CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Artık herkes biliyor, geminin su aldığını. Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini. Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu. Kimse Erdoğan’ın gemisine bilet almak istemiyor. Yeniden Refah Partisi, Erdoğan’ı reddetti. Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Erdoğan’ı reddetti. Erdoğan’ın elinde kala kala, Saray’ın bekçisi ile Gaffar Okkan’ın katillerine ‘terörist’ diyemeyen HÜDAPAR kaldı. Erdoğan’ın bakanları da paçalarını kurtarmanın derdine düşmüş. Yardımcısı da dâhil 17 bakanını da milletvekili listelerine koyacakmış. Bakanlar, yeni dönemde koltuklarının gittiğinin farkında, hepsi dokunulmazlık zırhı istiyor. Ekşi yemeyenin karnı ağrımaz. Korkunun ecele faydası yok. Herkes, yediği ekşinin hesabını adalet önünde verir” dedi.

Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:

“TEK KİŞİLİK ŞAHSIM REJİMİ ELİNDE AFET, FELAKETE DÖNDÜ”

“Acı mı acı, ağır mı ağır günlerin ardından, 11 ayın sultanı mübarek ramazan ayına kavuştuk. Ramazan ayına, ucube şahsım rejiminin tedbirsizliği, liyakatsizliği, kifayetsizliği, beceriksizliği nedeniyle 50 bini aşkın vatandaşımızı kaybetmenin derin acısıyla girdik. Bu mübarek ayda yapılacak ibadetlerin, edilecek duaların kalplerimizdeki acıyı bir nebze rahatlatmasını diliyoruz. Ramazan ayının birliğe, dirliğe, dayanışmaya ve yardımlaşmaya, hanelerimizde huzur ve berekete vesile olmasını temenni ediyoruz. Acılarımız hâlâ çok taze. Deprem, binlerce yuvayı dağıttı. Analar babalar evlatsız, evlatlar anasız babasız kaldı. Tek kişilik şahsım rejimi elinde afet, felakete döndü. Geçmişin köklü kurumları, ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi elinde depremde meflûç oldu.

“MEHMETÇİĞİMİZ, BİN YILLIK ATA YURDUMUZ HATAY’DA, DEPREM ENKAZININ BAŞINA 48 SAATTE GÖNDERİLEMEDİ”

Bu ülkede ne zaman afet olsa akla iki kurum gelir. Bunlardan ilki Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Diğeriyse Kızılay’dır. Ama gördük ki ‘48 saatte Şam’a gireceğiz’ diyenlerin yönetiminde Mehmetçiğimiz, bin yıllık ata yurdumuz Hatay’da, deprem enkazının başına 48 saatte gönderilemedi. ‘48 saatte Şam Emevi Camii’nde namaz kılacağız’ diyenler, 48 saatte Antakya’da Habib-i Neccar Camii’nin enkazına ulaşamadı. Adıyaman’da, Kahramanmaraş’ta, Hatay’da insanlarımız 48 saat boyunca enkazın altında kaldı. Soğukta ölüme terk edildi. Her afetin ardından çadır kuran Kızılay, bu afette millete çadır sattı.

Görevini ihmal ederek, vazifesini savsaklayarak, suistimal ederek on binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan bu ucube sistemin başı ne yaptı? İstifa edeceğine, hiç utanmadan, sıkılmadan milletten helallik istedi. Cevabını da depremin 40’ıncı gününde Hatay’dan aldı. Samandağlı kadınlar, ‘Hakkımızı helal etmiyoruz’ diyerek yeri göğü inletti. Depremde evladını, eşini, anasını, babasını, hısım ve akrabasını kaybeden bu acılı kadınlar da milletimiz de şunu çok iyi biliyor; haksızlığa uğrayana hakkını vermeden helalleşme olmaz. Haksızlık edenden yaptığı haksızlığın hesabını sormadan helalleşme olmaz. Haksızlık yapana yaptığı haksızlığın kefaretini ödetmeden helalleşme olmaz. Mağdur olanın mağduriyeti tazmin edilmeden helalleşme olmaz.

