Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın gözaltına alınmasına tepki gösteren Baş, “Sabah gerçekleşen operasyonun görüntülerinin alelacele TRT tarafından servis edilmeye başlaması, yandaş basının iftiralarına konu edilmesi özellikle nasıl bir kumpas ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteriyor” diye konuştu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, bugün TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Baş, özetle şöyle konuştu: 

"Sevgili Tayfun Kahraman ve Can Atalay'ın aileleri ve avukatları arkadaşları TBMM'de siyasi partileri ziyaret ettiler ve bizim de misafirimiz oldular. Bu vesileyle 6 aydır haksız hukuksuz biçimde tümüyle siyasi gerekçelerle cezaevinde tutulan tüm Gezi tutsaklarını, onların şahsında tüm siyasi tutsakları sevgiyle selamlıyorum. Bu haksız tutuklulukların bir an önce bitmesini, ailelerine, sevdiklerine kavuşmalarını, arkadaşlarımızla yan yana, omuz omuza olmak için elimizden geleni yapacağız.   

“DOĞRU BİLDİĞİMİZİ SÖYLEMEYE, İNATLA KONUŞMAYA DEVAM EDECEĞİZ” 

Şebnem Hocamız dün nasıl 'Bu suça ortak olmayacağım' dediyse ve barış için sesini yükselttiyse, aslında bugün de aynı şeyi yapıyor. Fakat özellikle Tayyip Erdoğan'ın ve saray rejiminin uzun süredir hasım bellediği hekimleri ve hekimlerin örgütü TTB'nin Başkanı Şebnem Hoca bir süredir bir linç kampanyasına maruz bırakılmıştı. Bugün, sözde hazırlanan zemin üzerine de emir ve talimatla görev yapan yargı tarafından bir kez daha cezalandırılmak isteniyor. Özellikle altını çizmek istiyoruz: Sabah gerçekleşen operasyonun görüntülerinin alelacele TRT tarafından servis edilmeye başlaması, yandaş basının iftiralarına konu edilmesi özellikle nasıl bir kumpas ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteriyor. Uzak olmayan geçmişimizde Samanyolu’nun, Zaman Gazetesi’nin yaptığına benzer işler, bugün doğrudan iktidar medyası eliyle yapılıyor. Bir tarafta yandaş medyanın operasyon gazeteciliğinin aleti olan kurumlar var, öbür tarafta da İstanbul Milletvekilimiz Sera Kadıgil’in söylediği sözler nedeniyle ceza kesilmek istenen, RTÜK adı verilen sansür kurulu tarafından ekran karartma cezası verilen TELE 1 gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bugün aldığımız haber kısmen sevindirici. Yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş ama bu basın üzerinde kesintisiz biçimde devam eden susturma, sansür girişimlerinin bittiği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla biz doğru bildiğimizi söylemeye, gördüğümüzü anlatmaya, inatla ve ısrarla konuşmaya, paylaşmaya devam edeceğiz.  

“RTÜK’E SORUYORUZ: AYNI KONUŞMALARI TBMM’DE YAPTIĞIMIZDA TRT 3’E Mİ CEZA KESECEKSİNİZ?” 

RTÜK’ün aldığı kararda göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir kararın altını çizmek istiyorum. Karara gerekçe yapılan şey, anayasa ile sözleri dokunulmazlık güvencesine alınan bir milletvekilinin de susturulma girişimidir bu. TELE 1’e dönük bir operasyonu asla görmezden gelmiyoruz. Açıkça anayasaya göre kürsü dokunulmazlığı var. Söylediği sözler nedeniyle yargılanması mümkün olmayan bir milletvekilinin sözlerini ceza gerekçesi yapmak, pervasızlığın geldiği noktayı gösteriyor. Buradan RTÜK’e soruyoruz. Biz aynı konuşmaları TBMM’de yaptığımızda ne yapacaksınız? TRT 3’e mi ceza keseceksiniz, yasal olarak yayınlamak zorunda olduğu konuşmalar için?

Kürsüde ben ya da herhangi bir milletvekili arkadaşım konuşurken asker, polis gönderip ağzımızı mı bantlayacaksınız? Bizi kürsüden mi indireceksiniz? Darbeci misiniz siz? Gerçekten aklınızı başınıza toplayın. Bu kararı alanlar akıllarını yitirmiş durumdalar. Yarın öbür gün, ‘Benim emir kuluyum, emir geldi onu yaptım’ bahanelerinin arkasına saklanmasın. Çünkü emirleri uygulayanlar da suçludur ve çok açık söylüyorum, işledikleri bu suçların cezasını çekecekler.  

