İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "İktidar, her zaman olduğu gibi yine bir ‘cambaza bak’ oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz, Sosyal Medya Yasası. Oyun ise hak ve hürriyetlerimize pranga vurmak. Yani dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane. Giydiğimiz kıyafete, ettiğimiz ibadete, dinlediğimiz müziğe, sevdiğimiz yemeğe bile karıştıkları yetmedi, şimdi de doğruları öğrenmemizi istemiyorlar. Çünkü doğrulardan en çok onlar korkuyorlar. Çünkü eğip bükemedikleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü fikri hür, vicdanı hür nesillerimizden korkuyorlar" dedi. 

Meral Akşener, bugün partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, özetle şunları söyledi: 

"EN TEPEDEKİ ŞIMARIKLIK, ACIMASIZLIK TOPLUMUN TAMAMINA YAYILIYOR

 AK Parti iktidarı yüzünden memleketimizin bereketi de güzellikleri de soluyor. Balık baştan kokar derler. En tepedeki şımarıklık, acımasızlık toplumun tamamına yayılıyor. Oysa ülkeyi yöneten kişi, her tavrıyla örnek olmalıdır, ama iyi örnek olmalıdır. Beğenmediği herkese saldıran, hakareti ve iftirayı kendine hak sayan, ülkeye nifak tohumları eken bir zihniyetin neden olduğu toplumsal gerilim, artık tehlikeli bir seviyeye ulaştı. Türkiye, bu gerilimi artık taşıyamıyor. Geçtiğimiz hafta Ankara’daki bir eğlence mekanında yaşananlar, işte tam olarak bu gerilimin sonucudur. Sanata ve sanatçıya düşman bir iktidarın yönettiği ülkemizde, sırtını iktidara yaslayan herkes, kendini her şeyin sahibi zannediyor. Bize de katledilen bir sanatçının ardından üzülmek düşüyor. Onur Şener’e Allah’tan rahmet, ailesine ve sanat camiamıza başsağlığı diliyorum. Kendisini dev aynasında görenlerin şiddete sığınan acizliğine lanet olsun. İnsanlıktan nasibini alamayanların evlere, ocaklara, yüreklere düşürdüğü yangınlara lanet olsun. 

SADECE UKRAYNA İÇİN DEĞİL, ÜLKEMİZ VE DÜNYA İÇİN DE KABUL EDİLEMEZ BİR TEHDİT

Rusya’nın 24 Şubat tarihinde Ukrayna’ya yönelik ‘özel askeri operasyon’ adı altında başlattığı haksız işgalin üzerinden 7 ay geçti. Güya başkent Kiev bir haftada alınacaktı, değil mi? Peki ne oldu? Rus ordusu, Ukrayna topraklarında çamura saplandı. Putin ise çizilen karizmasını toparlamak için son çareyi Herson, Zaporijya, Luhansk ve Donetsk’i, askeri işgal altında yapılan sopalı referandumlar sonucunda ilhak etmekte buldu. Biz, bu filmi daha önce Kırım’da da izledik. Dolayısıyla nasıl ki o gün Rusya’nın işgalini ve ilhakını tanımadıysak bugün de tanımıyoruz. Çünkü Putin’in çarlık rüyaları peşinde attığı adımlar, uluslararası hukuka da Rusya’nın taraf olduğu anlaşmalara da aykırıdır. Üstelik Putin’in ilan ettiği kısmi seferberlik çerçevesinde askere alınacakların yurt dışına kaçmalarından da gördüğümüz üzere, Rusya’nın uluslararası toplum tarafından kınanan bu saldırganlığını Rus halkı da desteklemiyor. Peki şimdi ne olacak? Rusya, ilhak ettiği Ukrayna topraklarını ana vatan sayarak her türlü imkan ile koruyacağını söyledi. Yani gerekirse nükleer silah da kullanmakla tehdit etti. Bu tehdit, sadece Ukrayna için değil, ülkemiz ve dünya için de kabul edilemez bir tehdittir. Uluslararası toplum, bu çılgınlığa karşı artık daha somut ve net adımlar atmalıdır. Çünkü Kırım’ın ilhakına yeterince ses çıkarmayan dünya, Putin’in artan cüretkarlığında ve bugün gelinen noktada yaşananlarda önemli bir paya sahiptir. 

