OHAL’in “toplumsal maliyetleri” mağdurbilim (viktimoloji) inceleme ilkeleri ile ele alındı. Yapılan araştırma ile OHAL mağdurlarının tanıklıkları, yüzlerce mağdurun cümleleri ile ortaya konuldu. Katılımcılar, “OHAL/KHK Mağdurları”, “OHAL/KHK Mağduru Yakınları” ve “Doğrudan mağduriyeti olmayan bireyler” kategorilerine ayrılarak birlikte incelendi. Katılımcılara, OHAL’de yaşanan olaylar, durumlar ve hak ihlalleriyle ilgili mağduriyetleri, problemleri, deneyimleri, algıları ve yargıları arasında anlamlı sayılabilecek ilişki veya farklılıkların olup olmadığının da istatistiksel olarak ölçümlenmesi için sorular yöneltildi. #dokuz8Veri Haber Merkezi sonuçları görselleştirdi. İşte araştırmadan çıkan bazı sonuçlar:

"2. Yılında OHAL'in Toplumsal Maliyetleri" başlıklı araştırma raporu, Mağdurlar İçin Adalet Topluluğu tarafından bu yıl Ocak ayında yayınlandı. 2 Ağustos-23 Eylül 2018 tarihleri arasında yapılan araştırma sonuçlarına göre hazırlanan detaylı raporda, Türkiye'nin 81 ilinden 3589 kişi ve dünyanın 39 ülkesinden 187 kişi olmak üzere 3776 kişilik örneklem kullanıldı. Yüzde 95 güvenilirlik derecesinde analiz edilen araştırma, Cronbach Alpha'da yüzde 98.1'i (mükemmel araştırma oranı) gördü. "15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişimi sonrasında, hükümet tarafından, muhtemelen, 3 ay bile sürmesine gerek duyulmadan kaldırılacağı beyanları ile ilan edilen, ancak ilk 3 ayı dolduktan sonra, 7 sefer daha uzatılarak toplamda iki yıl süren OHAL’in ortaya çıkardığı bireysel ve toplumsal mağduriyetler kapsamında, ülkede yaşanan, sosyal, siyasal, ekonomik baskı ve hak ihlallerinin boyutlarını araştırmak üzere 'Mağdurlar için Adalet' topluluğu tarafından tasarlanmış ve yürütülmüş sosyal bir araştırma" olarak tanıtılan çalışmanın;  Mağdurbilim (Viktimoloji) inceleme ilkeleri çerçevesinde tasarlanarak yürütüldüğü ve toplumdaki tüm kesimlerin OHAL’le ilgili mağduriyet, deneyim ve algılarını ölçebilecek bir çerçevede gerçekleştirildiği açıklandı. OHAL ve/veya KHK mağdurları, OHAL ve/veya KHK mağduru yakınları, doğrudan mağduriyeti olmayan bireyler olmak üzere OHAL uygulamalarına muhattap olmuş tüm kesimler araştırmaya dahil edildi. Araştırmaya 1051 kadın ve 2725 erkek katıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 36 oldu.

Katılımcıların yüzde 94,6’sı, mağdurların ise yüzde 98,7’si yüksekokul /fakülte /yüksek lisans veya /doktora mezunu.

Katılımcıların yüzde 84,5’i evli veya bir evlilik yaşamış.

KHK/OHAL Mağduru katılımcılar OHAL mağduriyetleri öncesine göre ortalama aylık (3500 TL) gelirlerinin yüzde 77’sini kaybetmişler (800 TL).

Mağdur yakınları da çeşitli sebeplerle yüzde 50 gelir kaybına uğramışlar. Ayrıca hem mağdurların hem de mağdur yakınlarının hane halkı gelirlerinde ortalama yüzde 60’lık gelir kayıpları oluşmuş. Ancak OHAL, doğrudan mağduriyeti olmayanları da ortalama yüzde 25 oranında fakirleştirerek, onları da OHAL’in “üçüncül mağdurları” kategorisine yerleştirmiş.

