Danıştay 10. Daire’si İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için açılan davaları esastan görmeye devam ediyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği adına savunan avukat Müjde Tozbey, “Bu kadınların her birini öldüren ilk önce devlettir. Evet, dedik ki katil devlet. Peki yaşayan kadınların sorumluluğunu kim alacak?” diye sordu.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik 20 Mart 2021 tarihinde verilen çekilme kararına karşı açılan 200’e yakın davalara ilişkin ikinci grup başvuruların duruşması Danıştay’da başladı. 

Duruşmaya, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve HDP'li milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili, kadın ve çocuk hakları alanında çalışma yürüten birçok örgüt ve kurumun yanı sıra Türkiye’nin dört bir yanından kadın katıldı. 

Duruşmada ilk olarak Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin başvurusuna dair savunma alındı. Dernek adına avukat Müjde Tozbey konuştu. Duruşmaya, derneğe başvuran ailelerle birlikte geldiklerini ifade eden Tozbey, salonda bulunan aileleri tek tek saydı.

'KADINI ÖLDÜREN DEVLETTİR'

Devletin kadın katliamlarındaki sorumluluğunu anlatan Tozbey, “Bu kadınların her birini öldüren ilk önce devlettir. Sözleşme olmasına rağmen kadınlar öldürüldü, bu yüzden devlet sorumluluğunu yerine getirmedi diyoruz. Devlet, sözleşmenin altına imzasını attı ama eğer korumuyorsa o zaman sorumludur. Evet, dedik ki katil devlet. Peki yaşayan kadınların sorumluluğunu kim alacak? Evet, savunma yapıyoruz ama bugün siyasi bir davada olduğumuzu hepimiz biliyoruz" dedi. Tozbey’in konuşması salondakiler tarafından alkışlarla karşılandı.

'GERÇEK EŞİTLİK İSTİYORUZ'

Dernek adına söz alan Doç. Dr. Özge Yüce de, sözleşmeden çekilme kararının amaç yönünden tehlikeli olduğunu dile getirdi. İdari işlemin ayrımcı bir karar olduğunu vurgulayan Yüce,“ Komşumuz saldırıya uğradığında biz de korkuyoruz. Çünkü yargıçlardan bazıları, ‘o saatte orada ne işin vardı’ diyebiliyor. Bu yüzden istediğiniz kadar cezaları artırın, zihniyet bu yaklaşımı değiştirmeyecek. Bizim ağır cezalara değil, gerçek anlamda eşitliğe ihtiyacımız var. İstanbul Sözleşmesi de şiddetin önlenmesi için eşitliğin kurulması gerektiğini söylüyor” ifadelerini kullandı. Yüce İstanbul Sözleşmesi ile Lanzarote Sözleşmesi’nin aynı kaderi paylaştığını belirterek, “Kadına şiddet cezasız kaldığı gibi cinsel istismar da cezasız kalsın isteniyor. Devlet ayrımcılık yapıyor, aynı zamanda bunu gizlemeye çalışıyor” diyerek çekilme kararının iptalini talep etti.

'KARAR HAK TEMELLİ SÖZLEŞMELERİ ETKİLEYECEK'

Dernek adına söz alan avukat Hülya Gülbahar, “Sözleşmeden tek kişinin kararıyla çıkıldığı günden beri okuma yazması olan olmayan tüm kadınlar Anayasa’nın ilgili maddelerine bakıyor. İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili karar Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin yazıldığı gibi uygulanmasını istiyoruz. Bu durumda çekilme kararının iptal edilmesi gerek” dedi. İktidar yetkililerinin sırada Lanzarote Sözleşmesi olarak bilinen “Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” nin olduğunu belirttiklerini hatırlatan Gülbahar, “Buradan vereceğiniz karar Lanzarote Sözleşmesi gibi hak temelli sözleşmelerinden çekilme kararına neden olacak” uyarısında bulundu. 

HDP EŞ GENEL BAŞKANI PERVİN BULDAN KONUŞTU

İstanbul Sözleşmesi’ni HDP adına savunan Eş Genel Başkan Pervin Buldan, “Sözleşme, etkin bir şekilde uygulanıncaya kadar mücadele etmeye de devam edeceğiz. Türkiye’nin vicdanına öyle bir imza atın ki, ileride sizden vicdanlı yargıçlar olarak bahsedilsin" dedi. 

