"Önce çıkıp, bu başarısızlığın sorumluluğunu alacaksın. Önce çıkıp, milletimizden özür dileyeceksin. Çıkacaksın, ‘Kişisel kaprislerime kapıldım, hata yaptım, milletimden özür dilerim’ diyeceksin. Çıkacaksın, ‘İstanbul seçimlerinde Millet İttifakı’nı darbecilikle suçladım, özür dilerim’ diyeceksin. Çıkacaksın, ‘Ben bu hatayı yapmasaydım Doğu Akdeniz’de Mısır’la Yunanistan değil biz anlaşabilirdik, özür dilerim’ diyeceksin. Sen, önce çıkıp özrünü dileyeceksin, sonra da milletimizin sandıkta açacağı yepyeni sayfayı oturup izleyeceksin. Ama elini çabuk tut. Çünkü millete vereceğin hesaba çok az kaldı” dedi.

Meral Akşener, bugün TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Akşener, özetle şunları söyledi:

“TERÖRLE MÜCADELENİN SULANDIRILIP İÇ SİYASETİN MEZESİ YAPILMASI DA PKK/PYD/YPG TERÖRÜ KADAR TEHLİKELİDİR”

“Bizim için, terörle mücadelenin sulandırılıp iç siyasetin mezesi yapılması da PKK/PYD/YPG terörü kadar tehlikelidir. Çünkü terörle mücadele, bir devlet meselesidir ve günlük siyasi hesaplara araç edilemez. O yüzden, şayet bu konu üzerinden siyaset devşirmeye çalışanlar olursa onlara asla fırsat vermeyeceğiz. Ve her ne kadar iktidardan aynı duruşu göremesek de biz, memleketimiz için hayati olan bu meseleye de devlet ciddiyetiyle bakmaya devam edeceğiz.

Bildiğiniz gibi, 20 Kasım gecesi Irak ve Suriye’nin kuzeyine yönelik Pençe Kılıç Hava Harekâtı başlatıldı. Bu harekât kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’miz, her zaman olduğu gibi çok başarılı bir operasyon gerçekleştirdi. Ülkemizi, milletimizi ve hudut güvenliğimizi tehdit eden teröristlere ait barınak, sığınak, mağara, tünel, mühimmat depoları ile sözde karargâh ve eğitim kamplarından oluşan toplamda 89 hedef ve 184 terörist etkisiz hâle getirildi. Bu süreci büyük bir başarıyla yürüten şanlı Türk Ordusu’ndan Allah razı olsun. Vatanın güvenliği için çıktıkları bu kutlu yolda, Rabbim ayaklarını taşa değdirmesin. Şüphesiz ki bu başarı, tarihimizin her döneminde olduğu gibi muzaffer Türk ordusunun başarısıdır. Kahraman Mehmetçiğimiz, gereken her vakitte, değil üç beş teröriste, yedi düvele meydan okumayı her zaman bilmiştir. Yani silahlı kuvvetlerimiz, her zaman olduğu gibi bu defa da gücünü göstermiştir.

Ancak terörle mücadelede her şeyi ordumuzdan ve polisimizden bekleyemeyiz. Devleti yöneten iktidarın da güvenlik güçlerimize alan açması gerekir. Operasyonun hukuki, siyasi ve uluslararası zeminini hazırlaması gerekir. Terörle topyekûn mücadele için, bölgedeki hakim güçlerle oturup milli menfaatlerimiz doğrultusunda diplomasi kanallarını etkin şekilde kullanması gerekir. Ancak bunu yapamayan bir iktidar, Suriye’den ve Irak’tan ülkemize uzanan terör tehdidini ve sızmaları engelleyemez. Nitekim 2015’te, 2016’da, 2018‘de, 2019’da ve 2020’de, neredeyse her yıl silahlı kuvvetlerimiz, başarılı operasyonlara imza attı. Ama 2022’de ne oldu? Kobani’de eğitim almış bir terörist, Afrin’den çıkıp mülteci kılığında ülkemize girdi. 4 koca ay kaçak bir şekilde ülkemizde yaşadı. Ve İstanbul’un göbeğinde, İstiklal Caddesi’nde 6 canımızı şehit etti.