15 Temmuz 2016 sonrası, işsiz bırakılan KHK/OHAL mağdurları arasında, şimdiki işsizlik oranı yüzde 50. Bir işte çalışanların çoğunluğu sigortasız ve/veya düşük kazançlı işlerde çalışmakta. KHK/OHAL mağdurları, inançsal olarak, yüzde 93,4’ü Müslüman ve yüzde 88,4 Sünni. KHK/OHAL mağdurları, kendilerini etnik olarak, yüzde 58,3 oranında Türk, yüzde 13,7 oranında Kürt ve Zaza olarak tanımlamış. Mağdurların yüzde 25,4’ü ise kendilerini “Herhangi bir etnik aidiyet hissetmeyen” olarak tanımlamış. KHK/OHAL mağdurları ağırlıklı olarak ‘Muhafazakâr-Demokrat’ kesimlerden oluşmaktadır. Bunu hümanist ve sosyalistler izlemekte.

Katılımcı grupları siyasal olarak kendilerini şöyle tanımlamış:

Araştırmanın sonuçlarından birisi de, OHAL'de yaşananların ve KHK ile görevden alınanların ve ailelerinin ortalama yüzde 62 oranında siyasi duruşlarını değiştirmesi oldu. Siyasi duruşu aynı kalanlar ise en büyük ölçüde (yüzde 65) "doğrudan mağduriyeti olmayan" bireyler oldu.

Mağdurların yüzde 70'i ve mağdur yakınlarının yüzde 65'inin siyasi parti tercihleri de değişti. Bu oran doğrudan mağduriyeti olmayanlarda yüzde 38 oldu.

KHK Mağdurlarının neredeyse her 2'sinden 1'i (yüzde 48.8) ev değiştirdi. Araştırmaya göre bu kişilerin mağduriyetleri öncesi yaşadığı yer/ev/konut ile bugün yaşadığı yer aynı değil.

Araştırmanın başka bir bulgusu da, suçlanan mağdurların müdafi bulundurma veya bir müdafiden yararlanma haklarını kullanabilme durumları hakkındaki açıklamaları oldu. Bu açıklamalardan bazıları şöyle:

  • “Gözaltı süresince avukatla görüşemedim.”
  • “Avukat gelene kadar ifadem tamamlanmıştı.”
  • “İfade alındıktan sonra avukat çağırıldı.”
  • “Resmi ifadeden önce Avukat olmadan defalarca ifadem alındı (mülakat yapıldı).”
  • “İlk yapılan ikna görüşmelerinde avukat yoktu ve gece yapıldı. 14 gün sonra avukat nezaretinde ifadem alındı.”
  • “Avukatım olmasına rağmen ifade sırasında içeri alınmadı hakaret tehditlere maruz kaldım.”
  • “Gözaltına alındığım ilk gün sözlü savunmam alındı. Cep telefonlarına gizli kaydettiler, avukat yoktu. 12 günlük gözaltının 11.gününde alınan ifadede avukat vardı.”
  • “Avukatım olmadan “itirafçı olmam için” 7-8 kişilik bir polis grubu tarafından zorlandım.
  • Fiziksel olmasa da psikolojik olarak baskı altına alındım.”
  • “Avukat istedim, “gelecek” dediler. Ancak biraz zaman geçince “biz ifadenizi almaya başlayalım avukat gelir” dediler ve ifade bitene kadar avukat gelmedi, tutanağa “avukat istemedi” yazdılar.”
  • “Avukat vardı ancak, “varsa bildiklerimiz, itirafçı olmamız” için ısrarcı oldu. Başka faydası olmadı.”
  • “Avukat sürekli, bir şekilde “İsim söylemen lazım bu gidişle tutuklanacaksın” diye telkinde bulundu. İkide bir sulh ceza hakiminin yanına gitti geldi, “Bu şekilde çocuklarına kavuşamazsın” diye baskı altında bıraktı.”
  • “CMK avukatı düşman hukuku ile etkin pişmanlıktan yararlanmam hususunda polislerle birlikte iknaya çalıştılar. Masumiyet karinesi ve tüm insan haklarımı çiğneyerek tuzak sorular sorarak lehime olanları yazmayıp aleyhime olanları tutanağa geçirilerek...”
  • “Yazılı ifade almadan önce bir polis nezaretteki herkesi tek tek kameranın olmadığı avukatın olmadığı bir odaya çağırdı psikolojik baskı kurmaya çalıştı bana “Tutuklanacaksın. Konuşmazsan buradan direkt cezaevine gideceksin” dedi. Korkutmaya yönelik konuşmalar yaptı. Sonra yazılı ifade alındığında avukatımla birlikte ifade verdim.”

