Raporda, “Kanun, bağımsız bir yargı öngörmektedir. Ancak yargı, özellikle yürütme organının etkisine maruz kalmaya devam etmiştir. Hükümet, yüzlerce kişiyi, ifade özgürlüklerini kullandıkları için mahkum etmiş ve cezalandırmıştır. Hükümet, kendisini eleştiren ifadelere, sıklıkla terörist gruplarla ilintili olma, terörizm veya devleti tehlikeye atma iddiasıyla suç duyurusunda bulunarak karşılık verdi. Hakaret yasalarının artan uygulaması ifade özgürlüğünü sınırlamak için kullanıldı” denildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı, dünyadaki insan hakları uygulamalarını değerlendirdiği yıllık raporunu yayınlandı. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın dün bir basın toplantısıyla açıkladığı raporun Türkiye bölümü 102 sayfadan oluşuyor. Rapor, kişisel bütünlüğe saygı, insan haklarına saygı, siyasi süreçlere katılım özgürlüğü, devlette yolsuzluk ve şeffaflık konusundaki eksiklik, iddia edilen hak ihlallerinin sivil toplum kuruluşları tarafından soruşturulmasına yönelik hükümetin tutumu, ayrımcılık ve toplumsal suistimaller ve işçi hakları ana başlıklarını içeriyor. Rapordan öne çıkanlar ise şöyle:

“YARGI, ÖZELLİKLE YÜRÜTME ORGANININ ETKİSİNE MARUZ KALMAYA DEVAM ETMİŞTİR”

“İşkence ve diğer acımasız, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleler Anayasa ve yasalarda yasak olmasına rağmen ulusal ve uluslararası hak grupları, bazı polis memurlarının, cezaevi yetkililerinin ve askeri ve istihbarat birimlerinin bu uygulamalara başvurduğunu bildirmiştir. Yerel insan hakları örgütleri, barolar, siyasi muhalif isimler, uluslararası insan hakları grupları ve diğerleri, hükümet yetkililerinin bazı kişilere gözaltı esnasında tehdit, kötü muamele ve olası işkence gibi uygulamalara başvurduğunu belirtti.

İnsan hakları grupları, polisin gözaltılar sırasında genellikle aşırı güç kullandığını ve protestocuları yaraladığını bildirmiştir.

Bazı askerlerin, bazen ölüm veya intiharla sonuçlanan ağır taciz, fiziksel istismar ve işkenceye maruz kaldıkları bildirilmiştir. İnsan hakları grupları, orduda, özellikle azınlık Alevi ve Kürt kökenli askerler arasında şüpheli ölümler olduğunu bildirmiştir. Hükümet, bu tür olayları sistematik olarak soruşturmamış veya bu olaylara ilişkin verileri açıklamamıştır.

Cezaevlerindeki nüfusun fazlalığı önemli bir sorun olmaya devam etmiştir.

Yasa, keyfi tutuklama ve gözaltını yasaklamakta ve herhangi bir kişinin, tutuklama veya gözaltının yasaya uygunluğuna ilişkin mahkemede itiraz etme hakkını öngörmektedir. Ancak çok sayıda güvenilir rapor, hükümetin bu gerekliliklere her zaman uymadığını göstermektedir.

Kanun, bağımsız bir yargı öngörmektedir. Ancak yargı, özellikle yürütme organının etkisine maruz kalmaya devam etmiştir.

25 Nisan’da iş insanı Osman Kavala, 2016 darbe girişimi ve 2013 Gezi Parkı protestosuna karıştığı iddiasıyla ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme’ suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Aralarında 71 yaşındaki mimar Mücella Yapıcı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehir plancısı Tayfun Kahraman, belgesel yapımcısı Çiğdem Mater’in de olduğu davanın diğer yedi sanığı ise 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı ve hemen gözaltına alındı… 2020 yılında Gezi Parkı protestolarına karışmaktan beraat eden Kavala, 2016’daki darbe girişimiyle ilişkili suçlamalarla ilgili olarak cezaevinden çıkmadan hemen önce yeniden tutuklandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kavala’ya yönelik suçlamaların siyasi amaçlı olduğuna hükmetti ve serbest bırakılmasına karar verdi. AİHM, ayrıca 2020 yılındaki suçlamalarda yeni bir iddianameyi haklı çıkaracak yeterli bilgi bulunmadığına hükmetmişti.

Anayasa’da adil yargılanma hakkı öngörülmekle birlikte, barolar ve hak örgütleri, yürütmenin yargıya müdahalesinin ve hükümetin attığı adımların bu hakkı tehlikeye attığını ileri sürmüşlerdir.