“DEVLET İNTİKAM ALMAZ”

Bunun üzerine iktidar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına şehitlerimizin intikamını almak için Pençe Kılıç Harekâtı’nın başlatıldığını duyurdu. Yalnız iktidarın, devlet yönetimiyle ilgili ciddi bir müktesebat ve liyakat sorunu olduğundan, atladığı bir şey var. Devlet intikam almaz. Çünkü, kadim devlet geleneklerimizden nasibini alanlar çok iyi bilir ki devletin intikam almasına gerek kalmaz. Çünkü devlet, şefkatiyle koruyup kolladığı milletine zarar vermeye niyetlenenler için, daha onlar harekete geçemeden gerekeni yapar. Ancak bunun için, devleti hakkıyla idare eden bir iktidarın olması gerekir.

‘Terörle mücadelede iktidarın görevi, teröristleri tek bir vatandaşımızın burnu dahi kanamadan etkisiz hâle getirmektir’ demiştim. ‘Aynı zamanda terörün beslendiği korku ve şüphe iklimini dağıtmaktır’ demiştim. ‘Eğer ki sokaklarda yürüme özgürlüğümüz elimizden alınırsa terör amacına ulaşır’ demiştim. İşte bu yüzden, eğer ki terör bugün 5 yaşındaki bir yavrumuzun hayatını karartıyorsa, 22 yaşındaki gencecik bir öğretmenimizi aramızdan alıyorsa, okullarımızın kapanmasına sebep oluyorsa iktidar, çıkıp da terörle mücadelede Türk Devleti’nin gücüne yakışır bir başarıdan söz edemez. Hele ki Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin gücünden kendine siyasi rant devşirmeye kalkamaz. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, iktidarın içindeki bir grup vasıfsız makam israfının beceriksizliklerini gizlemekle mükellef değildir. Bu yüzden, buradan iktidara bir çağrıda bulunuyorum. Eğer gerçekten terörle mücadele etmek istiyorsanız, bu meselenin sınırlarımızın güvenliğiyle, uygulanan açık kapı politikasıyla, insan kaçakçılarıyla ve ülkemize yönelen kontrolsüz göç dalgası ile doğrudan ilişkili olduğunu artık kabul edin.

“MİLLİ GÜVENLİĞİMİZİ TEHLİKEYE ATAN BU GÖÇ POLİTİKASI DEVAM ETTİKÇE, OLUŞACAK TEHDİTLERİ SADECE SINIR ÖTESİ OPERASYON YAPARAK ÖNLEYEMEYİZ”

Milli güvenliğimizi tehlikeye atan bu göç politikası devam ettikçe, oluşacak tehditleri sadece sınır ötesi operasyon yaparak önleyemeyiz. Egemenlik sahamızı etkin şekilde kontrol etmemiz ve iç güvenlik kurumlarımızın kapasitesini artırmamız gerekiyor. Bunun için de alameti farikası her fırsatta cıvık cıvık çıkışlar yapması olan değil, işini ciddiyetle, devlet aklıyla ve liyakatle yapması olan ve tercihen güvenlik konusunda en azından birkaç makale okumuş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışır gerçek bir İçişleri Bakanı gerekiyor. Tüm bunların yanında ise, güvenlik politikalarının iç siyaset şovlarından arındırılması ve konunun uzmanı yetkin kişiler tarafından ele alınması gerekiyor. Bu yüzden de iktidar mensuplarının, daha az ama daha net konuşmaları, popülist hareketlerden kaçınmaları ve mevzu bahis terörle mücadele olduğunda kendilerini iç siyaset hesaplarının dışında konumlandırmaları gerekiyor.