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı açılan 200’ü aşkın davalara ilişkin ikinci grup başvuruların duruşması Danıştay’da başladı. Danıştay 10’uncu Daire Heyeti’nin baktığı davalar, Danıştay Konferans Salonu’nda görülüyor. 

Duruşmaya, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın yanı sıra HDP ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) çok sayıda milletvekili katıldı. Salon, Türkiye’nin dört bir yanından izleyici olarak gelen kadınlar tarafından dolduruldu. 

HDP ADINA BULDAN SAVUNMA YAPTI

HDP adına savunma yapan Eş Genel Başkan Pervin Buldan, sadece HDP’li kadınlar adına değil tüm kadınlar adına konuşacağını dile getirdi. Buldan, “Kadına yönelik her türlü şiddetin önüne geçmek için birçok ülkede yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptaline ilişkin açtığımız dava için burada bulunmaktayız. İsmim Pervin Buldan, Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekiliyim ve aynı zamanda partimin Eş Genel Başkanlık görevini yürütmekteyim. Fakat sadece HDP’li kadınlar adına değil, Türkiye’de yaşayan tüm kadınlar ve LGBTİ+’lar adına da bugün burada bulunmaktayım. Dolayısıyla yapacağım savunma, tüm kadınlar adınadır” dedi.

Kadına yönelik şiddetin erkek egemen sistemin sonuçlarından biri ve aynı zamanda bu sistemi devam ettirmenin araçlarından biri olduğunun altını çizen Buldan, savunmasını şöyle sürdürdü: “Bazı ülkeler uygulamaya koydukları gerçekçi ve çözüm üretici politikalar sayesinde kadına yönelik şiddeti azaltmayı başarabilmişlerdir. Ülkemizde de kadın örgütleri ve kurumlarının mücadelesi sonucu 2011 yılında imzalanan ve 2014’te yürürlüğe giren ancak 21 Mart 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilen İstanbul Sözleşmesi de bu amacı taşımaktaydı.

 OPUZ DAVASI HATIRLATILDI 

Türkiye’yi sözleşmeyi imzalamaya götüren süreç esas olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2002 tarihinde verdiği Nahide Opuz kararıdır.  Bu kararın altını özellikle çizmek isterim. Bu karar, bazı önemli gelişmelere zemin olması ve kararın işaret ettiği hususlar bakımından son derece önemli bir karardır. Opuz Davası’nda AİHM, Türkiye’yi yaşam hakkını koruyamadığı için mahkum etmiştir.  AİHM, tarihinde ilk defa ev içi şiddette bir tarafın kadın olduğu için ayrımcılığa uğradığı gerekçesiyle bir devleti mahkum etmiştir. Bu, AİHM’in bu alanda verdiği ilk mahkumiyet kararıdır. Bu karar, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kabul ettiği yükümlülükleri yerine getirmediği dolayısıyla Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler nazarında oldukça olumsuz bir tabloya işaret etmiştir. Bu tablo ayrıca, Türkiye’yi 2012’de yürürlüğe girecek olan 6284 Sayılı aile içi şiddeti önlemeye yönelik yasanın hazırlıklarına itmiştir.

KADIN MÜCADELESİNİN BAŞARISI

İstanbul Sözleşmesi kadınların uzun soluklu mücadelesinin sonucu kazanılmış ve erkek şiddetine karşı mücadelenin yollarını adım adım örmüş temel bir sözleşmedir. Her ne kadar 2011 yılında imzalandığında AKP iktidarı kendilerinin bir kazanımı gibi lanse etse de esasen Cumhuriyet tarihinden daha eski bir mücadele olan bu topraklardaki kadınların mücadelesinin bir başarısıdır. Bu sözleşme, kadın örgütleri başta olmak üzere yıllarca erkek şiddetine karşı mücadele edenlerin zaferi olarak tarihe geçmiştir.