SEÇİM HESAPLARI KOVALAYARAK DEVLET YÖNETİLMEZ

 Diğer taraftan, önümüzdeki seçime Putin’in desteğiyle girmeye niyetlenen Sayın Erdoğan’ın da bu ciddi tehdit karşısında alacağı tavrı merakla bekliyoruz. Dileriz ki bu tavır, geçtiğimiz günlerdeki televizyon yayınında Kırım için pısırıkça ifade ettiği gibi ‘Attığınız bu adım doğru değil’ demekten öteye geçebilir. Çünkü devletin esas görevi, bütün dengeler karşısında kendi menfaatleri çerçevesinde bir denge oluşturabilmektir. Dış politikayı iç siyasete cirolama peşinde koşup seçim hesapları kovalayarak devlet yönetilmez. Biz, Tahıl Koridoru konusundaki adımları elbette takdirle karşılıyoruz. Ancak ‘Rusya-Ukrayna savaşında bir komşu ülke olarak alacağımız pozisyonda, liderlerin ahbaplıkları değil ülkemizin menfaatleri esas alınmalıdır’ diyoruz. Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki sözde referandumunu tanımamak da elbette doğru bir politikadır. Ancak yeterli değildir. Arabuluculuk kisvesi altında Putin’in sırtını sıvazlayan bir diplomasi, Cumhuriyet Türkiye’sine yakışmaz. Bu konuda çok daha net olmak, uluslararası hukuka ve egemenlik haklarına saygının bir gereğidir. Türk milleti, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı gibi, bugün de Rus emperyalizminin yanına yedeklenecek bir algı malzemesi değildir, olamaz. Ve asla olmayacak. 

BİZ, BU FİLMİ DAHA ÖNCE GÖRDÜK, YAŞADIK

Biz, bu filmi daha önce gördük, yaşadık. Çünkü aynı kibir, dün bizim de toprağımıza asker çıkarmıştı. Çünkü aynı cüretkarlık, dün bizim de canımıza, malımıza, namusumuza göz koymuştu. Çünkü aynı zihniyet, dün bizim de onurumuzu, gururumuzu ve haysiyetimizi ayaklar altına almaya çalışmıştı. Ve bugün Putin’in çarlık rüyaları peşinde örnek aldıkları, yani 93 Harbi’nde Mehmetçiğimizin kutsal kanını dökenler, o kara günlerde İstanbul’umuzun göbeğine, Yeşilköy’ümüze Rus işgal kuvvetlerinin hatırasını yaşatmak için bir utanç anıtı dikmişti. Sayın Erdoğan, biz bunların hiçbirini unutmadık. O yüzden şimdi beni çok iyi dinle. Bu millet, yıllarca o utanç anıtına bakmak zorunda kaldı. Ne zamana kadar biliyor musun? Ta ki inatçı ve asil bir ruh, Mahmut Şevket Paşa, milli davamızı başarıya ulaştırmak için harekete geçen kadar. Ta ki koca yürekli Bahri Teğmen, karşısına çıkan tüm engellere rağmen o utanç anıtını aziz Türk milletinin huzurunda yerle bir edene kadar. 

BUGÜN SENİN YÜZÜNDEN YİNE AYNI UTANCIN EŞİĞİNDEYİZ

Biz bugün, senin yüzünden yine aynı utancın eşiğindeyiz. O gün milletimizin haysiyetine Ayestefanos anıtıyla vurulan pranga, bugün senin 2024’e ötelemeye çalıştığın doğal gaz borcuyla canlanıyor. O gün bu vatanının asil evlatlarının boyunduruk altına girebileceğini sananlar, bugün senin adeta bir devlet politikası hâline getirdiğin Putin hayranlığınla ve beceriksiz yönetim anlayışınla yeniden cesaret buluyor. O gün topraklarımıza dikilen utanç anıtı, bugün senin mahvettiğin ekonomimiz üzerinden hain bir oyun olarak yeniden karşımıza çıkıyor. Bahri Teğmen’in Rus anıtına döşediği dinamit, aslında milletimizi utanca, devletimizi dara, varlığımızı da meçhule düşürmek isteyen kirli bir zihniyete ve o zihniyete boyun eğen acizliğe döşenen dinamitti. İşte o yüzden, bugün de Yeşilköy’e Rus anıtı dikenlerin ve dikilmesine izin verenlerin bugünkü temsilcilerinin karşısında, tıpkı Mahmut Şevket Paşa gibi, tıpkı Bahri Teğmen gibi aynı basiretle, aynı hamiyetle, aynı cesaretle dimdik duracağız. Türk milletinin haysiyetini aynı inançla koruyacağız. Çünkü bu bizim tarihsel görevimizdir. 