Şanlı Türk ordusu, her şart ve koşulda gücünü ortaya koymaya devam edecektir. Ancak eğer ki iktidar bu söylediklerimi uygulamazsa Mehmetçiğimizin sahada ortaya koyduğu başarıya, zayıf bir iktidarın iş bilmezliği yüzünden, iş masaya geldiğinde gölge düşer. Buradan açıkça ilan etmek istiyorum: Bizim, artık tek bir acıya bile tahammülümüz yok. Bizim, artık tek bir insanımızı kaybetmeye bile tahammülümüz yok. Bizim, artık sınırlarımıza değil bir roket, değil bir havan, bir merminin bile düşmesine tahammülümüz yok. Bu yüzden, terör yuvalarını temizlemek için öncelikle Mehmetçiğimize alan açın. Şanlı ordumuzun gücüne yaraşır ve Türk Devleti’nin geleneklerine yakışır diplomasi hamlelerini de bir an önce uygulamaya koyun. Bu güvenlik sorununu, başka hiçbir vatandaşımızın daha burnu kanamadan çözün.

“BİZ BUGÜN HÂLÂ SAYIN ERDOĞAN’IN MUAZZAM BECERİKSİZLİĞİNİN SONUÇLARINI YAŞIYORUZ”

Hiç kimsenin mutabık kalamadığı Soçi Mutabakatı gibi bir sözüm ona ‘diplomasi hamlesinden’ bahsetmiyorum. 37 evladımızı şehit düşürenlerin kapısında onurumuzu çiğnetmekten hiç mi hiç bahsetmiyorum. Biz, bugüne kadar kaybettiğimiz evlatlarımızı unutmadık. Biz, bugüne kadar evlere, ocaklara, gönüllere düşen ateşleri unutmadık. Biz, bunların hiçbirini unutmadık. Niye biliyor musunuz? Çünkü biz, bugün hâlâ Sayın Erdoğan’ın muazzam beceriksizliğinin sonuçlarını yaşıyoruz. Sınırlarımızı kevgire çeviren liyakatsizliğin faturasıyla yüzleşiyoruz. Dostluk ilişkileri ve kişisel kaprisleri üzerinden sözüm ona ‘yönettiği’ dış politikanın neticesinde yaşadığımız onca sıkıntıya, çektiğimiz nice acıya rağmen hâlâ ibretlik bir politikasızlığa şahit oluyoruz.

Sayın Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile Katar’da hasret giderdi. Sayın Erdoğan’ın gösterdiği derin muhabbetten anlıyoruz ki yeni bir dostluğun kıvılcımı çakıldı. Mavi Vatan’daki çıkarlarımızın bile yumuşatamadığı Sayın Erdoğan’ı, demek ki futbol aşkı pamuk gibi yapmış. Yakında Beşar Esad’la birlikte maça giderlerse şaşırmayın. Şimdi, bu duygu dolu kavuşmaya değinmeden önce, geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.

Sayın Erdoğan, seçimini Binali Bey’den yana değil Sisi’den yana kullanmaya karar vermiş. Sayın Erdoğan, kazananın yanında olmayı sever. Baktı ki İstanbul’da Ekrem Başkan kazandı, biraz vakit aldı ama kendisi de döndü dolaştı gitti Sisi’yi seçti. Bu seçimle birlikte, Rabia işareti yapa yapa gezdiği elini Sisi’ye kaptırmış, Esma’nın onurunu da Katar’da bırakıp gelmiş oldu. Seçimlere yaklaştığımız şu son düzlükte, bundan sonra yeni işaretiniz olarak Rabia Meydanı’yla Esma’yı değil artık Napolyon’u hatırlarsınız.

“SÖYLEDİĞİN YALANLAR YİNE AYAĞINA DOLANDI”

Görüyor musun Sayın Erdoğan? Söylediğin yalanlar yine ayağına dolandı. İş bilmezliğin yine eline yüzüne bulaştı. Arkasından ağıtlar yaktığın Mursi’yi mezarında ters döndürürken senin sözünün peşinden giden arkadaşlarının da başlarını yere düşürdün. Peki ya değdi mi? Büyükelçi çekecek kadar ileri gitmene gerçekten değdi mi? İş dünyamızın milyar dolarlık ticaretinin, yatırımlarının heba olmasına değdi mi? Doğu Akdeniz’de ülkemizin elini zayıflatmana, Mavi Vatan’ımızı tehlikeye atmana değdi mi? Böyle devlet yönetilmez.