KAÇ GÜN SONRA BİR AVUKATLA GÖRÜŞEBİLDİLER?

Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz” hükmüne CMK'da yer veriliyor. Ancak OHAL mağduru şüpheli veya sanıklara yapılan uygulamalardan anlaşıldığı üzere, kendilerine, CMK hükümlerinin uygulanması yerine 29 Ekim 2016 tarihli OHAL KHK’sında karara bağlanan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) hükümlerine yapılan atıflar uygulandığına dikkat çekildi. Böylece şüpheli veya sanık mağdurların avukatları ile görüşmelerine keyfi sayılabilecek nitelikte kısıtlamalar getirilebildiği, görüşmelerin denetlenebildiği, sınırlandırılabildiği veya avukatları rahatlıkla baskı altına alınabildiği raporda vurgulandı. Mağdurların gözaltına alınma zamanları ile bir CMK avukatı ile görüşebilme süreleri çeşitlilik gösterdi. Nezaret altında hiçbir avukatla görüştürülmeyen şüphelilerin oranı yüzde 2.9 oldu.

MAĞDURLAR KENDİLERİNE YAŞATILANLARI ZULÜM OLARAK GÖRÜYOR

Rapora göre, mağdurların büyük çoğunluğu yakını 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle ‘toplumun’ kendilerine layık gördüğü muameleleri ‘büyük bir haksızlık’ olarak görüyor. ‘Yaşadıklarımı hak ettim’ seçeneği ile ‘kişisel kusurlarım olabilir, ama ben bu muameleyi hak etmedim’ seçeneğini seçenlerin bile yaptıkları açıklamalarda aslında böyle düşünmedikleri, çoğunluğu dindar /muhafazakâr olduğunu iddia eden, ama ülkede yaşanan hukuksuzluğa, adaletsizliğe, tecrit ve sivil ölüm uygulamalarına destek veren veya ses çıkarmayan hatta “Oh olsun” tutum veya davranışı bile gösterebilen kesimlere ‘taşlama /yergi /kinaye /hiciv /nükte /tersten algı’ ifadeleri yolu ile mesaj vermeye çalıştıkları görülüyor.

MAĞDURLAR NE HİSSEDİYOR?

Raporda, mağdurların, "OHAL sürecinde toplumdan / yakın çevrelerinden kendilerine yaşatılanlarla ilgili iç dünyalarında yaşadıkları ve duyguları" bölümünde, mağdurların ifadelerine yer verildi. Bu ifadelerden bazıları şöyle:

  • "Ailece görüştüğünüz, dertleştiğiniz sık sık buluştuğunuz ve omuz omuza namaz kıldığınız insanların 'Geçmiş olsun' demek için bile arayıp sormadığı bir süreçte, gerçek bir iç sorgulamanın kapısını araladığı için, şükrü de gerektiriyor durduğum yer... Bunca insanı acıya gark ettiren bir ortamda dünya hayatımı bunalıp sıkılmadan geçirmek için bir onursuzluğa düşmektense, vicdanımla baş başa kaldığımda rahat, sadece kişisel günahlarım için yaş dökmeyi tercih ederim... Aslında bu şerefli konumu hak edecek kadar iyi bir insan da değilim, sanırım Allah, şu dünya hayatında hep okuyup geçtiğimiz gönül kahramanlarının iç alemlerinden bir sayfa olsun açabilelim diye lütfetti... Bu büyük ihsanda bulunan Rabbim, geçimlik vermekten de aciz değil ki! Süreç nereye varır bilemem ama ülkemin bu sıkıntılı döneminde hiçbir olumsuz payım olmadığını bilmenin rahatlığı bile yeter, yaşadığımız haksızlıkların tesellisi için..."
  • "Ailem beni biliyor problem yok fakat komşular da, arkadaş dediklerim de mutlaka bir şey vardır dediler."
  • "Arkadaşlarım ve akrabalarım genel olarak iktidardan elde ettikleri kişisel menfaatlerinden dolayı yapılan zulümler ve haksızlıklar karşısında susmayı veya yapılan adaletsiz uygulamaları savundular."
  • "Yeni bir semte taşındım. İşsiz bir şekilde ve komşularıma hep “Ev hanımıyım” diye yalan söylüyorum. Daha doğrusu mecbur kalmadıkça irtibat kurmuyorum, kurunca yalan söylemek zorunda kalıyorum. Çocuklarıma yeni okulunda. Onlara “Sakın KHK’lı olduğumu söylemeyin” diyorum ve bu korkunç bir şey çünkü ben vatana ihanet adına hiçbir şey yapmadım. Ve beni düşman gören zihniyetteki şahısların suratlarına 24 saat tükürmek istiyorum. İnşallah öbür dünyada yapacağım ve asla affetmiyorum. Destekleyen babam bile olsa."