MUAZZAM BİR YOL HARİTASI 

İstanbul Szleşmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için özenle hazırlanmış bir metindir. Yani bu sözleşme, erkek şiddetine son vermek için muazzam bir yol haritası sunmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin en yoğun olduğu zamanlarda imzalandı. Kadınların, çocukların, LGBTİ+ların yaşam, barınma, istihdam hakkını korumak amacı taşımaktaydı. Sözleşme, şiddete karşı sistematik bir mücadelenin nasıl adım adım örüleceğini anlatmaktadır. Şiddetin ekonomik ve psikolojik boyutlarının altını da çizmektedir. Kadına yönelik şiddetin ister kamusal, ister özel alanda olsun, bir insan hakkı ihlali olduğuna, ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Fiziksel ve cinsel şiddetin yanında ızdırap veren her türlü eylem, baskı ve şiddet suç sayılmaktadır.

YÜKÜMLÜLÜKLERİ DEVLETE YÖNELİK

Yine ilk kez uluslararası bir sözleşme, toplumsal cinsiyetin tanımını yapmakta ve şiddetle mücadele etmek isteyen taraf devletin, toplumsal cinsiyet paravanının arkasına sığınamayacağını özellikle vurgulamaktadır. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler o denli önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korur ve taraf devletlerin bunu garanti altına alması gerektiğini savunur. Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yöneliktir. Bu nedenle devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorundadır.

Sözleşme, tarafların her türlü şiddet eylemini ve ayrımcılığı önleyecek ‘gerekli yasal ve diğer tedbirleri’ almasını zorunlu kılmaktadır. Kadınları güçlendirecek faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını istemektedir. Sözleşmeyle birlikte taraflara, ulusal anayasalarına veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil etme ve bu ilkenin uygulanmasını sağlama, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklama ve kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ile uygulamaları yürürlükten kaldırma zorunluluğu getirilmektedir.

FATMA ALTINMAKAS KATLİAMI 

Yine kapsadığı kesimlerin din, dil, ırk farklılıklarından dolayı mağdur edilmemesini esas alır. Bu esasın önemini daha önce maalesef Fatma Altınmakas davasında gördük. Evli olduğu erkek tarafından katledilen Fatma’nın Türkçe bilmediği için jandarma karakolunda kendisini ifade edemediği ortaya çıkmıştı. Bugün ülkede Türkçe bilmeyen belki milyonlarca kadın bulunmaktadır. Özellikle ülkede son dönemlerde kamu kurumlarında ve toplumda körüklenen ırkçılık Türkçe bilmeyen kadınların ölümüne de sebep olmaktadır. Ülkenin bu kadar dış göç aldığı ve kadınların savaş sonrası göç sürecinden en çok etkilenen kesim olduğu gerçeği göz önünde bulundurulunca İstanbul Sözleşmesi’nin devleti sorumlu kıldığı tercüme konusu hayati bir önem kazanmaktadır.

GREVİO’NUN TÜRKİYE TESPİTİ

İstanbul Sözleşmesi tüm devletlere, şiddet mağduru kadınlar için barınma, yaşamını sürdürme gibi her türlü ihtiyacını karşılayacak bütçeyi zorunlu kılar. Ancak bugün Türkiye'de kadınların yaşadığı yoksulluk derinleşirken kadınların nafaka hakkı dahi gasp edilmek istenmektedir. İstanbul Sözleşmesi imzalanmış olsa da ne yazık ki hiçbir zaman etkin biçimde uygulanmamıştır. Taraf devletlerin sözleşmeyi uygulayıp uygulamadığını takip eden GREVİO, 2018’de yayınladığı raporunda bunun altını çizerek, Türkiye’yi yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmıştır. GREVİO, Türkiye’nin bu kapsamdaki çalışmalarının son derece başarısız ve yetersiz olduğu tespitini yapmıştır.

3 BİNİN ÜZERİNDE KADIN KATLEDİLDİ

Nitekim bunun ağır sonuçları yıllar içerisinde çok daha derinleşmiştir. 2011 yılından bu yana 3 binin üzerinde kadın erkekler tarafından katledilmiştir. Buna karşın; kadınları katledenler ya da katletmeye teşebbüs edenler adeta adliyelerin ön kapısından girip arka kapısından çıkmış, haksız tahrik indirimleri almış, pandemi döneminde serbest bırakılmışlardır. Bir kısmı bu süreçte teşebbüsünü tamamlayarak, söz konusu kadını ya da bir başka kadını katletmiştir.