“HÜKÜMET, YIL BOYUNCA BASIN VE DİĞER MEDYA MENSUPLARI DA DAHİL OLMAK ÜZERE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLAMIŞTIR”

Anayasa ve kanunlar, belirli sınırlar dâhilinde ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü sağlamaktadır. Hükümet, yıl boyunca basın ve diğer medya mensupları da dahil olmak üzere ifade özgürlüğünü kısıtlamıştır. Ceza Kanunu’ndaki birçok madde, bir suçu veya suçluları övmeyi ya da halkı düşmanlığa, kine veya aşağılamaya teşvik etmeyi yasaklayan geniş hükümlerin yanı sıra, kamu düzenini korumayı amaçlayan ve devlete, cumhurbaşkanına veya hükümet yetkililerine hakareti suç sayan hükümler aracılığıyla basın ve diğer medya platformlarının özgürlüğünü ve ifade özgürlüğünü doğrudan kısıtlamaktadır. Yasa ayrıca, net esaslar belirlemeksizin ‘yanlış bilgi yaymayı’ suç sayan bir madde ile internette ifade özgürlüğünü de kısıtlıyor.

Hükümetin başlıca muhalif ve bağımsız gazeteleri temsil eden gazetecileri kovuşturmaya tabi tutması ve gazetecileri hapse atması, ifade özgürlüğünü engellemiştir. Medya çalışanları, hükümeti eleştirmenin hem ekonomik hem de yasal işlem yoluyla misillemeye yol açabileceği korkusuyla otosansürün yaygın olduğunu ifade etmiştir.

“RAPORLAR, 160 BİNDEN FAZLA KİŞİ HAKKINDA ‘CUMHURBAŞKANINA HAKARET’TEN SORUŞTURMA AÇILDIĞINI GÖSTERMEKTEDİR”

Hükümet, yüzlerce kişiyi ifade özgürlüklerini kullandıkları için mahkum etmiş ve cezalandırmıştır. Hükümet, kendisini eleştiren ifadelere, sıklıkla terörist gruplarla ilintili olma, terörizm veya devleti tehlikeye atma iddiasıyla suç duyurusunda bulunarak karşılık verdi. Hakaret yasalarının artan uygulaması ifade özgürlüğünü sınırlamak için kullanıldı. Raporlar, 2014 yılından bu yana 160 binden fazla kişi hakkında ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan dolayı soruşturma açıldığını ve 35 binden fazlasının yargılandığını göstermektedir. Aralarında binden fazla çocuğun da bulunduğu 38 binden fazla kişi hakim karşısına çıkmıştır. Bu davalardan 12 bin 881’i mahkumiyetle sonuçlanırken 10’u çocuk olmak üzere 3 bin 625 kişi hapis cezasına çarptırıldı.

14 Aralık’ta İstanbul'da bir mahkeme, CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu, hükümet yetkilileri hakkındaki yorumlarından dolayı hakaret suçu kapsamında suçlu bularak 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırdı ve İmamoğlu’na siyasi yasak getirdi. Bu karar, sivil toplum ve siyasi muhalefet tarafından, siyasi amaçlı olduğu gerekçesiyle geniş çapta eleştirildi.

“HÜKÜMET, GAZETECİLERİ YILDIRMAK İÇİN DAVALAR, TEHDİTLER VE FİZİKSEL SALDIRILAR GİBİ YOLLARA BAŞVURMUŞTUR”

Hükümet ve siyasi liderler ile destekçileri, gazetecileri yıldırmak ve baskı altına almak için davalar, tehditler ve kimi zaman fiziksel saldırılar da dâhil olmak üzere çeşitli yollara başvurmuştur. Siyasi partilerle ilintili aşırı sağcı gruplar ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişiler tarafından gazetecilere karşı uygulanan şiddet olaylarında artış olmuştur.

Hükümet ve siyasi liderler, medya ve yayınlar üzerinde doğrudan ve dolaylı sansür uygulamıştır. Ana akım yazılı basın ve televizyon kanalları büyük ölçüde hükümet yanlısı holding şirketleri tarafından kontrol ediliyor.

“RTÜK, TOPLUMUN MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİNE AYKIRI BULDUĞU İÇERİKLERİN YAYINCILARINA PARA CEZASI VERME UYGULAMASINI SÜRDÜRDÜ”

RTÜK, toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı bulduğu içeriklerin yayıncılarına para cezası verme uygulamasını sürdürdü. Radyo, televizyon yayıncılığı ve isteğe bağlı görsel-işitsel medya hizmetleri için yayın lisanslarını zorunlu kılan 2019 tarihli bir yönetmeliğe dayanarak, çevrimiçi yayın yapan hizmet sağlayıcıların da lisans almaları gerekmektedir, aksi takdirde içerikleri kaldırılabilir. Haziran ayında Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, RTÜK’ün talebi üzerine, lisans başvurusunda bulunmadıkları gerekçesiyle Voice of America ve Deutsche Welle'nin Türkçe internet sitelerine erişimi engelledi.