EN ÇOK SIKINTI ADALET YOKLUĞUNDA

Mağdurlarının OHAL sürecinde en çok çektikleri sıkıntılar, çoktan aza doğru sırası ile: Adalete erişememe / adaletin yokluğu (yüzde 92.0), Gelecekten ümitsizlik ve kaygı (yüzde 83.8), Dost / arkadaş çevresinin kaybolması (yüzde 83.2), Maddi yokluklar (yüzde 82.7), İtibarsızlık / itibarını yitirme (yüzde 81.6), Yeni bir iş / geçim kaynağı bulamama (yüzde 80.7), Sosyal çevreden / toplumdan dışlanma (yüzde 73.8), Yakın akrabaların vefasızlığı (yüzde 66.1), Hukuki destek yokluğu (yüzde 62.3), Psikolojik destek yokluğu (yüzde 46.1), Evinden taşınmak / göç etmek zorunda kalmak (yüzde 43.7), Sağlık desteği / sosyal güvence yokluğu (yüzde 43.3), Aile fertlerinin vefasızlığı (yüzde 27.3), Diğer (yüzde 0.6) şeklinde sıralandı.

OHAL, "DEVLETE" ve "ADALETE" OLAN GÜVENE NASIL ETKİ ETTİ?

Aşağıdaki grafiğe göre, OHAL "Devlete" ve "Adalete" olumsuz etki etti. Doğrudan mağduriyeti olmayan bireyler, OHAL devlete ve adalete güvene olumsuz etki etti mi sorusuna yüzde 93.8 "kesinlikle katılıyorum" derken, bu sayı OHAL mağdurlarında yüzde 96.7 oldu.

TUTUKLANAN GAZETECİLERİN GERÇEKTEN TERÖRE DESTEK VERDİĞİNE İNANIYOR MUSUN?

Katılımcılara sorulan başka bir soru da gazetecilerle ilgiliydi. Soruda, katılımcılara "OHAL'de terör örgütü propagandası, üyelik ve yardım suçlarından tutuklanan gazetecilerin gerçekten terörist olduklarına ve teröre destek verdiklerine inanıyor musun?" sorusu yöneltildi. Alınan cevaplarda OHAL ve/veya KHK mağdurları yüzde 93.6 hiç katılmıyorum ve katılmıyorum derken, DOĞRUDAN mağduriyeti olmayanlardan hiç katılmıyorum ve katılmıyorum diyenlerin oranı yüzde 96.3 olarak görüldü.