“RANT HIRSIYLA HESAPSIZ KİTAPSIZ YAPILAN GEÇİTLER, MİLLETİMİZE MEZAR OLDU”

50 bini aşkın vatandaşımızı, gerekli tedbirler alınmadığı için, zamanında müdahale edilmediği için depremde kaybettik. Depremin öldürmediğini de sel alıp götürdü. Adıyaman ve Şanlıurfa’da 20 vatandaşımız, göz göre göre sel sularına kapılıp gitti. Depremde görünmeyen hükümet, selde de görünmedi. Rant hırsıyla hesapsız kitapsız yapılan geçitler, milletimize mezar oldu. Ne diyordu Albert Camus; ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’. Ülkemizi 21 yıldır yöneten bu ucube zihniyetin elinde; evlerimizde, sokaklarımızda, şehirlerimizde, can güvenliğimiz hiç kalmadı. Bu gözü dönmüş rantiyecilerin elinde, en ucuz şey, vatandaşlarımızın canı oldu. Ölen ise hep öldüğüyle kaldı. Ne depremde yıkılan dayanıksız binalara göz yumanlardan ne askerimizi enkazın başına hemen göndermeyenden ne Kızılay’ı ticarethane yapanlardan ne dere yataklarını imara açanlardan ne orman yangınında uçak uçuramayanlardan ne trenleri devirenlerden hesap sorulabildi.

Ne yazık ki bu pisipisine ölümlerin, bu tarifsiz acıların gerçek sorumlusu, sorumluluğunu hiç üstlenmedi. ‘Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adli ilahi sorar Ömer’den onu’ diyerek işbaşı yaptılar. Bıraktık koyunu, kurdu. Onca acılar yaşadık. On binlerce yuva söndü. Ömer adaletinden dem vuranlardan kimse, çıkıp da millete hesap vermedi. İstifa etmedi. Millete çadır kurmayıp çadır satan Kızılay Başkanı, yerinde. Afette görevini yerine getirmeyen bakanlar, yerinde. Saray’ın kibirli başı, yerinde. Üstüne üstlük bir de memur bakanlarını milletvekili yapma peşinde. Kendisi de hiç utanmadan, sıkılmadan seçime girmeye hazırlanıyor.

“DEPREM BÖLGESİNDE İFTAR SOFRALARINDA SİYASET YAPIP, ON PARMAĞINDA ON KARA, SAĞA SOLA ÇALIYOR”

Depremzede vatandaşlarımız, başlarını sokacak çadır ve konteyner arıyor. Bunlar, şarkılı-sözlü temel atma filmleri çekiyor. Milletin acıları üzerinden seçim propagandası yapıyor. Deprem bölgesinde iftar sofralarında siyaset yapıp, on parmağında on kara, sağa sola çalıyor. Senaryosu Saray’da yazılmış üçüncü sınıf prodüksiyonlara depremzedeleri figüran yapıp, bunları da sosyal medyaya servis ediyor. Kötü bir işin en gizli şahidi, insanın vicdanıdır. Ne yazık ki bunlarda vicdan hiç yok. Vicdanını kaybeden, insanlığını da kaybeder. Yolun başında ‘Mücahit olacağız’ diyenler, yolun sonunda müteahhit olur. Yolun başında ‘Harun olacağız’ diyenler, yolun sonunda Karun olur ama aziz milletimiz herkesin ne yaptığını görür, bilir, notunu verir. Sandık önüne geldiğinde de ak koyunu, kara koyunu ayırır. Kendine zulmedene hesabını sorar.

“ORUCU, MİLLETİN HAKKINI, HUKUKUNU YEMEK BOZAR”

Her ramazan ayında ‘Sakız çiğnemek oruç bozar mı’ diye tartışılır da orucu bozan çok daha önemli hususlar nedense hiç tartışılmaz. Tartışılması da istenmez. Orucu, kul hakkı yemek bozar. Orucu, beytülmale el uzatmak da bozar. Orucu, milletin hakkını, hukukunu yemek bozar.

