İSO Meclisi’nin ocak ayı olağan toplantısı, bugün Odakule Fazıl Zobu Meclis Salonu’nda, “Katma Değerli Üretim, Teknoloji Yoğun Sanayi ve Güçlü Bir Ekonomik Gelecek için Nitelikli, Sürdürülebilir, Ulaşılabilir Finansmanın Önemine Odaklanmak” ana gündemi ile yapıldı.

İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın açış konuşmasını yaptığı toplantıya, Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Alpaslan Çakar, Vakıfbank Genel Müdürü Abdi Serdar Üstünsalih, Halk Bankası Genel Müdürü Osman Arslan, Eximbank Genel Müdürü Ali Güney, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Genel Müdürü İbrahim Halil Öztop da katıldı. İyileşmelere rağmen 2023’te yüksek enflasyon ve cari açığın sanayicinin temel gündemi olacağına dikkat çeken Bahçıvan’ın konuşması şöyle:

“BELİRSİZLİKLER DÖNEMİNİN İÇİNDEYİZ"

 Dünyada ekonomi, teknolojik alanlar başta olmak üzere her alanda temposu giderek artan köklü bir değişim ve rekabet kendisini gösterirken öngörü yapmakta zorlandığımız bir belirsizlikler döneminin de içindeyiz. Hep birlikte oldukça zor bir yılı geride bıraktık. Dünya ekonomisinin geleceğine yönelik yapısal tartışmaların da giderek yoğunlaştığına tanık oluyoruz. Nitekim, geçen hafta düzenlenen Davos Zirvesi'nde de izlediğimiz üzere, küresel sanayi ve ticaret politikalarının, dolayısıyla genel anlamda küreselleşmenin tarihi bir dönüşümden geçtiği konusunda bir mutabakat söz konusu. Ülkeler hazırlıklarını buna göre yapacak, rekabet koşulları daha da zorlaşacak ve dolayısıyla Türkiye için de önemli risk, zorluk ve fırsatlar doğacak.

YÜKSEK ENFLASYON VE CARİ AÇIK, TEMEL GÜNDEMİMİZ OLMAYA DEVAM EDECEK

 Bu anlamda ülke olarak, küresel ekonomik ve jeopolitik gelişmelerin de etkisiyle 2023 yılına, yavaşlayan büyüme ve yüksek enflasyonun yarattığı makro ekonomik kırılganlıklar ile girdik. Yılın ilk yarısında ihracatın yavaşlamayı sürdürmesi, ikinci yarısında ise küresel ekonomide beklenen toparlanma ve iç talepteki canlılığın da etkisiyle ekonomimiz 2023’te de büyümeyi sürdürecek. Yine de 2022’ye göre iyileşse de yüksek enflasyon ve cari açık, temel gündemimiz olmaya devam edecek gibi görünüyor.

SANAYİMİZ, FİNANSMANA ERİŞİM NOKTASINDA HÂLÂ YETERLİ DESTEĞİ BULMAKTA ZORLANIYOR

Sanayimizin 2022 performansına bakacak olursak; her şeyden önce Türk sanayicisinin ülke ihracatının 250 milyar doları aşmasında ana rol üstlendiğinin altını çizmek istiyorum. Yine sanayi sektörümüz öncülüğünde makine ve teçhizat yatırımlarımızın milli gelirdeki payı yüzde 15’lere çıktı. Çalışan istihdamımız da artmaya devam etti. Kısacası sanayi sektörümüz, tüm dünyada taşların yerinden oynadığı bir yılda, üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Buna karşılık, olumlu yöndeki tüm çabalara rağmen sanayimiz, finansmana erişim noktasında hâlâ yeterli desteği bulmakta zorlanıyor. Daha önce ifade ettiğim bir konuyu yeri gelmişken bir kez daha vurgulamak istiyorum. 2022, aynı zamanda para politikasında ‘ikili’ bir görünümün ortaya çıktığı bir yıl oldu. Bir yandan yılın ikinci yarısında faiz indirimleriyle finansman maliyetleri düşürüldü ve politika faizi yılı yüzde 9 ile tek hanede kapattı. Ancak diğer yandan devreye alınan çok sayıda düzenleme ile finansmana erişim daha da kısıtlandı. Bu kısıtlama, deyim yerindeyse maliyetteki düşüşün önüne geçen bir hal aldı.