Kişisel ilişkilerinin ve kaprislerinin bedelini bu millete ödetemezsin. Zikzaklarının bedelini Türkiye’ye ödetemezsin. Sana 10 Mart 2021’de bir çağrıda bulunmuştum. Bugün de bu çağrıyı yinelemek istiyorum. Madem bu noktaya gelecektiniz, Türkiye’ye bunca kaybı niye yaşattınız? Hem diplomatik alanda hem askeri alanda hem de ticari anlamda bunun hesabını kim verecek? Bu defa öyle ‘Kandırıldım’ diye, ‘Sisi kardeşimle aramıza girdiler’ diye, ‘Yeni sayfa açıyorum’ diye işin içinden sıyrılamazsın. Önce çıkıp, bu başarısızlığın sorumluluğunu alacaksın. Önce çıkıp, milletimizden özür dileyeceksin. Çıkacaksın, ‘Kişisel kaprislerime kapıldım, hata yaptım, milletimden özür dilerim’ diyeceksin. Çıkacaksın, ‘İstanbul seçimlerinde Millet İttifakı’nı darbecilikle suçladım, özür dilerim’ diyeceksin. Çıkacaksın, ‘Ben bu hatayı yapmasaydım Doğu Akdeniz’de Mısır’la Yunanistan değil biz anlaşabilirdik, özür dilerim’ diyeceksin. Sen, önce çıkıp özrünü dileyeceksin, sonra da milletimizin sandıkta açacağı yepyeni sayfayı oturup izleyeceksin. Ama elini çabuk tut. Çünkü millete vereceğin hesaba çok az kaldı.

“BİZİMKİSİ, 20 YILLIK YAĞMA, YALAN VE BASKI DÜZENİNE KARŞI ASİL Mİ ASİL, DİMDİK BİR DURUŞTUR”

Sayın Erdoğan, ne zaman Cumhur İttifakı’ndan bunalsa sağ olsun, dönüp bize selam çakar. Cevabını biliyor olsa da aynı soruları ısrarla sorar. Biz, geleceği elinden alınan çocuklarımızla ittifak kurarız. Biz, kayyum rektöre karşı duran hocalarımızla, Gezi Park’ında toplanan gençlerimizle, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen cefakâr insanımızla ittifak kurarız. Biz, baskıya boyun eğmeyen, şahsiyetini satmayan, zalimin eteğini öpmeyip yolsuzluk ağlarını deşifre etmekten geri durmayan özgür gazetecilerimizle ittifak kurarız. Biz, kirli çıkar şebekelerine girmektense daha az, ama helal kazanmaya razı olan esnafımızla, alın terine haram karıştırmamış işçilerimizle ittifak kurarız. Belli ki Sayın Erdoğan, muhalefet kavramını da yanlış anlamış. Buradan kendisini aydınlatmak istiyorum: Bizimkisini, koltukların bekası uğruna her şeyin mübah, herkesin de satılık olduğu yazıhane siyasetiyle karıştırma Sayın Erdoğan. Bizimkisi, 20 yıllık yağma, yalan ve baskı düzenine karşı asil mi asil, dimdik bir duruştur.

FETÖ ile kurulan ittifaka, PKK ile kurulan masaya, mafya ve çetelerle yapılan iş birliğine karşı tavizsiz bir itirazdır. Bizim tabanımız da tavanımız da bu büyük milletin kutlu iradesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ve o boyun eğmez irade, ilk günden beri hiç pes etmemiş, hiç zayıflamamış ve seni bu milletin sırtından sandıkla söküp atma hevesi hiç azalmamıştır.

Sayın Erdoğan ve küçük ortağının oturduğu masa öyle bir kumar masasıdır ki Saray her zaman kazanır. Ortaya sürülen kimi zaman Türk ordusu olmuştur, kimi zaman sınırlarımız. Kimi zaman Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz masadadır, kimi zaman da İhvan-ı Müslimin. Kimi zaman Filistinliler masaya sürülür, kimi zaman da Ukraynalılar. Bu masada bazen Kürtler üzerine kumar oynanır, bazen de Türkler. Yani bu hileli oyun, her daim kasanın kazandığı, kazanamadığı yerde ise oyunun bozulduğu ve şartlar ne olursa olsun sürekli milletimizin ütüldüğü kirli bir oyundur. Onların kumar masası işte budur. Bizden dahil olmamızı istedikleri masa işte budur. Bu masa, bizim gözümüzde, 20 yıldır aynı masadır. Bu masa, dün de bir kumar masasıydı, bugün de bir kumar masasıdır. Heveslenenler için üzgünüm ama bizim, o masaya oturmaya hiç niyetimiz yok. Çünkü biz, o kumar masasını dağıtmaya, Saray görünümlü kumarhanenizi de başınıza yıkmaya geliyoruz. Bu da böyle biline.