“BUGÜN NE YAZIK Kİ EVLATLARIMIZIN ÇOĞU, YARI AÇ, YARI TOK GÜNÜ GEÇİRİYOR”

Nerede yolsuzluk varsa yoksulluk da vardır. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Bugün bu ülkede 0-17 yaş arasındaki çocuklarımızın en çok tükettiği yiyecek, ekmek ve makarna. En az tükettiği yiyecek; fasulye, nohut, mercimek, et, tavuk ve balık. Çocuklarımız ne bitkisel ne de hayvansal proteinden yararlanabiliyor. Bunu biz demiyoruz. Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumu diyor. TÜİK’e göre, 6-17 yaş grubundaki çocuklarımızın yüzde 61’i, son bir yılda ne sinemaya ne de tiyatroya gidebilmiş. Peki sebep ne? Tabii ki maddi yetersizlikler. Yine 0-17 yaş arasındaki çocuklarımızın yüzde 66’sının, kendine ait bir odası yok. Her 100 çocuktan 37’si, iki veya daha fazla kişiyle aynı odayı paylaşıyor. Bugün çocuklarımız doğru dürüst beslenemiyorsa, boyu kısa kalıyorsa, dikkat bozukluğu yaşıyorsa, sosyal becerileri gelişmiyorsa sebepleri buralarda aranmalıdır. Bugün ülkemizin en önemli sorunlarından birisi, çocuk yoksulluğudur. Bugün ne yazık ki evlatlarımızın çoğu, yarı aç, yarı tok günü geçiriyor. Oysa Peygamberimiz ne buyuruyor? ‘Komşusu açken tok yatan, bizden değildir.’ Siyasete tek yüzükle başlayıp bugün saraylarında biri eli yağda, bir eli balda yaşayanların aziz milletimizi görmediği, duymadığı, unuttuğu ülkemizde pek çok çocuğumuz, yatağa aç giriyor. İşte ramazan ayında, sıradan iftariyeliklerin durumu. Markette siyah zeytinin kilosu 120 lira, beyaz peynirin kilosu 197 lira, hurmanın kilosu 160 lira, 30’lu karton yumurtanın fiyatı 89 lira.

İftar sofrasına etli bir yemek koymak isteseniz dana kıymanın kilosu 335 lira, kuzu kuşbaşının kilosu 356 lira. Sofraya bir ramazan pidesi koymak isteseniz fiyatı 15 lira. Bu fiyat etiketleriyle bu hayat pahalılığında ağız tadıyla bir iftar nasıl yapılacak? Ağız tadıyla sahur yapıp oruca nasıl niyet edilecek? Ama ne demişler? Tok, açın halinden anlamaz. Saraylarında zencefilli, somonlu suşileri, kornişona sarılı dana rozbifleri, pataşur içinde Çerkez tavuklarını mideye indirenler, yatarken de hazım için manda yoğurduna hurma katıp kestane balı ve yulafla beraber götürenler, milletin halini nereden bilsin, milletin halini nereden anlasın?

“51 GÜN SONRA TÜRKİYE, YENİ BİR DÖNEME BAŞLAYACAK”