İRAN’IN CESUR EVLATLARININ YANINDAYIZ

22 yaşındaki Mahsa Amini’nin başörtüsünden saçı çıktı diye ahlak polisi tarafından acımasızca öldürülmesinin ne yüce dinimizde ne devlet yönetiminde ne de insan haklarında yeri yoktur. Geçmişte ilimin merkezlerinden olmuş bir medeniyet, nasıl olur da ilimden, bilimden bu kadar uzağa savrulabilir? Dünyanın en eski uygarlıklarından biri, nasıl olur da kadınlara bu denli şiddet uygulayabilir? Gerçekten utanç verici. Bizim için bu konu, dini veya siyasi bir tartışma değildir. Bu konu, bir ülkenin iç işlerine karışmak da değildir. Bizim için bu konu, vahşetin karşısında, mağdurun yanında durmaktır. Biz, komşumuz İran’ın güçlü olmasını istiyoruz. İran’ın mutlu ve huzurlu bir ülke olmasını istiyoruz. İran’ın zengin bir ülke olmasını istiyoruz. Ve biz, İran’ı bağımsız bir ülke olarak görmek istiyoruz. Emperyalist rüyalar peşinde hırpalanan Ortadoğu’nun özgürleşmesi için İran’la iş birliği yapmak istiyoruz. Herkes şunu bilmelidir ki dualarımız, özgür ve mutlu bir İran içindir. Ancak bu idealimizi, baskıcı yöntemler kullanarak gerçekleştiremeyiz. Bu idealimizi, kadını bir eşya gibi gören ucube bir anlayışla gerçekleştiremeyiz. Bağımsızlığın yolu, saçı görünen kadınları katletmek değildir. Bağımsızlığın yolu, baskıyla milletini sindirmek de değildir. Tek bir kadının bile sesini duyurmak için ayağa kalkması, aslında tüm kadınlar için bir ayağa kalkıştır. Canları pahasına bu barbarlığı, bu hukuksuzluğu protesto eden İran’ın cesur evlatlarının yanındayız. 

Sayın Erdoğan, geçtiğimiz şubat ayında, ‘Yaz aylarıyla birlikte enflasyonu kontrol altına alacağız’ diyordu. Yaz gelip geçti, artık kış kapıya dayandı. Enflasyon kontrol altına alındı mı? Alınamadı. Baktı olmuyor, bu sefer de ‘Yıl başından sonra enflasyonun düşeceğine inanıyorum’ dedi. Dikkat edin, artık söz de veremiyor. Kendisi de epistemolojik bir kopuş yaşadığından olsa gerek, sadece inanıyor. Kıştan yaza, yazdan kışa ertelenen bu mevsimsel sabır döngüsünde olan da tabii ki yine milletimize oluyor. 