SONUÇ: TÜM ÜLKE VATANDAŞLARI MAĞDURİYET YAŞIYOR

Raporun sonuç bölümünde, "... meşru bir amaçla uygulamaya konulmuş olan OHAL süreci, gelinen aşamada, kabul edilebilirlik sınırlarının çok ötesine geçmiş, sayıları bir buçuk milyonu aşan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının bedensel ve ruhsal varlıklarının baskılanmasına ve hatta yok edilmesine yönelik bir tür adı konulmamış 'sivil ölüm' programına dönüşmüştür" denildi. "İki yıllık uygulanmasının ardından, OHAL, gelinen noktada, toplumun tüm kesimlerine yeniden, can, mal, hukuk güvencesi, huzur ve refah sağlamayı amaçlayan bir kurum olmaktan daha ziyade ve maalesef, yüzbinlerce kişiyi birincil mağdur, milyonları aşan kişiyi ikincil mağdur haline getirmekle kalmamış, ortaya çıkardığı ağır sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel maliyetleri bakımından da tüm ülke vatandaşlarını üçüncül mağdur haline getirecek daha hacimli bir “sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel felakete” doğru hızla ilerletmektedir" ifadeleri kullanıldı. Mağdurbilim ilkeleri çerçevesinde yürütülen raporda birincil ve ikincil mağdurlar açısından OHAL’in, mirası ve zihniyetinin devamı niteliğinde olan uygulamaların birincil ve ikincil mağdurlar yanında, tüm toplumu da nasıl üçüncül mağdurlara dönüştürebildiği ile ilgili bir kısım bilgiler raporda özetle şöyle sıralanmış:

  • KHK/OHAL ile işlerinden atılan mağdurlarının yüzde 99,64’ü, 15 Temmuz 2016 öncesinde OHAL’de geçirdikleri, hiçbir adli veya cezai soruşturma veya kovuşturmaları geçirmemiş olan bireylerdir. Doğrudan darbe girişimine katıldıkları iddialarıyla haklarında başlatılan yargılama süreçleri devam eden 4 bin kişi bir kenara koyulduğunda sayıları birkaç yüzbine ulaşan KHK/OHAL mağdurları aleyhine 15 Temmuz sonrası açılan idari /adli soruşturmaların tamamına yakınının konjonktürel olduğu, bu kişilerin çoğunun 15 Temmuz öncesinde kamu tarafından bilinen ve takip edilen, yasal faaliyetleri gerekçe gösterilerek mağdur edildikleri görülmektedir. Bu sebepledir ki mağdurların yüzde 93,7’si OHAL’de geçirdikleri adli & cezai soruşturmaların hem gerekçelerinin hem de yürütülüş tarzının adil olmadığını beyan etmişlerdir.
  • Modern/Pozitif hukukun “Masumiyet karinesi” prensibi gereğince, “İddia edenin, iddiasını da ispat etmekle yükümlü olması, iddia edenin, şüphelinin/sanığın işlediğini iddia ettiği suçları da kanıtlaması” gerekirken. OHAL/KHK mağdurları için hukukun bu temel prensibi işletilmemiş ve mağdurlar, “Kendi masumiyetlerini ispat” zorunda bırakılmışlardır. Nitekim oluşturulan baskı ortamında suçlu olduklarını kabul etmek istemeyenlerin birçoğunun, “suçunu/suçluluğunu gizlemek”, “inkâr etmek” veya “örgütsel tavır veya davranış” sergilemekle dahi itham edilerek daha şiddetli baskı ve muamelelere maruz bırakıldıklarına dair oldukça faza sayıda mağduriyet verisi bulunmaktadır.
  • OHAL rejimi ülkeyi birincil ve ikincil mağdurları açısından “kapalı ve/veya açık bir hapishane”ye veya mega bir “toplama kampına” dönüştürmüştür. OHAL yargılamalarının cereyan tarzına bakıldığında, adil yargılamalara benzemekten daha ziyade, kuru ile yaşın ayrılmadığı bir “sürek avı / cadı avı” şeklinde yürütüldüğünden, cadı avları ve cadı yargılamaları ile meşhur, Orta çağ Avrupası, engizisyon uygulamalarına benzer yargılama yaklaşımlarının sergilendiği görülmüştür. Belirtilen bağlamda, mağdurlar işledikleri iddia edilen suçlardan bireysel olarak suçlanmak, bireysel olarak yargılanmak ve cezalandırılmak yerine aileleri, sosyal çevreleri ve/veya akrabaları ile birlikte “Toplu suçlanma ve toplu cezalandırma” uygulamalarına da maruz bırakılmışlardır. Örneğin, akrabaların iltisakı gerekçe gösterilerek ihraçlar yapılabilmiş, insanların sosyal medya paylaşımları dosyalanarak otoriteye sadakatleri sorgulanmış, yıllara sâri iletişim kayıtları üzerinden sosyal çevre suçlamalarına konu edilmiş, kadınlara ve çocuklara karşı sert, özensiz ve hukuksuz uygulama veya tavırlar sergilenmiştir. Bu görünüm, Nazi dönemi Almanya’sında Yahudilere karşı uygulanan “Nürnberg Yasaları”, Endlösung uygulamaları veya modern hukukta “Nefret suçu” tanımına girebilecek cezalandırma, muamele ve uygulamalarına benzemektedir.
  • OHAL ve devamındaki süreçte, mağdurların ve yakınlarının hukuk ve iş güvencelerinin de ellerinden alınması yanında, lisans iptalleri, SGK kodlamamaları, güvenlik soruşturmaları, mülakat, özel sektör işverenlerini taciz/tehdit vb. yöntemleri ile çalışma yasakları uygulamaları ve de yurtdışı yasaklarına maruz bırakılmak suretiyle tam bir “sivil ölüm” (civiliter mortuus) cezasına da mahkûm edilmelerinin tarihteki örnekleri oldukça azdır.
  • OHAL mağdurlarından "gözaltı ve/veya tutukluluk" deneyimi yaşayanlarıyla ilgili olarak elde edilen veriler, kendilerine, gözaltında ve/veya hapishanelerde, "Sistematik işkence" uygulandığı yönündedir. Ayrıca, tutukluların önemli bir kısmı yakınlarının ikamet ettikleri yerlerden, yüzlerce kilometre uzakta tutulduklarından, ailelerinin onları ziyaret edebilmeleri için 1000 km’yi de aşabilen uzun yollara gidip gelmek mecburiyetinde bırakıldıkları da görülmektedir. Bu durum, ailelere yarattığı ilave maddi külfetler yanında, çok sayıda trafik kazası veya kaza atlatma olaylarına da sebep olmuştur.