ŞİDDET MAĞDURU KÜRT BİR KADINSA…

Sözleşmenin etkin uygulanmaması kadına, çocuğa, LGBTİ+’lara, Kürt kadınlara ve mülteci kadınlara yönelik işlenen suçlarda cezasızlık politikalarını daha da perçinlemiştir. Özellikle Kürt kadınlara yönelik işlenen suçlarda, failler iktidar veya bağlantılı kurumlarda görevli olan kişilerse özel bir cezasızlık politikası uygulanmıştır. Failler hakkında hukuki süreç işletilmemiş, resmi kimlikli failler iktidarın koruması altına alınmıştır.

KATLEDİLEN ÇOCUKLAR

Yine çocuk istismarı Türkiye’nin yıllardır yapısal çözümler üretemediği yakıcı sorunlardan biri olarak karşımızdadır. Kamusal ve özel alanlarda çocuklara yönelik istismarla ilgili çokça olay açığa çıkmasına rağmen Ensar Vakfı ve Rabia Naz örneklerinde görüldüğü gibi bu istismar vakalarının bizzat iktidar tarafından üzeri örtülmektedir. Yine bu nedenle de çocuğa yönelik her türlü istismarın önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin uygulanması elzemdir diyoruz.

KADIN CİNAYETİ TANIMLAMASI YAPILMALI

Türkiye’de kadına, çocuklara yönelik şiddet ve cezasızlık bu boyutlara ulaşmışken, asıl yapılması gereken kadın cinayetlerinin ayrımcılık sebebiyle işlendiğine dair yasalara özel bir ibare düşülmesidir. ‘Adam öldürme’ diyerek, münferitleştirmek yerine kadın cinayeti tanımlamasıyla sorunu görmek ve çözüm yoluna gitmektir. Ancak bugün iyileştirme yerine sözleşmenin feshini tartışıyoruz. Bu bir utançtır bu ülke için. Bu ülkenin tarihi ve ülkede yaşayan bütün kadınlar için.

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılma kısmı, adım adım ilerletilmiştir. Önce iktidara yakın medya aracılığıyla sözleşme ‘kabahat’ gibi gösterilerek, algı yaratılmaya çalışılmış ve kadın düşmanlarının hedefi haline getirilmiştir. Yine iktidar yetkilileri tarafından sözleşmenin yürürlükten kalkması için, öncesi ve sonrası hedef gösterici açıklamalar yapılmıştır.

‘TEK ADAM’ KENDİNE YETKİ VERDİ

AKP Genel Başkanı Erdoğan, kendisine verdiği yetkiyle bir gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararnameleri yayınlamıştır ve İstanbul Sözleşmesi’ni fesih ettiğini açıklamıştır. Erdoğan önce kendisine yetki veren bir kararname yayınladı, verilen bu yetki kararnamesine dayanarak da işlem yaptı. Tek adam tek adama yetki vererek, tek adam adına kararname çıkardı. Bu kadar basit.

YOK HÜKMÜNDE BİR KARAR

Fakat kadınların Anayasal metni olan İstanbul Sözleşmesi öyle tek adam keyfiyetiyle fesih edilecek bir statüde değildir. İstanbul Sözleşmesi, Anayasa’nın 90. maddesine göre, usulüne uygun olarak 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM tarafından onaylanmış ve 6251 sayılı Kanun ile TBMM tarafından yürürlüğe konulmuş uluslararası bir sözleşmedir. Kaldı ki, İstanbul Sözleşmesi şiddetle mücadele konusunda bir insan hakları sözleşmesidir. Anayasamızın 104. maddesi uyarınca, ‘temel haklar, kişi hakları konusunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz.’ Bu itibarla Cumhurbaşkanı Kararıyla yapılan işlem ‘fonksiyon gaspı’ niteliğinde olup yok hükmündedir. 

ESAS OLAN İKTİDAR DEĞİL

Hukuk sistemi, yargı makamı da bu noktada hukukun gereklerini yerine getirme sorumluluğuna sahiptir. Esas olan iktidar gücünün ne buyurduğu değil hukukun neyi buyurduğudur. Dolayısıyla gereği yapılmasını, İstanbul Sözleşmesi bir an evvel yürürlüğe konularak etkin bir şekilde uygulanmasını tekrardan talep ediyoruz. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nin fesih edilmesinden bu yana kadınlara yönelik olarak gerçekleşen suçlardaki anlamlı artış oranları bu fesih kararı ile sadece hukukun çiğnenmediğini, birçok suça da yol verildiğini kanıtlar niteliktedir.