“FAİZE KARŞI OLDUĞUNU İDDİA EDEN SAYIN ERDOĞAN, EN YÜKSEK FAİZ HARCAMASINI YAPARAK TARİHE GEÇTİ”

Bugün, Bay Kriz’in yıllardır saçmalamakta inat ettiği ‘Faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ teorisini ‘Ya tutarsa’ anlayışıyla kanıtlamaya çalışan bu sözde yeni ekonomi modeline geçişimizin üzerinden tam bir yıl geçti. Bay Kriz, politika faizini talimatla indirdiğinde diğer faizlerin de sihirli bir şekilde düşeceğine inanıyordu. Ama sonuç ne oldu? Eurobond faizi, tarihi rekor kırarak yüzde 10’a çıktı. Merkez Bankası faiziyle Eurobond faizi eşitlendi. Faizle mücadelede tarih yazdığını iddia eden Sayın Erdoğan, en yüksek faiz oranını vererek tarihe geçti. Yani faize karşı olduğunu iddia eden Sayın Erdoğan, en yüksek faiz harcamasını yaparak tarihe geçti.

Bakın, sadece ekim ayında faize ödenen para, 2017 yılının tamamında ödenen faizden bile yüksek. 2017 yılında faiz için 57 milyar lira ödenmişti. 2022 yılında ise bu rakamın 330 milyar lira olması tahmin ediliyor. Üstelik 2023 yılında da faize 566 milyar lira ödenmesi öngörülüyor. Üstelik daha bu rakamın içinde Kur Korumalı Mevduat için ödenecek faizler yok. Yani şimdiden, 2017 yılının yaklaşık 10 katı kadar faiz ödeyeceğiz. Faizle edilen şu şanlı mücadeleyi görüyor musunuz?

Bay Kriz’in bir de enflasyonla olan mücadelesi var. Maalesef orada da durum aynı. TÜİK’in rakamlarına göre bile enflasyon yüzde 85 buçuğa dayandı. Yıllık gıda enflasyonu yüzde 99’a yükseldi. Et, süt, yumurta, sebze, meyve fiyatlarının hepsi aldı başını gitti. Ekmeğin fiyatının bile 7 lirayı aştığı hesaplanıyor. Evet, yanlış duymadınız. Sadece bir ekmeğin fiyatı 7 liranın üzerinde. Çünkü esnafımız, geçen yıl 240 liraya aldığı yaş mayaya bu yıl 350 lira ödüyor. Geçen yıl 10 bin lira kira verdiği iş yerine bu yıl 40-50 bin lira arası kira veriyor. Bir de bütün bunların üzerine elektrik ve doğal gaz fiyatlarındaki artışı da ekleyince yüksek maliyetlerin altında kalan esnafımız, artık düpedüz can çekişiyor. Sadece son bir yılda, sanayide kullanılan elektik fiyatları 5 kat arttı. Bu artış, ticarethanelerde 3,7 kat, meskenlerde ise 2,1 kata ulaştı. Doğal gaz fiyatları da farklı değil. Sadece son bir yılda, sanayide kullanılan doğal gazda fiyatlar 3,8 kat, meskenlerde 2,8 kat, elektrik üreticilerindeyse 4,3 kat arttı.