KREDİ PROSEDÜRLERİ, REEL SEKTÖRÜ ADETA YILDIRMA NOKTASINA GETİRİYOR

 İstanbul Sanayi Odası olarak, Türkiye Ekonomi Modeli ve onun temel unsurlarından olan liralaşma stratejisi çerçevesinde, kredilerin amacına uygun kullandırılması ilkesini desteklediğimizi açıkça ifade etmek istiyorum. Finans kesimi ile reel sektörün birbirleriyle sağlıklı bir eşgüdüm içinde çalışmasının ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat son dönemde devreye alınan birçok tedbirin öngörülemezliğe yol açtığı ve hem reel sektör hem de bankacılık sektörü açısından yorucu bir hal aldığına tanık oluyoruz. Bugün kredi prosedürleri, reel sektörü adeta yıldırma noktasına getiriyor. Uygulanmakta olan prosedürler bitmek bilmezken kredinin aktif hale gelmesi de bir türlü gerçekleşemiyor. Diğer yandan sanayicimizin artan maliyetleri, işletme sermayesi ihtiyacı ve yatırım arzusu nedeniyle kredi talebi büyürken bunun karşısında bazı bankaların kredilerde daha tutucu davrandığını da gözlemliyoruz. Nitekim bankacılık sektöründe kredi/mevduat oranı, 2018 ortalarında yüzde 120’lere kadar çıkmışken 2019’dan itibaren pandemi dönemi hariç düşüş trendi göstermiş ve günümüzde yüzde 85’lere kadar gerilemiştir.

TABELA FAİZLERİNİN KOMİSYON ADI ALTINDAKİ UYGULAMALARLA ARTIRILMASI CİDDİ RAHATSIZLIK YARATIYOR

 Yine özel sektör kredilerinin Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYH) oranına baktığımızda; 2018’de yüzde 79’a kadar yükselen bu oranın 2022 ortasında yüzde 67’ye kadar gerilediğini görüyoruz. Söz konusu oranın gelişmekte olan ülkelerde yüzde 110 olduğunu düşünürsek Türkiye’nin bu alanda oldukça geride kaldığını söyleyebiliriz. Öte yandan, komisyon adı altında uygulanmakta olan endirekt faizlere de dikkat çekmek istiyorum: Tabela faizlerinin komisyon adı altındaki uygulamalarla artırılması, reel kesimde ciddi rahatsızlık yaratmaktadır. Bunun yanı sıra, liralaşma ve kredilerin amacına uygun kullandırımı ilkesi kapsamında, gerçekten döviz ihtiyacı olan ve kredibilitesi yüksek firmalarımızın mağdur edilmemesi, deyim yerindeyse kurunun yanında yaşın da yanmaması gerektiğinin altını da hassasiyetle çizmek istiyorum. Yeri gelmişken değinmek isterim ki bankalar tarafından verilen ticari kredilerin alt başlıklarında yatırımlarla ilgili bir başlık bulunmamaktadır. Böyle bir başlığın bulunmaması, üretim hayatımız, nitelikli krediler ve yatırımlarla ilgili analizlerde zafiyet yaratmaktadır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile yapılacak koordineli çalışma sonucunda ticari kredilerle ilgili böyle bir başlığın açılmasının da faydalı olacağını değerlendiriyoruz.

KGF’NİN DAHA UZUN VADELİ, DAHA NİTELİKLİ KREDİLERİN TEMİNAT YOLU OLMASI TALEBİMİZİ YİNELEMEK İSTİYORUM

 Finansman konusunda önemli bir gelişme de geride bıraktığımız haftalarda detayları kamuoyuyla paylaşılan yeni kredi paketi oldu. Bu kapsamda Kredi Garanti Fonu (KGF) desteğiyle hayata geçirilen 14 yeni paket ile 250 milyar TL’lik bir kredi hacmi oluşturuldu. 14 paketin yatırım ve proje finansmanından dijital dönüşüme, bölgesel odaklı KOBİ desteğinden yeşil dönüşüm ve enerji verimliliğine kadar farklı tematik alanları kapsayıcı şekilde ayrıştırılmasını değerli ve ümit verici buluyoruz. Ekonominin birçok farklı kesimine kaynak sağlayan bu destekler, biriken maliyetler karşısında sanayicilerimize bir nebze de olsa soluk aldıracaktır. Bu çerçevede KGF’nin daha uzun vadeli, daha nitelikli kredilerin teminat yolu olması noktasındaki talebimizi burada bir kez daha yinelemek istiyorum.

YENİ NESİL SANAYİYİ DESTEKLEYİCİ KREDİLERİN GELİŞTİRİLMESİ GEREKMEKTEDİR

 Tabii burada, bankaların da kredi ayrıştırmasına gitmesinde ve nitelikli kredi kullandırma noktasında bir farkındalık yaratması gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin Ar-Ge veya sürdürülebilirlik gibi yeni nesil sanayiyi destekleyici kredilerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Dış pazarlarda nispeten zorlanacağımız bu süreçte, her zaman desteğini arkamızda hissettiğimiz Eximbank’ın kaynaklarının daha da güçlendirilerek ihracatçılarımıza daha etkin bir şekilde kullandırılması da büyük önem arz ediyor. Son olarak, daha önce de pek çok kez dile getirdiğimiz üzere, yeniden yapılandırılan Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası’nın kısa sürede büyük ölçekli yatırımlarımızı finanse edecek idari ve finansal kapasiteye ulaştırılması ve yatırım kredileri için ana kurum haline gelmesine yönelik talebimizi de burada bir kez daha yinelemek istiyorum. Bu amaçla Banka’nın öz sermayesi, mevcut seviyelerin kayda değer bir şekilde üzerine çıkarılmalıdır.

DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARDA UZUN ZAMANDIR İÇ AÇICI BİR DURUMDA DEĞİLİZ

 Kısa vadede atılması gereken adımların yanı sıra finansmana erişim sorununun daha uzun vadeli bir bakış açısıyla da ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Zira yapısal sorunların çözümü de yapısal nitelikte olmak durumunda. Bu bağlamda, ekonomimizin kredi yaratma potansiyelini doğrudan etkileyen cari açık, dış finansman ihtiyacı ve düşük iç tasarruf oranları en temel yapısal sorunlarımızın başında geliyor. Dış finansmanın nispeten daha sağlıklı, sürdürülebilir kalemleri arasında yer alan uzun vadeli borçlanmada, bankacılık sistemimizin borçlanma iştahının düşük olduğunu ve uzun bir süredir net borç ödeyici pozisyonda olduğunu görüyoruz. Sistemin kredi yaratma potansiyelini de düşüren bu durum, başta liranın seyri olmak üzere geleceğe dönük belirsizliklerle ve dolayısıyla yüksek risk primi ve yüksek borçlanma maliyetleri ile yakından alakalı. Tüm bunlar bizlere makroekonomik istikrarın, enflasyonu kalıcı şekilde yenerek liraya dönük güveni artırmanın ve ekonomi politikalarında öngörülebilirliğin yaşamsal önemini gösteriyor. Birçok olumlu etkisinin yanı sıra, şirketlerimizin sermaye yapısını güçlendirici etkisi de bulunan doğrudan yabancı yatırımlarda uzun zamandır iç açıcı bir durumda değiliz. Bu nedenle yatırım iklimini iyileştirmenin bir diğer önemli yapısal ihtiyaç olarak önümüzde durduğu da aşikar. Son dönemdeki yüksek enflasyon; asgari ücret ve genel olarak işgücü maliyetlerine ilişkin tartışmaları da beraberinde getiriyor.

UZUN VADEDE EKONOMİMİZİN KREDİYE BAĞIMLILIĞI ÖNEMLİ BİR YAPISAL SORUN

Kısa vadede krediye erişim sorununun çözülmesi ne kadar acil bir ihtiyaç ise uzun vadede ekonomimizin krediye bağımlılığı da o denli önemli bir yapısal sorundur. Türkiye ekonomisi, kredi arzının arttığı koşullarda hızlanan, kredi akışı yavaşladığında duran bir yapıdan çıkmalıdır. Bu bağlamda, şirketlerimizin sermaye yapısını ölçek ekonomisi kanalıyla güçlendirmek açısından birleşme ve satın almaları özendirici politikaların önemli olduğuna inanıyoruz. Benzer şekilde, finansmanda araç çeşitliliğini artırmak ve sanayimizin bankacılık sistemine bağımlılığı azaltmak, günümüzde çok temel bir ihtiyaç. Bunun için sermaye piyasalarından daha fazla yararlanmayı sağlayacak, finansal derinliği güçlendirecek adımların da kritik olduğu görüşündeyiz. Nitekim en büyük sanayi kuruluşlarımızın yer aldığı İSO 1000 çalışmamızda halka açık kuruluşlar sayısının 100’ün altında kalması da bu alanda kat etmemiz gereken mesafeyi açıkça ortaya koyuyor.

GEZEGENİMİZ VAROLUŞ SORUNUYLA KARŞI KARŞIYA

 Öte yandan gezegenimiz, ne yazık ki artık bir var oluş sorunuyla karşı karşıya. Zaman daralıyor. Her geçen gün, bilim insanlarının ‘geri dönülemez’ olarak niteledikleri noktaya bir adım daha yaklaşıyoruz. Bunun olumsuzluklarını şimdiden yaşamaya başladık bile. Kuraklık ve barajlarda giderek azalan su miktarlarıyla ilgili haberler ciddi kaygılar yaratıyor. Önümüzdeki günlerde ciddi ölçülerde kar ve yağmur yağışı olmadığı takdirde, gıda üretiminden insan sağlığına kadar birçok alanı olumsuz etkileyecek bir durumla karşı karşıyayız. Bu çerçevede, yatırımların finansmanında da sürdürülebilirlik, artık belirleyici kriter olarak öne çıkıyor. Türkiye olarak, yeni küresel düzende önceliklerimizi bu olgular üzerinden yeni baştan tasarlamalı, ekonomi politikalarını doğa-pozitif bir anlayış üzerine inşa etmeliyiz.

BANKACILIK VE SANAYİ SEKTÖRÜ DAHA ÇOK ORTAK AKILDA BULUŞMALI

 Sözlerimi noktalarken bu süreçte mümkün olduğu kadar bankacılık ve sanayi sektörünün daha çok ortak akılda buluşması ve bunun için istişarelerin daha güçlü bir şekilde yapılması gerektiğini bir kere daha ifade etmek istiyorum. Çünkü biz, sanayiciler olarak, ‘Türk sanayisi nereye gitmeli’ sorusunun cevabının Türk bankacılık sektörüyle birlikte değerlendirilmesi ve yanıtlanması gerektiğine yürekten inanıyoruz.”