İstanbul Sözleşmesi’ni etkin bir şekilde uygulamak yerine, kadın cinayetlerini durdurmak yerine, kadınlara; kadın mücadelesine ve kadın muhalefetine savaş açmış tekçi bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Cezaevleri demokratik siyaset yürüten kadın arkadaşlarımız ile dolduruldu, baskı gördü, işkence gördü, sürgüne zorlandı. Tüm dünyanın gözleri önünde kadın milletvekilimiz bizzat polis tarafından ölümle tehdit edildi. Eşit temsiliyet ilkesine dayanan eş başkanlık sistemimiz suç ilan edildi.

KOBANÊ DAVASI

Başta Kürt kadınları, HDP’li kadınlar olmak üzere ülkede siyaset yaptığı, muhalif olduğu veya başka bir görüşü savunduğu için erkek-devlet şiddetine maruz kalan, yargılanan, ceza alan tüm kadınlara uygulanan bu politikalar insan haklarına, kadın haklarına aykırı olduğu gibi İstanbul Sözleşmesi’ne de aykırıdır, suçtur. Bugün partimize açılmış Kobanê Kumpas Davası’nda, Gezi Davası’nda, 8 Mart ve 25 Kasım yürüyüşlerinin yargılandığı davalarda ve yüzlerce başka davada, çok sayıda kadın ağır cezalarla yargılanmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadın dernekleri ya ağır baskılar altında ya da kapatma davalarıyla sindirilmek istenmektedir.

KADINLAR MÜCADELE ETTİĞİ İÇİN YARGILANIYOR

Kadınlar, tekçi erkek zihniyetin kendilerine çizdiği sınırları kabul etmediği, bu sınırlarla yaşamak istemediği için yargılanmaktadır. Kadınlar ‘artık ölmek istemiyoruz’, ‘şiddet, baskı altında yaşamak istemiyoruz’, ‘özgür ve eşit bir yaşam istiyoruz’ dedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar, doğasına-suyuna, yaşam alanlarına sahip çıktığı için yargılanmaktadır. Kadınlar, en kutsal mücadele olan barış mücadelesini yürüttüğü için yargılanmaktadır. Kadınlar kadın özgürlükçü, demokratik bir toplumu savundukları için yargılanmaktadır. Kadınlar faşizme biat etmedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar; faşizme, tekçiliğe, ırkçılığa ve nefret siyasetine karşı öncü bir mücadele yürüttükleri için yargılanmaktadır. 

MÜCADELEMİZE DEVAM EDECEĞİZ

Yani kadınlar, mücadeleleriyle İstanbul Sözleşmesi’ni somut olarak uygulamaya çalıştıkları için yargılanmaktadır. Bu nedenle her zaman söylediğimiz gibi erkek yargı değil, gerçek yargı diyoruz. Güçlülerin hukuku değil, haklıların hukuku diyoruz. Erkeklerin üstünlüğünü değil, eşitliğin üstünlüğünü gözeten bir yargı sistemi diyoruz. Eşitlik gözetilsin ki, adalet olsun diyoruz. Bu nedenle eşitlik için, adalet için, yaşam için İstanbul Sözleşmesi’ni bugüne kadar her alanda ve platformda nasıl savunduysak bugünde en inançlı ve kararlı şekilde savunuyoruz. 

TARİHİ BİR KARAR VERECEKSİNİZ

İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya, etkin bir şekilde uygulanıncaya kadar mücadele etmeye de devam edeceğiz. Ortak kadın mücadelemiz engellenemez, durdurulamaz. Bugün belki de tarihi bir karar vereceksiniz. Bu vereceğiniz kararla Türkiye’nin vicdanına öyle bir imza atın ki, ileride sizden vicdanlı yargıçlar olarak bahsedilsin. Türkiye'deki milyonlarca kadın adına sizden sadece vicdanlı olmanızı talep ediyorum.”

