve liyakatin esas alındığı, sendikal hak ve özgürlüklerimizin önündeki engellerin kaldırıldığı Demokratik, Adil Bir Çalışma Yaşamı istiyoruz.

• Başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, Grev hakkı ile tamamlanmış Gerçek Bir Toplu Pazarlık Sistemi İstiyoruz. 

Sözlerimizi kamu emekçilerine seslenerek tamamlamak istiyoruz.

Sevgili kamu emekçileri, sevgili emeklikler çok kritik bir süreçten geçiyoruz. 

Kim kendini nasıl nitelerse nitelesin her süreçte olduğu gibi bu süreçte de asıl “yetki” sizlerdedir.

Bugüne kadar sizin adınıza ‘yetkili’ olarak masaya oturanların yaptığı yanlışların, eksiklerin faturasını maaşlarınızda her yıl daha fazla erime, daha fazla yoksullaşma, daha fazla güvencesizleşme ile ödediniz. Ödemeye de devam ediyorsunuz. 

Artık yeter demenin vakti çoktan gelmiştir. 

Bilin ki bu dönem diğer konfederasyonların özellikle maaş artışı tekliflerinde KESK’in teklifine yakın rakamlar sunar pozisyona gelmesi sizin tabandan yarattığınız baskının eseridir.

Ancak bu yeterli değildir.  Aslolan,  ekonomik, sosyal, özlük haklarımızda yaşadığımız kayıpların doruk noktasına çıktığı bu kritik dönemde taleplerimiz için birlikte mücadelenin yine tabandan büyütülmesidir.

Daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönem toplu sözleşme sürecinin de hayal kırıklığı ile bitmemesi hangi sendikanın üyesi olursanız olun sizlerin taleplerinize sahip çıkmanıza bağlıdır. 

Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu yetkinin asıl sahiplerinin kamu emekçilerinin ve emekliklerinin ortak sorunları için bir araya gelmesinden, “hak verilmez mücadele ile alınır” ilkesi ile ortak mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir. 

Bunun için ayrım yapmaksızın hepinizi İnsanca Yaşamaya Yetecek Bir Ücret, Güvenceli İstihdam- Güvenli Gelecek, Demokratik- Adil Bir Çalışma Yaşamı, Halktan Yana Bir Kamu Hizmeti, Grev hakkımızın önündeki engellerin kaldırıldığı Gerçek Bir Toplu Pazarlık Sistemi için birlikte mücadele etmeye, omuz omuza vermeye çağırıyoruz."