Kamuoyunda ‘sansür yasası’ olarak bilinen 7418 sayılı ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, TBMM Genel Kurulu’nda geçen hafta kabul edildi. Toplam 40 maddeden oluşan kanunun 29. maddesi ise kamuoyunda en çok tartışma yaratan düzenleme oldu. Bu madde, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığı altında yeni bir suç türü oluşturarak bu suçu işleyenlere 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilmesini öngörüyor. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise failin suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde verilen cezanın yarı oranında artırılmasını düzenliyor. Böylece 4,5 yıla kadar çıkabilecek bu ceza 2 yılın üstünde olduğu için yargılanan kişinin cezaevine konulması da gündeme gelecek.

Ceza hukuku profesörü olan Türkan Yalçın, sansür yasasının 29. maddesini ANKA’ya değerlendirdi. Yalçın, şunları söyledi:

“Düzenlemeye kanun tekniği açısından baktığımızda; bir kere maddenin başlığı, ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’. İçerisinde ise ‘gerçeğe aykırı bilgi’ ifadesi geçiyor. Kamu barışıyla ilgili bir düzenleme. Yani düzenlendiği yer itibariyle kamu barışını koruyan suçlardan olduğu ifade ediliyor ama şimdiden kamu barışını bozdu.

Yasa maddesinde halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikinden söz edildiğine göre burada bir özel kast aranıyor. Bu suçun işlenebilmesi için, suçu işlediği iddia edilen kişinin özel bir kastla hareket etmesi lazım. Yani amacının bu olması gerekiyor. Halkı korku, endişe veya paniğe sevk etme şeklinde bir amaç taşıması gerekiyor. Peki bu amaç neye yönelik olacak? Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili olacak. Şimdi, bir kere bu kavramların nasıl tanımlanacağı çok önemli sorunlardan birisi. Kim tanımlıyor, iç ve dış güvenlikle ilgili olduğunu, kamu düzeni ve genel sağlığı ilgilendirdiğini?

“SADECE RESMİ MAKAMLARDAN VERİLEN BİLGİLER MİDİR GERÇEK”

En çok tabii üzerinde tartışılan konu, ‘gerçeğe aykırı bilgi’. Bilginin gerçeğe aykırı olduğuna kim karar verecek? Yani sadece resmi makamlardan verilen bilgiler midir gerçek? Özellikle Türkiye gibi hukuk devletinin, demokratik ilkelerin tam olarak yerleşmediği ve bu konuda çok ciddi sorunların yaşandığı bir ortamda son derece keyfi uygulamalara açık olan bir düzenleme.

Çok sorunlu olmayan düzenlemeler dahi tamamen keyfi bir biçimde uygulanırken bu kadar keyfi uygulamaya açık bir düzenleme, çok ciddi bir tehlike yaratıyor. 216. madde (Türk Ceza Kanunu’nun ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ suçunu düzenleyen maddesi) mesela… 216. maddedeki suçun işlenebilmesi çok zor. Ama her türlü eleştiri, bir şekilde 216. maddeye dahil ediliyor. İnsanlar zaten bir şey söylemekten çekiniyorlar, korkuyorlar.

“YARGIÇ, NİYET OKUMASINA GİRECEK”

İfade özgürlüğü, sadece söylediklerimizin nasıl değerlendirildiğiyle ilgili bir özgürlük değil. Aynı zamanda bir bilgi oluşumunu gerektiriyor. Yani bir bilgiye sahip olarak bir düşünceyi açıklarız. Bilgi verilmesi engelleniyor bu düzenlemeyle. Tam tersi, belki de gerçek bilgiler cezalandırılacak, biz gerçeğe aykırı bilgilerle baş başa kalacağız. Ya da kişinin endişe, korku, panik yaratma saikiyle hareket ettiğine kim karar verecek? Derse ki kişi ‘Hayır, benim asla böyle bir amacım yok’, yargıç niyet okumasına girecek, ‘Hayır, senin böyle bir amacın vardı’ diyecek. Son derece tehlikeli.

Sosyal medyada, özellikle bir yalan durum çıktığında birdenbire bir linç ortamı doğabiliyor. Ama bizim endişemiz, asıl bu kişilere değil, doğru bilgiyi aktardığını düşünen ya da aktaran kişilere uygulanacağı yönünde. Yine sıkıntılı bir dönemde yürürlüğe giriyor. En ufak bir tartışma yapılmasına izin verilmiyor.

“ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK YOK, HUKUKİ GÜVENLİK YOK”

Çok açık bir şekilde Anayasa 13, 26, 28’e aykırı. Bir de asıl, ceza hukukçusu olarak şunu söylemem lazım; kanunlarımızda ve Anayasa’da ‘kanunilik ilkesi’ var, yani suçların ve cezaların kanuniliği. Bu ilke, sadece suçun ve cezanın yasayla ihdas edilmesi anlamına gelmiyor; aynı zamanda yasaların açık olması, belirgin olması anlamına geliyor. Bir normu okuyan kişi, hangi eylem suç, hangisi değil, bunu bilebilmesi lazım. Burada bir öngörülebilirlik yok, hukuki güvenlik yok. O açıdan kanunilik ilkesine de aykırı olan bir düzenleme.

“GEREKÇESİ GÜZEL ŞEYLERDEN BAHSEDİYOR AMA DÜZENLEMENİN KENDİSİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YOK EDİYOR”

Gerekçesine baktığımızda, ifade özgürlüğünün önemine vurgu yapıyor, ‘demokratik toplum’ diyor. Güzel şeylerden söz ediyor ama düzenlemenin kendisi, ifade özgürlüğünü yok ediyor, demokratik toplumun temel prensiplerini yok ediyor. Hukuk devletinin tüm kurumlarıyla tamamen var olduğu, yargının bağımsız olduğu, tarafsız olduğu bir ülkede şunu söyleyebiliriz; evet, düzenlemede sıkıntılar var ama zaman içinde tolere edilir, yargı da zaten buna başvurmaz, kolay kolay kimseyi de cezalandırmaz. Ama bizde maalesef bugüne kadar yaşananlar, nelerin yaşanabilecek olduğunun da haberini veriyor.

“ZİHNİMİZE KARAKOL KURULUYOR”

İnsanlar zaten düşüncelerini açıklayamıyorlar. Ben, bir ceza hukuku hocası olarak, neyin suç olduğunu az çok bilen bir insanım. Buna rağmen ‘söylediklerim acaba nasıl anlaşılır’ diye bu kadar ince eleyip sık dokurken artık bu düzenlemeden sonra tamamen zihnimize karakol kuruluyor. Yani biz, kendi kendimize o sansürü uygulayacağız ‘ya böyle anlaşılırsa ya başımıza bir şey gelirse’ diye. Zaten böyleydi birçok durumda. Şimdi maalesef bu, daha da çok artacak.”