Buldan’ın sözleri salonda bulunan kadınlar tarafından sık sık alkışlandı.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KARARINDAN SONRA 495 KADIN KATLEDİLDİ

İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlar, çekilme kararından sonra 495 kadının katledildiğini belirterek, “Tarihi bir gün ve tarihi bir sorumluluk. 42 milyonun yaşam hakkı ile ölüm arasında bir karar. Kadınların yaşam hakkı ile tek adamın kararı arasında bir karar olacak” dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı açılan 200’ü aşkın davalara ilişkin ikinci grup başvuruların duruşması Danıştay’da devam ediyor. Duruşmada, Halkların Demokratik Partisi (HDP) adına avukat Sipan Cizreli söz aldı. 

'ÇATIŞMA DÖNEMİNDE ŞİDDETİ YASAKLIYOR'

Sözleşmeden çekilme kararının yok hükmünde olduğunu ifade eden Cizreli, kararı tanımadıklarını söyledi. Cizreli, sözleşmenin kadına yönelik şiddetle mücadelede en kapsamlı sözleşme olmanın yanı sıra, kadına yönelik erkek şiddetinin kaynağının toplumsal cinsiyet eşitsizliği olarak tanımladığını kaydetti. 

Sözleşmenin yalnızca barış dönemlerinde değil, silahlı çatışma dönemlerinde ve sonrasında devam eden şiddeti de yasakladığını ifade eden Cizreli, “Sözleşme çatışma sürecinde sivil kadınlar kadar çocukları da korumakta ve taraf devletlere sorumluluk yüklemektedir. Örneğin; Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 2015 yılında yaşanan çatışma döneminden küçük kız ve erkek çocukların, güvenlik önlemi gerekçesiyle silah doğrultularak kıyafetlerinin çıkartılmasına dair görüntüler, hala kamuoyunun hafızasında” dedi.

KAÇIRILAN ÊZİDİ KADINLAR 

Sözleşmenin yalnızca taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, sığınmacı ve hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağladığını dile getiren Cizreli, “Ortadoğu’da faaliyet gösteren IŞİD terör örgütü tarafından kaçırılan yüzlerce Êzidi kadın ve çocuklardan bir kısmının Türkiye’de zorla alıkonulduğu, satıldığı ve ailelerine fidye karşılığında iade edildiği bilinmektedir” diye ekledi. Cizreli son olarak şunları söyledi: “Sözleşme çocuğun, istismarcı babaya verilmesini de engelledi; şiddet uygulayan erkeğin evden derhal uzaklaştırılmasını da sağladı. ‘Sözleşme Yaşatır’ derken kimse afaki bir şeyden bahsetmiyor. İstanbul Sözleşmesi, yaşatır; İstanbul Sözleşmesi, yaşatacak.”

Aksaray Barosu adına avukat Şenal Sarıhan heyette tek kadının olmasına dikkat çekti. Sarıhan, “Salonda yüzlerce kadın otururken, heyette tek kadın var. Bu da açık eşitsizliğin göstergelerinden biri” dedi. 

'YARGI BAĞIMSIZDIR DEMEK İSTİYORUZ'

Kırklareli Barosu'ndan avukat Oylum Yaman da "Sayın heyet, baroların adli yardım birimlerinde bir gün geçirmenizi isterdim. Biz avukatlar mesleğimiz ve yeminimiz gereği kadınlara, çocuklara bu hizmeti seve seve veriyoruz. Cübbemizi şiddet mağduru kadınlara siper etmekten asla gocunmuyoruz. Ancak ülkemizin kadınları korumamasından gocunuyoruz. Bugün anıt ağaca baktım. 2022 yılında 162 kadın öldürükmüş. Bundan gocunuyoruz. İstanbul Sözleşmesi'nin yükümlülüklerinin yerine getirildiği bir Türkiye'de 162 kadın öldürülmez. Bunu biliyoruz. Bizler, 'Yargı bağımsızdır’ demek istiyoruz” ifadelerini kullandı.

'ANAYASAL GÜVENCENİN ALEYHİNE ADIMLAR'

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Özgür Özel, bireysel başvurusuna dair söz aldı. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının fiilen ayaklar altına alındığını vurgulayan Özel, “Anayasal güvencelerin aleyhine adımlar atılıyor. Böyle bir yetki aşımında hepimiz adına karar verecek mahkemenin önüne geldi. Bu tarihi sorumluluğunuzu sizden talep etmek üzere karşınızdayım” dedi. Erkeklerin işlediği her bir cinayetten hemcinsleri adına utanç duyduğunu ifade eden Özel, “Hepimiz adına sizleri bu sorumluluğu ve yetkiyi kamu adına, kadınlar, önümüzdeki nesiller adına karara bağlayacağınızı ümit ediyorum” şeklinde konuştu.