Bu arada, seçim öncesinde et fiyatları alıp başını gidince aynı bildik film yine gösterime sokuldu. Tarım Bakanlığı, 500 bin baş sığır ithalatı için ilana çıktı. Zaten ne zaman seçim olsa canlı hayvan ve et ithalatına hız veriyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu 2018’de 1 milyar 755 milyon dolarlık canlı hayvan ithalatı yaptılar. Son 20 yılda yaptıkları canlı hayvan ve et ithalatı ise 9 milyar 495 milyon doları buldu. Deprem bölgesindeki besicilerimize doğru dürüst yem desteği vermezler ama elin üreticisinden canlı hayvan ve karkas et ithal ederler. İthal etleri de ramazanda millete bir güzel yedirirler. Sonra da gelsin yerlilik, gelsin millilik edebiyatları. Ne diyelim; şeytan bile bunlara şapka çıkarır ama Türkiye’miz, CHP ve Millet İttifakı iktidarına artık gün sayıyor. 51 gün sonra Türkiye, yeni bir döneme başlayacak. Sayın Genel Başkan’ımız Kemal Kılıçdaroğlu, henüz iktidar olmadan hükümete tüm dediklerini yaptıran lider olarak dünya demokrasi tarihine geçti bile. Gençler ne güzel diyor; ‘Kemal Kılıçdaroğlu söyler, Erdoğan yapar’. Kemal Kılıçdaroğlu ‘Emekliye bayramlarda iki ikramiye’ dedi, Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu ‘3600 ek gösterge’ dedi, Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu ‘Taşeron işçilere kadro’ dedi, Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu ‘Elektrik faturalarında TRT payını kaldır’ dedi, Erdoğan yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu ‘Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ dedi, Erdoğan yaptı. En son Kemal Kılıçdaroğlu ‘En düşük emekli aylığı asgari ücret kadar olsun’ dedi, Erdoğan eksik de olsa bunu da yapmak zorunda kaldı. En düşük emekli aylığı 7 bin 500 lira oldu. İş başına gelir gelmez, eksik kalanı da biz tamamlayacağız. En düşük emekli aylığını asgari ücret seviyesine taşıyacağız. Tabii her işleri gibi bunda da adaleti bozdular. Yüksek prim ödeyip 7 bin 500 lira ve üstünde aylık alanların aylığı yerinde saydı. 7 bin 500 lira üzerinde aylık alan emeklilerimizin de durumunu düzeltmek lazım. İş başına gelince bunu da biz yapacağız. Tabii bir başka sözümüz de depremzede yurttaşlarımıza. Depremde yıkılan evler yerine inşa edeceğimiz yeni evler için depremzedelerimizden tek kuruş almayacağız. Çünkü bu yıkılan evlere onay veren ya bizzat devletin kendisi ya da devletin gözetleyip denetlemesi gereken kişiler. Bir bina yapılırken zemin etüdünden uygulama krokisine, mimari projeden yapı kullanım izin belgesine, 23 ayrı iş için 42 ayrı imza alınmış. Vatandaş da devletine güvenmiş, tapuya gitmiş, tek bir imza atmış, evini almış. Vatandaşın hükümete güvenerek aldığı ev, depreme dayanmamış, yıkılmış. Şimdi Erdoğan, vatandaşa diyor ki ‘Benim hiç sorumluluğum yok. Onun için yapacağımız evlerin bedelini borç harç geri ödeyeceksiniz’.

“319 BİN KONUTU BİR YILDA TAMAMLAMAK İÇİN TOPLAMDA 250 BİN KİŞİ GEREKİYOR”

Erdoğan’ın bildiği tek şey var, o da ihale yapıp beton dökmek. 21 Şubat ile 17 Mart arasında, 77 ayrı ihalede 75 milyar liralık ihale açtılar. Erdoğan, deprem acılarının üstüne hızla beton döküp sorumluluğunun üstünü örtmek için beton mikserlerini sahaya sürdü ama evdeki hesap çarşıya bir türlü uymuyor. Maiyetindeki havuz gazetecileriyle geçenlerde yaptığı programda, bir yılda, 11 ilimizde 319 bin konutu teslim edeceğini söyledi. Şu ana kadar da toplamda 46 bin 327 afet evi ve köy evinin ihalesini yaptığını açıkladı. Halep oradaysa arşın da burada. Bir ayda ancak 46 bin konutun ihalesini yapabiliyorsan 319 bin konutun ihalesini yapmak, neredeyse 7 ay sürer. Bu arada işin uzmanları oturup hesaplamış; 319 bin konutu bir yılda tamamlamak için 53 bin kalıpçı, 32 bin demirci, 100 bin ince iş ustası, 21 bin elektrik ve mekanik tesisatçı, 17 bin mühendis, 25 bin teknik ve idari kadro, toplamda 250 bin kişi gerekiyor. Deprem bölgesinde daha doğru düzgün geçici barınma yerlerini yapmamışsın. Okullar kapalı, insanlar çocuklarını okutmak için başka illere göç etmiş. Fabrikalar, çalıştıracak işçi bulamıyor. Bu kadar çalışanı bir yılda nereden, nasıl bulacaksınız? 319 bin konut için yaklaşık 15 milyon metreküp beton gerekiyor ve deprem bölgesinde bu kapasitede beton üretecek beton santrali yok. Bunun için 170 beton santrali gerekli. Bu beton santrallerini ne zaman kuracaksınız, nerede kuracaksınız, nasıl kuracaksınız? Bu işin bir matematiği var, bir fizibilitesi var. Bu yapılır mı? Yapılır ama Saray gibi işkembe-i kübradan atarak değil. Planla, programla, bütün yönleri düşünülerek yapılır. Çalışanları geri getirecek tedbiri almayacaksın, beton santrali yapmayacaksın, sonra çıkıp, ‘Bir yılda 319 bin konut yapacağım’ diye sallayacaksın. Biz geldiğimizde, tüm bu eksiği, gediği, hesabı, kitabı tamamlayıp bu konutları en kısa sürede bedava teslim edeceğiz. Ama Erdoğan, bildiğiniz Erdoğan. Salla yalanı, bulunur inananı.