  • OHAL’de ihraç edilip hiçbir soruşturmaya tabi tutulmayan ve/veya belirli bir süre gözaltı ve/veya tutukluluk yaşadıktan sonra denetimli veya denetimsiz olarak serbest bırakılan veya beraat /takipsizlik almış olsalar bile, mağdurlardan birçoğu için "Sivil ölüm", “Sosyal güvencesizlik” ve “Açlığa mahkûmiyet” uygulamaları devam ettirilmiştir. Bu uygulamaların devamında birçoğunun aile üyeleri ve akrabaları da işe alımlarda, bir takım ekonomik ve sosyal hak, fırsat veya projelerden yararlanmada, mesleki yeterlilik belge alımlarında, “güvenlik soruşturması”, “mülakat”, gizli talimat vb. gibi uygulamalarla mağdur edilerek bireysel suç ve bireysel ceza uygulamaları yerine, aileleri ile birlikte, “toplu suç ve toplu cezalandırma” uygulamalarına maruz bırakılabilmişlerdir.
  • Tüm OHAL/KHK mağdurları, iş bulma, iş kurma, yurtdışına çıkma engelleri ve üzerlerine yapıştırılan “stigmalar” nedeniyle, tam bir “sivil ölüm”, “sosyal güvencesizlik” ve “açlığa terk edilme” uygulamaları ile karşı karşıya bırakıldıklarından, maruz kaldıkları ağır ithamlar, muameleler ve mağduriyetler karşısında, birçoğunun, dayanma, ayakta kalma veya hayatta kalma güç ve yetileri zayıflamış ve yaşadıkları ağır mağduriyetlerin getirdiği travmalara dayanamayan çok sayıda mağdur ve yakınları intihar edebilmiş, yeni hastalıklara yakalanabilmiş veya yeniden nükseden, ağırlaşan hastalıkları sebebi ile çok büyük sıkıntılar çekmiş veya çok sayıda ölüm vakaları yaşanmıştır.
  • Türel, sosyal, siyasal baskıcı ve dışlayıcı OHAL /KHK süreçleri, mağdurların, aile-içi ve yakın akrabalık ilişkilerine de önemli ölçülerde zararlar vermenin yanında; komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinde de çok büyük tahribatlar yapmıştır. Bu sebeple, mağdur ailelerin birçoğu bulundukları mekanlardan taşınmak zorunda kalmış, ayrıca, mağdur aileler arasında huzursuzluk, bölünme ve boşanma vakaları da ciddi oranlarda artmıştır.
  • 5275 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un, "Hamile, yeni doğum yapmış veya bebekli kadınlar" hakkındaki hükümlerinin OHAL’de ve sonrasında, OHAL mağdurlarına, “terör örgütüne üye oldukları” iddiası ile uygulanmamış, böylece hem annelerin hem de hiçbir suçları olmayan masum bebeklerin veya çocukların hukuki ve insani hakları bile ihlal edilmekten imtina edilmemiştir. Bu görünüm ötekileştirilenlerin aile kurumlarına karşı varoluşsal bir saldırı niteliğini de taşımaktadır.
  • KHK/OHAL mağdurlarının çok önemli bir kısmı ilginçtir ki eğitmenler, öğretmenler ve akademisyenlerdendir. Sivil veya asker tüm kamu hizmetleri alanlarında çalışan doktor, mühendis, uzman, mesleki ve teknik eleman, yönetici veya ast/üst tüm memurların gördükleri haksız ve kötü muamelelere ilave olarak, özel sektörde çalışan kalifiye işçi, yönetici ve işverenlerin muhatap edildikleri haksız ve kötü muameleler, yalnızca onlara zarar vermekle kalmamış, ülkenin, ekonomisine, üretimine, rekabetine, eğitimine, bilimine, güvenliğine ve sağlığına da telafisi imkânsız zararlar vermiştir. OHAL’in ülkeye ve topluma olumsuz etkileri kısa dönemde bile gözle görülür haldedir. Orta ve uzun dönem etkilerinin tespiti için daha başka uzmanlık alanlarında bilimsel çalışmaların yapılmasına da ihtiyaç bulunmaktadır.
  • Yüksekokul ve üzeri okul mezunlarının Türkiye ortalaması yüzde 17 iken OHAL mağdurlarının yüzde 98,7’sinin yüksekokul ve üzeri okul mezunları oldukları, ayrıca yüzde 25’inin yüksek lisans ve doktora mezunu oldukları dikkate alındığında, Türkiye'de yaşadıkları travmalar sonrasında, yurtdışına çıkmak fırsatı verilmiş olsa, yüzde 83,9’unun, yabancı bir ülkeye gitmek ve orada yaşamak isteyecek hale getirilmeleri Türkiye Cumhuriyeti için çok büyük bir sosyal sermaye, sosyokültürel güç kaybının işaretidir. OHAL’in ülkede yarattığı hak, hukuk, adalet ve özgürlük sorunları sadece bireysel veya sınırları belli olan minör toplumsal mağduriyetler yaratmamıştır. Gerçekte, ülkenin, yenilikçi, yaratıcı, özgün bilimsel araştırma, dünyadaki gelişmelere uyum, üretim ve rekabet kapasitesine de önemli ölçülerde zararlar vermiştir. Örneğin, OHAL uygulamalarının ülkedeki yüksek eğitimli kesimler arasında yarattığı moral ve motivasyon kayıpları nedeniyle artık dünya sıralamalarında ilk 300’e girebilen bir tane bile üniversite kalmadığı gibi Türkiye kaynaklı tıp, mühendislik, fen bilimleri, sosyal bilimler vb. alanlarındaki tüm akademik çıktılarda yüzde 30’a varan oranlarda azalma olmuştur. Bu görünüm, yaratılan mağduriyetlerin, telafi edilebilir zarar sınırlarını çoktan aşıp “milli güç” ve “milli güvenliği” de tehdit edecek büyüklükte sosyo-ekonomik sosyo-kültürel zararlaralar verme aşamasına geldiğinin kötü bir göstergesidir.