12 gün önce 41 maden işçinin kaybettiğimiz bir katliam yaşadık. 41 insan hayatını kaybetti. 41 ailenin ocağına ateş düştü ve geride kalan 12 gündür TTB Başkanı’nı gözaltına alan, gazetecileri gözaltına alan, Gezicileri hapse atan, muhalifleri sürekli yargı sopasıyla tehdit eden, kanalları kapatan iktidar geride kalan 12 gündür ne yaptı? Tek bir gözaltı, tutuklama yok. İşte AKP’nin, işte sarayın adalet anlayışının en çarpıcı fotoğraflarından biri bu.  

“41 İNSANIN HAYATINI KAYBETTİĞİ KATLİAM İÇİN BİRİNCİ DERECEDEN SORUMLU KURUMUN YÖNETİCİLERİ 10 DAKİKA İFADE VERMİŞ” 

Türkiye Taşkömürü Kurumu yöneticileri ifadeye çağrılmış. Nihayet 11 gün sonra ifadeye çağrılmışlar. İfade 10 dakika sürmüş. 41 insanın hayatını kaybettiği katliam için birinci dereceden sorumlu olan kurumun yöneticileri geliyor, 10 dakika ifade verip ellerini kollarını sallayarak oradan çıkıyorlar. Buradan bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Bu katliamların üzerini örtülmesine, bunların unutturulmasına izin vermeyeceğiz. Patronundan müdürüne, bakanından yargısına, 41 insanımızın elbirliği ile öldürüldüğünü düşünüyoruz. Hiç kimse ama hiç kimse, bunun böyle kalacağını, bizim Bartın katliamını, orada yitirdiğimiz madenci arkadaşlarımızı unutacağımızı düşünmesin. Bir de üstüne acımız yetmezmiş gibi, 10 dakika ifade almak gibi saçma sapan uygulamalarla halkla alay eden bu anlayışla konuşmak bile mümkün değil.  

Erdoğan, ‘adı sanı duyulmayanlar’ diyor bizim için. HDP’nin ittifaklarını sayarken, sözde HDP’yi Kürt yurttaşlarımıza şikâyet ediyor. ‘İstanbul’da adı sanı duyulmamışlarla ittifak organize etmişler’ diyor. Gerçekten biz adı sanı duyulmayanlarız. Doğrudur. 

Çocuklarımız yeterli besin alamadıkları için gelişim bozukluğu yaşıyor. İnsanlar çocuklarına süt alamaz hâle gelmişler, süt alamıyorlar. Ama saray için günde 18 milyon lira harcamak isteyen bir iktidar ile karşı karşıyayız. İşte memleketten sökülüp atılması gereken zihniyet budur.  

“BU BÜTÇEYLE TÜM İŞÇİLERİ GÜVENLİ ORTAMLARDA ÇALIŞTIRMAK MÜMKÜNDÜR” 

Diyanet İşleri Başkanlığı adı verilen, iktidarın basbayağı toplumu zapturapt altına alma aracı haline dönüşmüş kuruma 35,9 milyar lira ayrılmış. Ne yapıyor? Hırsızlıkları, yolsuzlukları din kisvesiyle perdeliyor, halkın dini duygularını istismar ediyor. Hayatın her alanını dinselleştirmek için çalışıyor. Herkesin yalnızca onların işaret ettiği gibi inanmasına zorluyor. Bütün bunları yapmak için bir de 36 milyar lira halkın parasından alıyor. Bu parayla neler yapılabilirdi diye sormaktan insan kendisini alamıyor. Bu parayla, tüm yurttaşlarımızın günlük sıkıntılarını, çocukların beslenme çantasından ailelerin mutfak alışverişine, faturalardan kiralara kadar pek çok sıkıntıyı çözebileceğimizi biliyoruz. Bu bütçe ile mesela, geçinebilmek için okulu bırakmak zorunda kalan gençlerimize bambaşka bir hayat kurabiliriz. Bu para ile Türkiye’nin emekçisine, öğretmenine, doktoruna, mühendisine insanca çalışabileceği yaşam standartları yaratabiliriz. Bu ülkenin gençlerini, başka ülkelerde mülteci olmak zorunda bırakmayan bir sistem inşa edebiliriz. Uzatmak mümkün. Bu tabloları ortaya koyduğunuzda, AKP’yi yönetmeyi bilmemekle eleştiriyorlar, diyorlar. Yok öyle değil. Hiç bilmez olur mu, AKP bal gibi biliyor. Bir tercihte bulunuyor. Bu memlekette yoksulun alın terinden, emeğinden oluşturduğu bütçeyle sarayı ve patronları zengin etmek istiyor. Bartın katliamının üzerine bu bütçeyi göndermek yüzsüzlüğünde bulunmalarını hâlâ anlayamadığımızı söylemek isterim. Bu bütçeyle bu memleketin tüm işçilerini, tüm madencilerini insanca, güvenli ortamlarda çalıştırmak mümkündür. Onları yaşatacak bir iş güvenliği modeli geliştirmek mümkündür. Ama AKP bunu tercih etmiyor.   