“KRİZLER SARMALINA MAALESEF BİR DE ‘SÜT KRİZİ’ EKLENDİ”

Tüm bunlar olurken Bay Kriz ve ekibinin ülkemizi içine ittiği krizler sarmalına, maalesef bir de ‘süt krizi’ eklendi. Süt üreticilerini talimatla baskı altına almaya çalışan iktidar, milyonlarca insanımızı sütsüz, aşsız bıraktı. Et üretimimiz düştü, süt üretimimiz düştü. Her gün üreticilerimiz, maliyetleri karşılayamadıkları için en verimli ineklerimizi, besi hayvanlarımızı kesimhaneye göndermek zorunda kalıyor. Bugün kesilen her bir hayvanın telafisi için en az üç yıl gerekli. Hayvanlarımız kesime gidince, süt bulunamadığı için sütlü mamullerin fiyatları da arttı. Sütte üreticiye düşük fiyat verilmesi hayvanları kesime zorlarken süt üretimi, TÜİK’e göre yüzde 4,4, sektör temsilcilerine göre yüzde 15 düştü. Raflardaki fiyat artışı yüzde 175’i buldu. Bugün, kaşar peynirin fiyatı kırmızı et fiyatını geçti. Bir sanal alışveriş sitesindeki fiyatlara göre, bugün itibariyle 700 gram kaşar peynirin ortalama fiyatı 115 ile 165 lira arasındayken dana kıyma ve dana kuşbaşı 110 ila 150 liradan satılıyor.

Marketlerde her gün fiyat etiketleri değişiyor. Vatandaşımız, bir gün önce aldığı süt ürününü ertesi gün aynı fiyattan tekrar alamıyor. Yakında üç beş AK Partilinin Türkiye’nin beşte biri bile etmeyen ülkelerden süt tozu ithal etmeye başladığını duyarsanız şaşırmayın. Çünkü AK Parti iktidarı için ülkemizde yaşanan her kriz, ranta açılan yeni bir kapıdır. AK Parti iktidarı için, milletimizin yaşadığı her kayıp, yandaşlar için yeni bir avanta fırsatıdır. AK Parti iktidarı için, aklı ve bilimi reddeden her başarısızlık, vatandaşı suçlamak için yeni bir mazeret kaynağıdır.

“ENFLASYONUN SEBEBİNİ ÜRETİCİDE ARIYOR. PAHALILIĞIN SEBEBİNİ ÇİFTÇİDE ARIYOR”

Enflasyonun sebebini üreticide arıyor. Pahalılığın sebebini çiftçide arıyor. Marketteki, pazardaki yangının sebebini esnafta arıyor. Gerçekler gün gibi ortada Sayın Erdoğan. Sen ne kadar kendini kandırsan da Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı üreticilerimiz yönetmiyor. Merkez Bankası’nı çiftçilerimiz yönetmiyor. Devletin hazinesini esnafımız yönetmiyor. Bunların hepsini sen yönetiyorsun, sen. Başımıza bela ettiğin Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin çalışmadığını artık sen de biliyorsun. Memlekette hiçbir şeyin istediğin gibi gitmediğini artık sen de görüyorsun. Bu devleti yönetemediğini artık sen de yavaş yavaş anlıyorsun. Onun için de bu devasa başarısızlığın sorumluluğundan kaçmak için kendini parçalıyorsun. Ama sen hiç merak etme, önümüzdeki ilk seçimde milletimizle el ele, kola kola verecek, seni bu yükten hep birlikte kurtaracağız.

“YARIN, BİR GÜNLÜĞÜNE ÖĞRETMENLİĞİN KIYMETİ HATIRLANACAK”

Yarın, 24 Kasım Öğretmenler Günü. Yarın, bir günlüğüne öğretmenliğin kıymeti hatırlanacak. Öğretmenlik mesleğinin onuru hatırlanacak. Öğretmenlerimizin kalbimizdeki yeri hatırlanacak. Ama ertesi gün, bu aziz mesleğin kıymetini umursamayanlar, onurunu ayaklar altına alanlar ve kalbimizdeki yerini unutturmaya çalışanlar, ucube yönetim anlayışlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Öğretmenlerimizin özlük haklarını çiğnemeye devam edecekler. Onları ‘sözleşmeli, geçici, kadrolu’ gibi sınıflara bölmeye devam edecekler. Atanamayan öğretmenlerimizi öğrencilerine hasret bırakmaya devam edecekler. Çünkü Cumhuriyet’imize düşman olanlar, öğretmenlerimize de düşmanlık ediyorlar. Cumhuriyet’imizin başarısız olmasını isteyenler, öğretmenlerimizin de başarısız olmasını istiyorlar. Cumhuriyet’imizin sunduğu imkânları görmezden gelenler, öğretmenlerimizin yaşadıkları acıları da görmezden geliyorlar. Çünkü biliyorlar ki bir öğretmen başarılı olursa başarılı nesiller yetiştirir. Bir öğretmen huzurla çalışırsa fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirir. Bir öğretmen itibar görürse kendine güvenen Cumhuriyet nesillerini yetiştirir. İşte bugün öğretmenlerimize yaşatılan birçok acının altında ne yazık ki bu gerçek yatıyor. Bu yüzden öğretmenlerimizin itibarını zedelemeyi, hayat koşullarını zorlaştırmayı ve umutlarını çalmayı kendilerine hak görüyorlar.”