  • OHAL uygulamalarının, ilk bakışta dikkat çekmeyebilen, bir başka sosyo-ekonomik ve/veya sosyo-kültürel maliyeti de sayıları yüzbinleri aşan oldukça yüksek nitelikli olan mağdur kişilerin, edindikleri vasıflara ulaşabilmek için harcadıkları emekler ve bu kişilerin, yurtiçinde ve yurtdışında aldıkları lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin ekonomiye maliyetlerinin yüzmilyarlarca doları geçmekte olmasıdır. Bu kadar mali ve beşerî sermaye kayıp veya israfını dünyadaki pek az ülke ekonomisi kaldırabilir durumdadır. Esasen, Türkiye’nin de OHAL’le oraya çıkan ekonomik, toplumsal ve yönetsel sorunlarını derinleştiren sebeplerden en önemlisinin de bu beşerî sermaye kaybının yerinin doldurulamamasının olduğunu da belirtmek mümkündür. Çünkü eğitim yatırımları, ancak, 20/30/40 yıl sonra ürün verebilecek yatırımlar olduğundan, bu alandaki kayıpların telafisi de aynı süreleri gerektirecektir ki dünyadaki hiçbir ülkenin bu kadar uzun süreyi bekleme veya kaybetme lüksü olamaz.
  • Araştırma bir bütün olarak değerlendirildiğinde OHAL’de kurban seçilenlerin tamamı, sosyal ve siyasal baskılarla yalnızlaştırılmış̧, tümünün psikolojik, fiziksel, ruhsal ve varoluşsal olarak egemen irade karşısında sindirilmeleri veya çökertilmeleri hedeflenmiş görülmektedir. Bireylere karşı yapılan hukuksuz uygulamalar tek tek gözlemlendiğinde birbiri ile ilintisizmiş̧ gibi görülebilse de araştırma bulguları çerçevesinde bütüncül bakıldığında yapılan her şeyin belirli bir program çerçevesinde, belli bir kaynaktan yönlendirildiği, hangi muamelelerin, kimlere, nasıl yapılacağının önceden veya süreç içerisinde belirli bir karar mekanizması tarafından tanımlanmış̧ ve tasarlanmış̧ olduğu görüntüsünü vermektedir.
  • Muvazzaf asker veya askeri öğrenci olarak askerlik mesleğini icra etmiş olan mağdurların yakınlarından /ailelerinden önemli bir kısmı, dikkat çekecek şekilde, "Eşimi, Oğlumu, Kızımı... ‘Terör saldırısı var', ‘Kalkışma var’, 'Tatbikat var', ‘Gece görevi var’ ... gerekçeleri ile ‘karargâhlara çağırdılar’, ‘... yere gönderdiler’ böylece ‘tuzağa düşürdüler’ ardından da “Darbeci oldukları gerekçesi ile 2 yıldır hapisteler”. “Bizler hain, darbeci, terörist değiliz! Vatanımızı seviyoruz…” mahiyetinde beyanlarda bulunmuşlardır. Bu türden beyanların adli, idari veya siyasi yetkililerce ciddiyetle, dikkate alınarak detaylıca araştırılmasına önemle ihtiyaç bulunmaktadır.
  • OHAL rejimi hak arama yollarını bilerek ve planlı olarak yavaşlatılıp sekteye de uğratmıştır. Nitekim mağdurların büyük çoğunluğunun, ihlal edilen haklarına, hukuki yollarla yeniden kavuşabilmeleri için, kendilerine, kullanmaları gereken mecburi istikamet olarak gösterilen “OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu”nun etkin bir yol olduğu son derece tartışmalıdır. Her şeyden önce haklarında ömür boyu kamudan yasaklılık gibi ağır sonuçlar doğuran bir işleme maruz bırakılan mağdurların başvurmak mecburiyetinde kaldıkları komisyonun kendileri hakkında yürüttüğü işlemlerinin hiçbirine müdahil edilmemekte, haklarında yapılan işleme esas olan dosyalarına erişim imkânı verilmemekte, dosyalarını görmeden ve haklarındaki ithamları hiç bilmeden savunma yapmak zorunda bırakılmaktadırlar. Komisyon, kendilerine yapılan başvurularda, maalesef, hukuki/objektif kriterler kullanmaktan daha ziyade siyasi iktidarca belirlenen “siyasi kriterleri” kullanarak, mağdurların, mağduriyetlerini uzatmakta ve sorunlarının çözümünü geciktirmektedir. OHAL’ mağduriyetlerinin bir an önce sonlandırılması açısından, Komisyonun, bu türden yaklaşım ve uygulamalara son vererek, kendilerine yapılan müracaatları değerlendirme ve karara bağlama süreçlerinde AİHM ve/veya Avrupa Konseyi, Venedik Komisyonu’nca önerilen kriterleri uygulanmaya başlamaları adil hükümler verebilmeleri açısından gereklidir.