“AKP’Yİ BU BÜTÇEDE DÜŞÜNMEDİKLERİYLE BİRLİKTE GÖNDERMEKTE KARARLIYIZ” 

550 milyar lira. AKP bu bütçeyle diyor ki ‘Ben bu halkın 550 milyar lirasını faiz olarak sermayeye servet olarak taşıyacağım’ diyor. Bu asla ve asla beceriksizce bir şey değil. Bu buz gibi halktan çalıp zengine verme düzeni. O yüzden AKP iş bilen, baya baya işini bilen suç çetesidir. Bizim amacımız ne? Bizim amacımız bu bütçeyi, AKP’nin hazırladığı son bütçe yapmak. Bu konuda son derece kararlıyız. AKP’yi bu bütçede düşünmedikleriyle, umursamadıklarıyla, zenginlere para dağıtmak için soyduklarıyla yani işçilerle, emekçilerle, kadınlarla hep birlikte göndermekte kararlıyız.  

“AÇTIĞIMIZ HER YURTTA, ENES KARA’YI, BU KARANLIĞA KURBAN VERDİKLERİMİZİ HATIRLAYACAĞIZ” 

Siyasal İslamcıların tahakküm aracına dönüşmüş Diyanet İşleri Başkanlığı’na 36 milyar ayıran saray rejimini, barınma krizini çözmedikleri, alım gücü krizi ve KYK borçları ile ezdikleri tarikat, cemaat yurtlarında ölüme terk ettikleri öğrenci arkadaşlarımızla birlikte tarihin çöplüğüne göndereceğiz. Diyanet’e 36 milyar lira veren saray rejimi, İslamcı baskılarla ezdiği gençlere yenilecek. Biz Diyanet’te çarçur edilen miktar ile yeni yurtlar yapacak, üniversitelerde bilimsel çalışmaların önünü açacak ve gençlerimize burs vereceğiz. Açtığımız her yurtta, Enes Kara kardeşimizi, bu karanlığa kurban verdiğimiz bu ülkenin güzel çocuklarını hatırlayacağız. Onlar için çalışacak, onların hakkı için hesap soracağız. Siyasal İslam karanlığı değil, mutlu gençler, özgür gençler, geleceğe umutla bakan gençler istiyorsak bunu yapmak bizim boynumuzun borcudur. 

Bu ekonomi safsatasından kurtulup faiz haracının her kuruşunu bu toplumun ayakta durmasını sağlayan çalışan, üreten, yaratan halkımıza, bu ülkenin yüzde 99’una, onların iyiliğine, mutluluğuna harcamakta kararlıyız. Bu bütçe, halkın emeği ve alın teri ile oluşmuş bir bütçedir. Bunun için gözümüzün içine baka baka bizim emeklerimizi, hakkımızı, çocuklarımızın yarınlarını sermayeye peşkeş çekmelerine izin vermeyeceğiz. Sarayda lüks içinde yaşamak için bu paraları harcamalarına izin vermeyeceğiz. Yandaşların daha da zengin olmasına izin vermeyeceğiz. 

“BU TEKLİF, ALEVİ YURTTAŞLARIMIZLA DALGA GEÇİYOR” 

Alevilerin federasyon, dernek temsilcileriyle, kanaat önderleriyle, akademisyenler ve bilim insanlarıyla hiç görüşülmeden, doğrudan sarayda hazırlanıp Meclis’e gönderilen bu teklif kadim bir inanç olan ve yüzyıllardır her tür baskıya karşı bu topraklarda yaşamaya devam eden Alevilerin sorunlarını çözmüyor. Üstelik, Alevi yurttaşlarımızla dalga geçiyor. Bir inancı, bir topluluğu bir torbanın içerisinde ele almak AKP’nin ne yapmak istediğinin en basit göstergelerindendir. 

Anayasa’nın eşitlik ve laiklik ilkesini bir kez daha ayaklar altına alan, Alevi yurttaşlarımızı rencide eden bu saygısız teklifi asla ama asla kabul etmiyoruz.”