“CUMHURİYET’İMİZİN YÜZÜNCÜ YILINDA YÜZ BİN ATAMA TALEP EDİYORUZ”

Akşener, toplantı sırasında kürsüyü bir süreliğine atamayan öğretmen Canan Yılmaz’a bıraktı. Yılmaz, şunları söyledi:

“Türkiye’nin 81 ilinde 100 bin atama bekleyen öğretmen arkadaşlarımın sesi olmaya geldim. Öğretmenlik, öğrenmeyi arzulayan, merak eden, sorgulayan ve iyi insan olmayı amaç edinen insanlar ve liderler yetiştirmektir. Çocukluğumuzdan itibaren bizleri yetiştiren, bize bilgi veren, bizi birey yapan, bizi topluma kazandıran, ailemizden sonra öğretmenlerdir.  İnsan yetiştirmek, toplumun en zor işidir. Bu, yüksek düzeyde bilgi, beceri ve fedakarlık ister. O yüzdendir ki öğretmenlik kutsaldır.

Bizler, bugün kutsal olan mesleğimize sahip çıkmak için buradayız. Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında yüz bin atama talep ediyoruz. Atanmayı bekleyen yaklaşık 500 bin öğretmen var. Ücretli öğretmenlik yerine KPSS ile atama yapılmasını istiyoruz. Branşlara açığı doğrultusunda adil sayıların verilmesini, hiçbir branş öğretmeninin mağdur bırakılmamasını, 2022 KPSS puanlarıyla adaletli branş dağılımları nezdinde Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında 100 bin öğretmen ataması yapılmasını devlet büyüklerimizden talep ediyoruz. 250 bin öğretmen açığı, 100 bin ücretli öğretmen, 3600 ek gösterge sonrası emekli olacak öğretmenleri de düşündüğümüzde 100 bin öğretmen ataması talep değil, ihtiyaçtır.

Bizler, artık işsiz öğretmenler olarak anılmak, mesleğimiz dışındaki işlerde çalışmak istemiyoruz. Masa başında ders çalışmak yerine ülkemizin her bir kilometresinde görev alıp çocuklarımızın karşısında olmak istiyoruz. KPSS kitaplarına değil, bir çocuğun kalbine dokunmak istiyoruz. Bizler, ülkemizin her karış köşesinde görev yapmaya hazırız. Bizler, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılına girerken 100 bin atamayla ülkemizin eğitim sistemine can suyu olmak istiyoruz.”

Akşener, Yılmaz’ın ardından konuşmasına şöyle devam etti:

“ÖĞRETMENLERİMİZE İADE-İ İTİBAR YAPMAK ZORUNDAYIZ”

“Eğer çocuklarımızın, gençlerimizin nitelikli bir eğitim almasını istiyorsak, eğer ülkemizin kalkınmasını ve dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri olmasını istiyorsak, eğer gençlerimiz dünya gençleriyle rekabet edebilsin istiyorsak, eğer ülkemizden başka ülkelere beyin göçü olmasını istemiyorsak öğretmenlerimize iade-i itibar yapmak zorundayız. Atatürk’ümüzün de söylediği gibi, geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır. Ne yazık ki bugün, bu hikmet dolu sözlerden çok uzaktayız. Ülkemizde ne sağlam temellere dayalı, nitelikli bir eğitim politikamız var ne de öğretmenlerimize dayalı bir sistemimiz var.