FANTASTİK EKONOMİ MODELİNİN ÜZERİNDEN 10 AY GEÇTİ

İktidarın fantastik ekonomi modelinin üzerinden 10 ay geçti. Yılın ilk 8 ayında ihracat sadece yüzde 18 artarken ithalat yüzde 41, dış ticaret açığı ise yüzde 146 oranında rekor bir artış gösterdi. Sadece ağustos ayında 11,2 milyar dolarla tarihin en yüksek seviyesine ulaşan dış ticaret açığımız, yılın ilk 8 ayında toplam 73 milyar doları buldu. Eylül 2021 sonunda 8,8 lira olan dolar kuru, bugün 18 buçuk lirayı geçti. Yani paramız, bir yılda yarı yarıya değer kaybetti. Üstelik Merkez Bankası’nın kayıp 128 milyar dolarına da bu yıl 75 milyar dolar ilave oldu. Böylece, nereye gittiği ve nasıl gittiği belli olmayan rezervlerimizde olması gereken, ama nedense olamayan döviz miktarı, 203 milyar dolara yükseldi. Enflasyon ise 2021 yılının eylül ayında yüzde 19,58’ken 2022 yılının eylül ayında, TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile yüzde 83,45’e ulaştı. Yani geçtiğimiz bir yılda enflasyon, dört kattan fazla arttı. Kamuoyunda sadece tüketici fiyatları konuşuluyor. Oysa tüketici fiyatlarındaki artış, diğer fiyat artışlarının en düşüğü. Mesela son bir yılda üretici fiyatlarındaki artış, yüzde 151 buçuk, tarım üretici fiyatlarındaki artış yüzde 142,4, konut fiyatlarındaki artış ise yüzde 173,8 oldu. 

BOŞ VAATLERLE MİLLETİN DERDİNİ ÇÖZEMEZSİN

 Tüm bu rakamların gösterdiği çerçevede bugün ne yazık ki dünyada en yüksek enflasyona sahip 5’inci ülkeyiz. Listede bizden sonra gelen ülkeler ise Lübnan, Suriye, Venezuela ve Sudan. Maşallah her biri, birer istikrar abidesi. Düşünün ki savaşın ortasındaki Ukrayna’nın enflasyonu yüzde 23,8. İşgalci Putin’in Rusya’sının ise yüzde 14,3. Ne var ki içinde bulunduğumuz tablo böylesine ibretlik bir durumdayken milletimiz enflasyonun, hayat pahalılığının, geçim darlığının yükünden nefes dahi alamazken Sayın Erdoğan, buram buram cehalet kokan bir rahatlıkla gününü gün etmeye devam ediyor. Çünkü Bay Kriz’e göre Türkiye’de aslında her şey yolunda. Bizzat kendi eserin olan yoksulluğu yalanlarla örtemezsin. Kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alan abartılı müjdelerinle günü kurtaramazsın. Boş vaatlerle milletin derdini çözemezsin.

KENDİLERİ SÖYLEDİKLERİ YALANLARA İNANIRKEN BİZ UTANIYORUZ

AK Parti iktidarı, ülkemizi yönetemiyor. Bu gerçek artık gün gibi ortada. İşte o nedenle onlar kendileri çalıp kendileri söyledikleri yalanlara inanırken biz utanıyoruz. Onlar saçma sapan açıklamalarla gündem değiştirmeye çalışırken biz utanıyoruz. Onlar abuk sabuk tavsiyelerle milletimizi oyalamaya çalışırken biz utanıyoruz. Hani başkası adına utanırsınız ya işte öyle utanıyoruz. Onlar unutmuş olsalar da eskiden bu devletin bir ciddiyeti vardı. Bu devletin bir aklı, sağduyusu ve itibarı vardı. Ancak bugün ne yazık ki sağduyunun yerini kibrin, aklın yerini keyfiyetin, itibarın yerini hoyratlığın, ciddiyetin yerini ise şaklabanlığın aldığı bir garip yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Nitekim Bay Kriz’in tutum ve davranışlarından feyz alan bu anlayışın izleri, hemen her gün bir başka saray mensubunun yaptığı açıklamalarda zuhur ediyor. 