RTÜK, nisan ayında, Erzurum’da Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı bir kursta yedi çocuğa yönelik cinsel istismar vakasını haberleştirme biçimlerinden dolayı üç televizyon kanalına (hepsi de muhalefet yanlısı olarak kabul edilen Halk TV, KRT ve Tele 1) para cezası vermiştir.

Hükümet, internete erişimi kısıtlamayı sürdürmüş ve bazı çevrimiçi içeriklere yönelik engellemelerini genişletmiştir.

“HÜKÜMETİN KISITLAYICI DÜZENLEMELERİ, MUHALEFETTEN BİRÇOK KİŞİNİN ÇEŞİTLİ SİYASİ FAALİYETLERİNİ YÜRÜTME GÜCÜNÜ KISITLAMIŞTIR”

2018 milletvekili ve cumhurbaşkanı adaylarına ilişkin medyadaki yayınlar da ezici bir çoğunlukla cumhurbaşkanı ve iktidar partisi lehine olmuştur.

Nisan 2018’de, erken seçimlerin ilan edilmesi ile oy kullanma dönemi arasındaki süreçte, siyasi parti ofislerine, mitinglerine ve üyelerine yönelik, ölüm ve ciddi yaralanmalarla sonuçlanan bazı olaylar da dâhil, çok sayıda saldırı yapılmıştır. Şiddet, çoğunlukla HDP'yi hedef almıştır.

Yıl boyunca, hükümetin kısıtlayıcı düzenlemeleri, muhalefetten birçok kişinin protesto veya siyasi kampanya etkinlikleri düzenlemek ve sosyal medyada eleştirel mesajlar paylaşmak gibi siyasi faaliyetler yürütme gücünü kısıtlamıştır. Nisan ayında seçim kanununda yapılan değişikliklerin Nisan 2023'ten itibaren yürürlüğe girmesi planlanmıştır. Değiştirilen kanuna göre, partilerin en az 41 ilde ilçe, il ve şehir düzeyinde teşkilatlanmış olması ve seçimlerden altı ay önce resmi parti kongresini toplamış olması gerekiyor. Yasa, geçmişte yeni kurulan muhalefet partilerinin 20 milletvekilinin parlamentoda grup kurması yoluyla örgütlenme gerekliliklerini yerine getirmeden kurulabilmeleri seçeneğini ortadan kaldırdı. Seçim Yasası ayrıca, partilerin illerin en az yarısında tam aday listeleri sunmalarını gerektiriyor.

“BAZI YETKİLİLERİN YOLSUZLUK UYGULAMALARI CEZASIZ KALMIŞTIR”

Yasa resmi yolsuzluk suçu için cezai yaptırımlar öngörmekle birlikte, hükümet yasayı etkin bir şekilde uygulamamış ve bazı yetkililerin yolsuzluk uygulamaları cezasız kalmıştır.

“LGBTİ ARTI BİREYLER YIL BOYUNCA AYRIMCILIK VE ŞİDDETE MARUZ KALDI”

Kadın grupları, hükümetin toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve cinsel saldırıyı düzenleyen yasaları etkili veya tam olarak uygulamadığını ya da hayatta kalanları korumadığını bildirmiştir.

Anayasa; dil, ırk veya ten rengine dayalı ayrımcılığı yasaklamakta ve kanun önünde eşitliği öngörmektedir. Ancak yetkililer, bu hükümleri tutarlı bir şekilde uygulamamıştır.

LGBTİ artı bireyler, yıl boyunca ayrımcılık ve şiddete maruz kaldı. İnsan hakları grupları, polis ve savcıların LGBTİ artı bireylere yönelik şiddet vakalarını sıklıkla takip etmediğini ya da faillerin eylemlerini haklı bulduğunu bildirdi.

Hükümet ve işverenler, işçilerin örgütlenme özgürlüğüne ve toplu pazarlık hakkına müdahale etmiştir. Hükümet tarafından getirilen kısıtlamalar ve müdahaleler, bazı sendikaların kamusal ve diğer faaliyetlerini yürütme kabiliyetini sınırlandırdı. Polis, çoğunlukla sendika toplantılarına ve kongrelerine katıldı.

Asgari ücret, tahmini yoksulluk seviyesinden daha yüksekti.

Yasa, haftalık dinlenme günü ile 45 saatlik bir çalışma haftası öngörmektedir. Fazla mesai günde 3 saat ve yılda 270 saat ile sınırlıdır. Yasa, ücretli tatil ve izin ile fazla mesai için prim ödenmesini zorunlu kılmakta, fakat işveren ve çalışanların esnek bir zaman çizelgesi üzerinde anlaşma yapmalarına müsaade etmektedir.”