Çünkü AK Parti iktidarı, 20 yılda 8 bakan ve her bakanla birlikte de eğitim politikamızı değiştirmeyi seçti. Eğitim niteliğini artıracağına, sınavların adını değiştirerek sınav temelli bir eğitim politikasını tercih etti. Nitelikli eğitim için olmazsa olmaz olan öğretmenlerimizi maddi kaygılarla yaşamaya, neredeyse yoksulluk sınırındaki maaşlarla geçinmeye mahkûm etti. Daha aldığı ücretle kendisinin ve ailesinin temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan öğretmenlerimizi, ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’ gibi bir ucubenin içine attı. Çıkarttıkları bu ucube kanunla unvan uygulaması adı altında öğretmenler odasındaki iş barışını bile bozdular. Öğretmenlerimizi ‘başöğretmen, uzman, sözleşmeli, ücretli öğretmen’ diye ayrıştırdılar. Bir kez daha üstüne basa basa söylüyorum ki öğretmenlik, kanunla tanımlanmış bir ihtisas mesleğidir. Bu ülkenin tek bir başöğretmeni vardır, o da tüm Cumhuriyet öğretmenlerinin izinde olduğu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bunu kaldıramayanlar olabilir. Bunu hazmedemeyenler olabilir. Bunu kıskananlar olabilir. Ama hiç kusura bakmasınlar, bu gerçeği değiştiremeyecekler. Suya yazı yazamayacaklar.

“CUMHURİYET’İMİZİN 100’ÜNCÜ YILININ ŞEREFİNE 100 BİN ÖĞRETMENİMİZİ ATAYACAĞIZ”

Sizlere söz veriyorum; önümüzdeki sene Öğretmenler Günü’nde sorunları değil, umutları konuşacağız. Dertleri değil, mutluluğu paylaşacağız. Saygınlığını ve itibarını yeniden kazanan mesleğimizin büyük kutlamasını yapacağız. İYİ Parti iktidarında, ilk iş olarak, Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılının şerefine 100 bin öğretmenimizi atayacağız. Ancak işimiz burada bitmeyecek. Eğitim fakültesinden mezun ve elinde öğretmenlik diploması olan 600 bin öğretmenimizin atama sorununu da kademeli olarak çözeceğiz. Bu doğrultuda, ilk etapta 250 bin öğretmenimizin atamasını yapacağız.

“KÖY OKULLARINI YENİDEN AÇACAĞIZ”

Neden 250 bin, biliyor musunuz? Çünkü köy okullarını yeniden açacağız. Sayıştay raporunda belirtilen 128 bin norm kadro açığını tamamen kapatacağız. Emekliye ayrılacak öğretmenlerimizin yerine yeni mezun öğretmenlerimizin atanmasını sağlayacağız. 4 artı 4 artı 4 sistemine son verip ilkokulu yeniden 5 yıl yapacağız ve yeni sınıf öğretmenlerine ihtiyacımız olacak. Böylece iktidarımızın ilk yılında, toplamda 250 bin öğretmenimizin atamasını gerçekleştireceğiz. Ayrıca Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu yeniden ele alarak unvan uygulamasına bir an önce son vereceğiz. Meslekte 5 yılını doldurmuş öğretmenlerimiz 1 derece kazanacak. Ve bu öğretmenlerimize en yüksek brüt devlet memuru maaşının yüzde 60’ı kadar eğitim-öğretim tazminatı ödeyeceğiz. Meslekte 15 yılını doldurmuş öğretmenlerimiz 1 derece kazanacak ve bu öğretmenlerimize de en yüksek brüt devlet memuru maaşının yüzde 120’si kadar eğitim-öğretim tazminatı ödeyeceğiz. Ayrıca öğretmenlerimizin emeklilik dönemlerinde de hak ettikleri gibi yaşamaları için emekli maaşlarını yeniden düzenleyeceğiz. Elbette özel okullardaki öğretmenlerimizi de unutmayacağız. Onların da özlük haklarını ve çalışma koşullarını hak ettikleri seviyelere çıkartacağız.”