O SANDIK GELDİĞİNDE MİLLETİMİZ TASARRUFUN ŞAHINI YAPACAK

 Mesela, bu ülkede ‘atanamayan öğretmen’ diye bir gerçek olduğu için utanması gereken bir Milli Eğitim Bakanı, bırakın utanmayı, bir de üstene, çıkıp şuursuzca 'Mühendisler de atanamıyor ama böyle ağlamıyorlar' dedi. Mesela, yaz partileriyle meşhur Turizm Bakanı, çıkıp, kışın fiyatların düşük olduğunu, bu yüzden kışın gezmemizi tavsiye etti. Yani bu fevkalade parlak arkadaş, yaz tatiline kışın çıkmamızı önerdi. Mesela, 'Kışın kombi derecesini indirin, yazın klima derecesini yükseltin' diyerek akıl dolu önerilerde bulunan Enerji Bakanı, son olarak 'Aklınla Verimli Yaşa' isimli bir tasarruf kitapçığı yayınladı. Bu kitapçığa göre, duş alırken banyoya kum saati koyacakmışız. Kışın, fırını kullandıktan sonra kapağını açık bırakıp ortamı ısıtacakmışız. Saçlarımızı da kurutma makinesiyle değil havlu ile kurulayacakmışız. Şu üstün akla, şu olağanüstü ferasete bakar mısınız? Biz tüm bunları yaparken onlar, sarayda günlük 10 milyon lira harcayacaklar. Zevki sefa içinde günlerini gün edecekler. Torpilli maaşlarla, ballı ihalelerle servetlerini büyütmeye devam edecekler. Buradan, Saray’daki tavsiye meraklısı ahkâmseverlere seslenmek istiyorum. Siz hiç merak etmeyin, kendinizi de hiç boşuna yormayın; milletimiz ne yapacağını çok iyi biliyor. Sizin aklınıza da üstün fikirlerinize de hiç mi hiç ihtiyacı yok. O sandık geldiğinde milletimiz, tasarrufun şahını yapacak. O gün geldiğinde, bir şey değişecek, her şey değişecek. Gereksiz yanan ampul sönecek, memleketimizin kaynakları hepimize yetecek. 

SAÇMA SAPAN AÇIKLAMALARINIZLA DA ÇİLEKEŞ MİLLETİMİZİ DAHA FAZLA YORMAYIN

 Tabii bir de iktidarın göz bebeği Nebati Bakan var. Saray bürokrasisi saçmalama yarışına girer de ışıltılı gözler hiç geri kalır mı? O da kılıf aramaya doyamadıkları sözde ekonomi modelini tarif etmek için adeta yeni öğrendiği tüm kelimeleri aynı cümle içinde kullanmaya çalışan çocuklar gibi, 'Neoliberal ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım' dedi. Sonuna da ekledi; 'Günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro-ekonomi ile daha fazla önem kazanmakta’. Aslında diyor ki 'Biz bilgiden ve bilimden koptuk. Dünyada uygulanan tüm ekonomi metotlarını da reddediyoruz. Bizi artık ekonomistler değil nörologlar ve davranış bilimciler değerlendirsin'. Yahu niye bu kadar uğraşıyorsunuz? Çıkın, mertçe, 'Biz ekonomiyi böyle yürütüyoruz. Çünkü Sayın Erdoğan böyle istiyor' deyin. Çıkın, 'Biz bir şey bilmeyiz. Sayın Erdoğan’ın içine doğmuş, enflasyon böyle düşecekmiş' deyin. Çıkın, 'Bay Kriz hazretleri rüyasında görmüş, ekonomi böyle düzelirmiş' deyin.  Allah’ın bildiğini niye kuldan saklamaya çalışıyorsunuz? Dürüstçe çıkın, gerçeği söyleyin. Saçma sapan açıklamalarınızla da çilekeş milletimizi daha fazla yormayın, kendinizi de daha fazla rezil etmeyin. Ayıptır.