“KİMSE ERDOĞAN’IN GEMİSİNE BİLET ALMAK İSTEMİYOR”

Bu hesapsız, kitapsız kafayla da ülkemizin başı belalardan bir türlü kurtulmuyor. Ama artık herkes biliyor, geminin su aldığını. Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini. Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu. Kimse Erdoğan’ın gemisine bilet almak istemiyor. Yeniden Refah Partisi, Erdoğan’ı reddetti. Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Erdoğan’ı reddetti. Sabah kuşağında program yapan Müge Anlı bile Erdoğan’ı reddetti. Erdoğan, artık bu ülkede istenmeyen adam. Erdoğan’ın elinde kala kala, Saray’ın bekçisi ile Gaffar Okkan’ın katillerine ‘terörist’ diyemeyen HÜDAPAR kaldı. Artık Erdoğan’ın bakanları da paçalarını kurtarmanın derdine düşmüş. Bunu, Erdoğan’ın ağzından duyduk. Yardımcısı da dâhil 17 bakanını da milletvekili listelerine koyacakmış. Bakanlar, yeni dönemde koltuklarının gittiğinin farkında, hepsi dokunulmazlık zırhı istiyor. Ekşi yemeyenin karnı ağrımaz. Bu kadar karın ağrısının sebebi bellidir. Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar, korkunun ecele faydası yok. Herkes, yediği ekşinin hesabını adalet önünde verir. Kaldı ki bu atanmış bakanlar, milletvekili seçimlerine katılacaksa 16 Mart 2023 tarihi mesai bitimine kadar istifa etmeleri gerekirdi. YSK’nın seçim takvimi belli. Mevcut sistemde bakanların, atamayla gelmiş kamu görevlisinden farkı yok. Atanmış bakan yardımcıları istifa ederken atanmış bakanların istifa etmemesi hangi hukukla açıklanabilir? Bu konudaki fetvayı da önceki İstanbul seçimlerinde ‘Hiçbir şey olmadıysa da bir şeyler oldu’ diyen, bu mızıkçıların seçim işleri sorumlusu verdi. Bakanların istifasına gerek yokmuş.  Kendileri yazıp kendileri oynuyor. Dünyanın neresinde böyle bir yönetim var? Bu konuda nihai karar verici, Yüksek Seçim Kurulu’dur. Burada da YSK üyelerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Saray’ın iradesine göre değil, mutlaka yasalara ve vicdani kanaatlerine göre karar vermelidirler. Yoksa bunun vebalini kimse taşıyamaz. Parmak boyasına ret kararı verdiklerinde Yüksek Seçim Kurulu’nun AK Partili temsilcisi ‘Türkiye bir Uganda değildir’ diyordu ama sayelerinde Türkiye, artık bir Uganda bile değil. Beğenmedikleri Uganda’da enflasyon yüzde 9,2, bizde yüzde 55,2. Beğenmedikleri Uganda’da işsizlik yüzde 2,9, bizde yüzde 9,7. Beğenmedikleri Uganda dünya basın özgürlüğü sıralamasında 132. sırada, Türkiye 149. sırada. İşte 21 yılın sonunda Türkiye’yi getirdikleri yer burası. Uganda kadar olamayan bir Türkiye. Türkiye gibi büyük bir ülke, elbette bunu hiç hak etmiyor. Neyse ki bu kifayetsizlerden kurtulmak için artık çok az kaldı.