Ardından CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka söz aldı. Sözleşmeden çekilme kararının ardından CHP’nin kadınlarla ilgili çağrı merkezine gelen telefonların arttığını dile getiren Nazlıaka, “Diğer yandan failler avukatlarını arayıp ‘acaba cezaevinden çıkabilecek miyiz’ diye sordular. Fesih kararından sonra kadınların ne kadar güvencesiz olduğu ortadadır” şeklinde konuştu. Nazlıaka, salonda bulunan kadınlara, “Yolda yürürken arkasında ayak sesi duyduğunda tedirgin olmayan var mı?” diye sordu. Salondan, “Hayır” sesleri yükseldi.

HATİCE KAÇMAZ DAVASI

Nazlıaka ardından mahkeme heyetine, “Siz hiç bir kadının, bir erkeğe ikinci eş olmayı teklif ettiğini, erkek bunu kabul etmeyince kadının onu öldürdüğünü duydunuz mu? Siz bir kadının yemek yapmadı diye erkeği öldürdüğünü gördünüz mü? Siz hiç, bir kadının bir erkek ona karşılık vermeyince ‘çok sevdiği için’ öldürdüğünü duydunuz mu” diye sordu. Nazlıaka, “Ama Hatice Kaçmaz’ın katiline ‘tutku indirimi’ verildi. Yargıtay, ‘eğer Hatice Kaçmaz teklifini kabul etseydi bugün hayatta olurdu’ şeklinde bir karar verdi. Bugün tarihi ve önemli bir sorumluluk düşüyor size. Vereceğiniz karar kadınların yaşam hakkını savunmakla ölüm arasında bir karardır” dedi.

Çıkacak kararın adaletli olmasını arzu ettiklerini dile getiren Nazlıaka, “Tarihi bir gün ve tarihi bir sorumluluk. Kadınların yaşam hakkı ile ölüm arasında bir karar, 42 milyonun yaşam hakkı ile tek adamın kararı arasında bir karar” diye vurguladı.

BAROLAR: VAZGEÇMİYORUZ

Ardından Denizli, Çanakkale, Artvin, Tokat ve Kars Barosu adına avukatlar söz aldı. Sözleşmeden çekilme kararının yok hükmünde olduğunu vurgulayan avukatlar, “Anayasa’nın fiilen ortadan kaldırılmasını amaçlayan bu girişimin iptalini istiyoruz. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı'nın böyle bir yetkisi yok. Buradan iptal kararı çıkmazsa sıra hangi sözleşmeye gelecek? Her gün tacize uğrayan, şiddete uğradığı için kendini suçlayan kadınları dinliyoruz. Kadın cinayeti dosyalarında anne babalarına çocuklarının nasıl öldürüldüğünü anlatıyoruz. Sözleşmeden vazgeçmiyoruz” ifadelerini kullandı.

SOL PARTİ: 495 KADIN KATLEDİLDİ

Sol Parti adına konuşan avukat Gizem Özdem, her gün taciz edilen, ezilen, şiddete maruz kalan LGBTİ+’lar için söz aldığını belirtti. Sözleşmeden çekilme kararından sonra 495 kadının katledildiğini anımsatan Özdem, “Size sayı gibi gelebilir ama bizim için değil” dedi. 

Av. Selin Nakıpoğlu da İstanbul Sözleşmesi’nin amaç maddesini okuyarak savunma yaptı. Sözleşme’nin imzalanması sürecinde hükümetin Avrupa Konseyi ile ilişkileri için yürüttüğü politikalardan söz eden Nakıpoğlu, sözleşmenin feshi kararının tarikat ve gerici kurumlar tarafından coşkuyla karşılanmasının aslında başka bir yaşam biçimi tahayyülü olduğunu gösterdiğini söyledi. 

Nakıpoğlu’nun savunmasının ardından duruşmaya yarım saat ara verildi.