ERDOĞAN, ARTIK MİLLETE HAKARET ETMEKTE YENİ YÖNTEMLER DENİYOR

 Ekonomiyi batırdığın gerçeğini, milletimizi fakirleştirdiğin gerçeğini abuk sabuk yalanlarla mı örteceksin? Milletin parasını yandaşlarına yedirdiğin gerçeğini, beş para etmezlere 5-10-15 maaş verdiğin gerçeğini, Merkez Bankası’nın bile kasasını boşalttığın gerçeğini lügatlere sığınarak mı örteceksin? Sayın Erdoğan, artık millete hakaret etmekte yeni yöntemler deniyor. Geçen hafta, memleketten umudunu kesmek zorunda bıraktığı gençlerimizi hedef aldı. Dedi ki 'Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle ellerin, yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum’. Bu vesileyle Sayın Erdoğan’ın gözünde çapulculuktan süfliliğe terfi eden gençlerimizi kutluyorum. Henüz biz kadınların seviyesine gelemediniz ama yakında onu da başaracağınıza eminim. Özetle Sayın Erdoğan diyor ki gençlerimizin daha iyi bir hayat sürmeyi istemeleri 'süfli’ bir hevesmiş, yani 'aşağılık' bir hevesmiş. Üstelik bunu söyleyen, bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Kadınlara 'sürtük' diyebilen bir zihniyetten elbette zarafet beklemiyorum. Ama gencine 'aşağılık' demeye hiç mi utanmıyorsun, Sayın Erdoğan? Ayıptır, günahtır. Gençlere analarının ak sütü gibi helal olan iyi ve haysiyetli yaşama arzusu, süfli bir hevesmiş. Daha iyi bir hayat istemek, huzur istemek, mutluluk istemek, aşağılık bir hevesmiş. Hayallerini gerçekleştirebilmeyi; torpilsiz, mülakatsız işe girmeyi istemek, aşağılık bir hevesmiş. Peki bu Beyefendi’ye göre süfli olmayan hevesler nedir, biliyor musunuz? İhale kovalamak süfli değil, bilakis son derece asil bir heves. Mesela, bol maaşlı, atanmış hayatlar peşinden koşmak süfli değil, bilakis fevkalade asil bir heves. Hele de lüks arabalar içinde pudra şekeri koklamak hiç süfli değil, tam tersine müthiş asil bir heves. Sayın Erdoğan, bu kadar hakaret, yalan, iftira bir cumhurbaşkanına hiç yakışmıyor. Ülkesinin kadınına ‘sürtük’, gencine ‘aşağılık’, çiftçisine ‘terörist’ demek, bir cumhurbaşkanına hiç yakışmıyor. Çünkü bu devletin başına, laubalilik değil ciddiyet yakışıyor. 

FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR NESİLLERİMİZDEN KORKUYORLAR

 Biliyorsunuz, 1 Ekim itibariyle iktidarın 'Dezenformasyonla Mücadele' adı altında çıkardığı Sosyal Medya Yasası yürürlüğe girdi. Yeni yasama yılının başlangıcında Meclis gündeminde yer alan ilk düzenleme, iktidarın yüksek standartlarına göre bile ucubelikte adeta bir baş yapıt oldu. Sözüm ona internetteki yalan haberleri durdurmak amacıyla çıkartılan bu yasada en çok merak ettiğimiz konu ise yasanın nasıl işleyeceği. Yalanı kim ayırt edecek, doğru nasıl bilinecek? Dezenformasyonu hangi kurum denetleyecek? Hiçbiri belli değil. İktidar, her zaman olduğu gibi yine bir ‘cambaza bak’ oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz, Sosyal Medya Yasası. Oyun ise hak ve hürriyetlerimize pranga vurmak. Yani dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane. Giydiğimiz kıyafete, ettiğimiz ibadete, dinlediğimiz müziğe, sevdiğimiz yemeğe bile karıştıkları yetmedi, şimdi de doğruları öğrenmemizi istemiyorlar. Çünkü doğrulardan en çok onlar korkuyorlar. Çünkü eğip bükemedikleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü fikri hür, vicdanı hür nesillerimizden korkuyorlar.

AK PARTİ, VATANDAŞLARIMIZA KORKU ÜZERİNDEN HÜKMETMEYE ÇALIŞIYOR

 Hatırlayın, bu arkadaşlar nasıl iş başına gelmişlerdi? Okuduğu şiirler, düşündüğü fikirler, söylediği sözler yüzünden hapse girmeyen insanların ülkesini vaat etmişlerdi, değil mi? Vesayet bitecek, yasaklar son bulacaktı, değil mi? Aynı AK Parti, bugün ülkemizi bir açık hava hapishanesine çevirmeye, hatta 'düşünen her canlı bir gün ceza infaz kurumlarımızı tadacaktır' düsturuyla vatandaşlarımıza korku üzerinden hükmetmeye çalışıyor. Cumhuriyet’imizin Türk Milleti’nin egemenliğini, hakkını, hukukunu, vicdanını ve hürriyetini korumayı esas alan kerim devlet anlayışından nasibini bir türlü alamayan AK Parti iktidarının korkuyla, baskıyla, yasaklarla ve cezalarla hüküm kurmaya çalışarak artık son kalesine sığındığını, biz çok iyi biliyoruz.