“BİR TARAFTA SADAT GİBİ PARAMİLİTER GRUPLARA SIRTINI YASLAYANLAR, DİĞER TARAFTA SIRTINI MİLLETİNE YASLAYANLAR OLACAK”

Milletimiz, 14 Mayıs’ta, sırtına tünemiş bu beceriksizleri sırtından kaldırıp atacak. 14 Mayıs, sıradan bir seçim olmayacak. 14 Mayıs’ta kişiler oylanmayacak. 14 Mayıs’ta iki farklı anlayış ve zihniyet oylanacak. Tercih, ‘Saray’ diyenler ile ‘Millet’ diyenler arasında yapılacak. Bir tarafta kibir ve nobranlık, diğer tarafta tevazu ve nezaket olacak. Bir tarafta ‘Saray’a sadakat’ diyenler, diğer tarafta ‘Devlette liyakat’ diyenler olacak. Bir tarafta kul hakkını iştahla yiyenler, diğer tarafta öksüz ve yetim hakkını savunanlar olacak. Bir tarafta ‘Kaynaklar beşli çetelere’ diyenler, diğer tarafta ‘Kaynaklar milletimize’ diyenler olacak. Bir tarafta SADAT gibi paramiliter gruplara sırtını yaslayanlar, diğer tarafta sırtını milletine yaslayanlar olacak. 14 Mayıs’ta kazanan, demokrasimiz olacak. Kazanan, Millet İttifakı olacak. Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu olacak.”

Faik Öztrak, basın toplantısının ardından gazetecilerin soruları da yanıtladı. “Kabinedeki isimlerin milletvekili olacaklarını Cumhurbaşkanı açıkladı. Siz dokunulmazlık üzerinden değerlendirme yaptınız ama bir de bu isimlerin bakan olarak sahada olmalarının sandık bağımsızlığına etki edeceğine yönelik yorumlar var. Önceden Adalet, İçişleri, Ulaştırma Bakanları bu gerekçeyle istifa ediyorlardı. Bu seçimde bakanların milletvekili adayı olarak sahada olmaları sizce sandık bağımsızlığı açısından bir sorun mudur? Devletin imkanlarının seçim için kullanılacağı yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz” sorusuna Öztrak, şöyle yanıt verdi:

“Akıl, mantık, etik, ahlak ve yasalar, milletvekili adayı olacak kamu görevlilerinin görevlerinden ayrılmalarını gerektirir. Neden? Ellerindeki devlet gücünü kendi ikballeri, kendi partileri için kullanmasınlar diye. Tüm atanmış devlet memurları istifa ediyor, ama atama bakanlar istifa etmiyor. En başta bu, diğer memurlara haksızlıktır. Anlaşılan bakanlar, ellerindeki bu devlet imkanlarını, resmi uçakları, arabaları seçim çalışmalarında hovardaca kullanacaklar. Bütçenin bu hali gözler önündeyken bu, AKP’nin devleti nasıl çürüttüğünü açık seçik gösteriyor. Ama söylüyorum; korkunun ecele faydası yok. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “HÜDAPAR yerli ve milli” sözleri anımsatılan Öztrak, şunları söyledi:

“Saray’ın kibirlisi, HÜDAPAR’ın müdafaasına soyunduğunda, HÜDAPAR ile BBP’yi konuşmasında yan yana zikretti. Destici şimdi çıktı, ‘HÜDAPAR’ın programını kabul etmiyoruz’ diyor. HÜDAPAR’ın programını kabul etseniz ne olur, kabul etmeseniz ne olur? Siz, şu soruya cevap verin; koltuk için HÜDAPAR ile eşitlenmeyi nasıl içinize sindiriyorsunuz? Bu sorunun bir başka muhatabı da Bahçeli’dir.”

“BU ÜLKEDE EMEKLİLERİN NEREDEYSE TAMAMI AÇLIK SINIRININ ALTINDA YAŞIYOR”

En düşük emekli maaşının artırılmasına ilişkin soruya da Öztrak, “Bugün Türkiye’de açlık sınırı 9 bin 500 lira. Siz, ‘7 bin 500 lira en düşük emekli maaşı verdik’ diye övünüyorsunuz. Kıymanın kilosu 353 lira, kuşbaşının kilosu 356 lira, bir karton yumurta 89 lira. Bunları söyledim. Yani bu ülkede başka neyi konuşacağız? Bugün bu ülkede emeklilerin neredeyse tamamı açlık sınırının altında yaşıyor. Yüksek prim ödeyip 7 bin 500 liranın biraz üzerinde aylık alanların durumu felaket. Hiçbir değişiklik yok maaşlarında, bu adaletsizlik değil mi? Bu adaletsizlik nasıl çözülecek? Adaletsizliğin adı ne zamandan beri manipülasyon oldu? Manipülasyon falan yok, her şey ortada” yanıtını verdi.